Eşi Sultan Su Esen'le,
Kuşadası-Mayıs 2008

 
   
 

• ANAFİLYA YAZILARI

Yüreğimiz yanıyor…

Anafilya olarak Güngören’de yitirdiğimiz tüm insanların yakınlarıyla, bütün ülkemizle derin, endişe yüklü aynı acıyı paylaşıyoruz.

 Kör şiddetten, vahşetten kaynaklı yaralarımızın sarılabilmesinin karanlık odakların silinmesiyle, gerçek demokrasiyle olabileceğine olan inancımızı sonuna dek koruyacağımızın; bu duruşumuzdan bir adım bile geriye atmayacağımızın altını bir kez daha çiziyoruz.

 

*

AKP kapatılmadı.

            Anayasa Mahkemesinin 10 üyesi bu parti odaktır görüşünde birleştiler. Ancak 6’sı doğrudan kapatılsın derken, dört üye hazine yardımından yararlanmasın görüşünde birleştiler. Başkan ise bizi yanıltmadı, davanın reddi yönünde oy kullandı.

Anayasa Mahkemesi’nin kararını açıklaması bir anlamda rahatlattı.

            Bu karara kızanlar da olmuştur, sevinenler de…

            Önemli olan, rahatlamadır. Ve hükümetin rahatlamasıdır.

            Başbakan Erdoğan, gerçekten rahatladı mı?

            TBMM eski Başkanı Bülent Arınç vicdanen rahatladı mı?

            Cumhurbaşkanı Gül artık huzurlu mu?

            Mahkemenin kararı bir uyarı, bir anlamda büyük bir cezadır.

            Yargıtay Başsavcısının eli şimdi belki de daha güçlü halde AKP’nin yakasındadır.

Evet, daha çok konuşulacak çok tartışılacak günler geçireceğiz… Tarihi günler yaşayacağız.

 

*

12 Haziran 2007… Ümraniye’de bir evde 27 el bombası bulundu. Ve Ergenekon adı verilen, darbe girişimi iddiasına dönük soruşturma başladı. Başlangıçta yüzü aşkın gözaltı, 49 tutuklama… Nice sonra, 15 Temmuz 2008 günü iddianame açıklandı. Ne ki iddianame, Ergenekon’u 600 yıllık geçmişi olan “Agarta” efsanesine dayandırıp tarikat benzeri bir örgütlenme olarak tanımladı. Böylece milattan tam 9 bin yıl öncesine uzandık...

Eh kolay değil, bunca yılı, 2455 sayfa, 441 klasör’e sığdırabilmek… Bunun üzerine Radyo-Tv ve gazetelerde yayımlanan 5 bin 998 haberi de koyunca, ortaya ünlü Britanica Ansiklopedisi boyutunda bir eser çıkıyor! … Bu arada, sayısı 86’ya ulaşan ve 13 aydır cezaevinde yargılanmayı bekleyen sanıklar için:

·         13 ayda tamamlanan iddianame cumhuriyet tarihimizde bir ilk.

·         Birisi Ege ve 1.Ordu komutanlığı, diğeri Jandarma Genel Komutanlığı yapmış emekli iki orgeneralin tutuklanması Cumhuriyet tarihimizde bir ilk.

·         Atatürkçü düşünceye sahip olanlara yönelik, çete kurmak ve darbe girişiminde bulunmak suçlaması Cumhuriyet tarihimizde bir ilk.

·         İddianamenin ne zaman tamamlanacağını savcıdan önce açıklayan bir Başbakanımızın olması, Cumhuriyet tarihimizde bir ilk.

Ve,

·         Çok sayıda failin olup da fiilin olmadığı bir iddianame yine cumhuriyet tarihimizde bir ilk.

 

*

Türkiye Cumhuriyeti olarak, bugün, Batılı emperyalistlerin ve içimizdeki işbirlikçilerinin yıllardır sinsice yürüttükleri tam bağımsızlığımızı, ulusal yapımızı ve demokratik laik cumhuriyetimizi yok etme girişimlerinin artık açıkça ve korkusuzca uygulanmaya başlandığı bir süreci yaşıyoruz.

Çığ gibi çoğalıyor, çağının gerisinde yaşıyorlar.

Tuhaf giysileri, davranışları ile,

dini liderlerinin (!) belirlediği yaşam biçimini benimsiyorlar.

Mantıklı ve bilimsel olan ne varsa reddediyorlar.

Hayret bir şey…

Takkeli, cüppeli, tespih çekerek yürüyen sakallı adamlar…

Üç adım arkalarında kara çarşaflı, burunlarına kadar yüzlerini kapatmış genç kadınlar…

Ve ne acı ki hepsi de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Yasa tanımıyorlar. Dur diyen de yok bunlara. Daha da vahimi bunlar laik Cumhuriyet’e düşman. Bunlar her yerde…

Fatih’in Çarşamba mahallesinden, Anadolu’ya, Çavuşbaşı’na yerleşen bu cemaat mensupları, Mahmut Hoca’nın, ikiz villalarının resimlerini çekmek isteyen Vatan Gazetesi muhabirleri; Ali Akgüngör ve Alper Uruş’a saldırmışlar ve adeta karanlık dönemlerin anlayışıyla gazetecileri linç etmek istemişlerdi. Olayın üstüne yalnızca Jandarma gidebilmişti. Ama, adamlar pervasız… Jandarma saldırganları toparlarken, aralarından biri çıkmış bağırıyor:

“Niye fotoğraf çekip Hoca efendiyi rahatsız ediyorsunuz. Arkadaşlarımız eksik bırakmışlar. Aslında keşke boğazlarınızı kesselerdi!”

Bunlar Kubilay’ın başını kesenlerin torunları… Hiç kuşkunuz olmasın. Kin ve düşmanlık öylesine bürümüş ki kafalarını, işte sokaklarına verdikleri isimler:

“Cumhuriyet Çıkmazı…”

Bunlar Cumhuriyet düşmanları.

Karşı devrim, aydınlanma devrimi ile birlikte uç verdi. Şeyh Said ne demişti isyan bildirisinde:

“…Din yolunda şehit düşen, namus için can veren ve aşiretinin şerefi uğruna kan döken şanlı dedelerimizin mukaddes ruhları göklerden size bakıyor. Emanet ve yadigâr olarak terk ettikleri Allah’ın kitabını, Muhammed’in şeriatını yakan Ankara mürtetlerine ve onların icra vasıtası olan hükümet memurlarına karşı ne yapacağınızı görmek istiyorlar...”

1925 yılında Tunceli’deki kafa şimdi yurdun dört bir yanında. İşte Trabzon’un Beşikdüzü ilçesinden gelen haber:

Merkez Camii imamı Sezai Yaşar, 80 yaşındaki Ömer Atalar’ı yakasındaki Atatürk rozeti ile camiye girerken uyarıyor:

“Bu rozetle içeri girmeyin. Rozetli namaz kılmak günahtır.”

Bir zamanlar, Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nden parlayan güneşle aydınlığın simgesi olan ilçede, bu karanlık zihniyet nasıl da boy salıp filizlenmiş?

Hayret!

Bu gidiş, gidiş değil çöküş…

 

*

Ceviz Kabuğu’nun canlı yayın konuğu, Halkın Yükselişi Partisi (HYP) Genel Başkanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün açıklamaları ve bilimsel yorumları tokat gibi:

“Cami sayısı arttıkça, Türkiye’deki ahlaksızlıkta liste başına doğru çıkıyoruz. Cami sayısı arttıkça ahlaksızlığın azalması gerekmez mi? ... Türkiye’de dinci denen bir çete var. Ama milyonlarca samimi dindar var.”

Devam ediyor…

“Maşallah Meclis Tarikatlar Konfederasyonu gibi. (100 bine yakın camide imamlara ödenen maaşları kastederek) İslam size, 2 katrilyonla namaz kıldırın demiyor. Bu namazlar kabul olmaz! ... Osmanlı bile 3 kıtada sadece 15 bin cami yapmıştı. Şimdi mescitleri de katarsanız, Cumhuriyet Türkiyesi’nde 100 bin oldu. Osmanlı camilerinin hangisinin altında dükkân vardı? ... Secdeler hakiki ve samimi olsaydı, Müslümanların ve Türkiye'nin hâli bu olur muydu? ...”

 

*

ABD tarafından yeşil kart verilmediği için bir ay içinde yurda dönmek zorunda olduğu söylenen Fetullah Gülen, acaba ne zaman ve nasıl gelecek?

            “Sessizce mi gelecek? Humeyni gibi mi dönecek?” merakı içindeyken hazretin web sitesinden sesli bir mesaj ulaştı:

            “Ben Humeyni değilim ki, Humeyni gibi döneyim. İranlı değilim ki, onunla mezhep ve meşrebimiz de bir değil ki benzeyeyim. Kendime göre, sessizce gelirim ve benim geldiğimi kimse görmez ve sonradan duyarlar.”

            Eskiden dini konular tartışılırken, Alevi-Bektaşi kökenli insanlar bunun dışında kalırdı. Son dönemde işler değişiyor galiba.

            Cem Vakfı Başkanı Prof. İzzettin Doğan da fetva verdi:

            “Nazım Hikmet’e yapılan Fetullah Gülen’e yapılmasın.”

            Tüm aydınları, laik kesimi kaskatı eden bir açıklama.

            Helal olsun…

 

*

Kapatma davasında geriye sayım başlarken adını söylemekte hayli zorlandığımız AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat yine tarihsel bir açıklama yaptı:

            “1920’li yıllarda gerçekleştirilen modernleşme projesi travma’dır.”

Atatürk’ün devrimlerinden söz ediyor muhterem… Belli ki Humeyni bozuntusu bir Orta Doğu İslam Devletini işaret ediyor. Deprem gibi açıklama.

            Bir başka sarsıcı açılama ise, Hüsamettin Cindoruk’un, “Vesikalık resmini görseniz YÖK Başkanı yapmazsınız,”dediği Yusuf Ziya Özcan’ın, ana muhalefet partisinden bir milletvekiline;

“Şu zıkkımları kapatalım, düz lise yapalım…”

İmam Hatip Liselerini yerle bir eden YÖK Başkanının bu talihsiz açıklamasına, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’ten sert tepki geldi, fırçaladı: “YÖK Başkanı da olsa, herkes haddini bilecek… Çıksın İmam Hatip liselilerden özür dilesin,”

Haydaaa! …

 

*

 

Bir de tren, tramvay işi var…           

Vahit Erdem sıkıntılıydı, biliyorduk. Türban ile ilgili Anayasa değişikliğinin çıkarılması sırasında demeçler vermiş, endişelerini gazetelerde paylaşmıştı. AKP acısından beklenmeyen bir patlamaydı bu. Başbakan gürledi:

            “Trenden inenler bir daha binemez…”

Şimdi, eski Sağlık Bakanlarından Ülkü Güney ve Yaşar Eryılmaz ile Özal’ın özel kalem müdürlüğünü de yapmış olan Feyzi İşbaşaran da trenden inmek isteyenler arasında.

            Eh, bir de Kapatma Davası sancısı var ki, herkesin içini kemiriyor..

            AKP milletvekillerinin çoğu, “Bunlar bizim partiyi kapatır” beklentisine kendisini kaptırmış gibi gözüküyor. Buna ihtimal vermeyenler de var.

            Ama, bir elmanın içine bir kere kurt girdi mi…

Başbakan ne demişti İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde:

“Demokrasi bir tramvay’dır. Beni hedefime taşıyorsa binerim…”

Başbakan raylı taşıma araçlarına meraklı!...

 

*

            Şişli Savcılığı Nedim Gürsel’in Doğan Kitap tarafından 2008 Mart ayında yayımlanan romanı “Allah’ın Kızları” hakkında soruşturma başlattı. “Din ve İslam’ın peygamberi Hazreti Muhammed’in rencide edildiği” iddiası ile Türk Ceza Kanunu’nun 216.maddesinin 3.fıkrası gereğince başlatılan soruşturma üzerine Nedim Gürsel, “hayal ürünü bir sanat yapıtı için Türkiye’de soruşturma başlatılmasını, üstelik soruşturmanın nedeninin ‘din eleştirisi’ olmasını şaşkınlık ve üzüntüyle karşıladığını” açıkladı. Eh, hani ne derler, “etme bulma dünyası,” Sonuçta, Nedim Gürsel de,  ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranabildi! ...

 

*

Varlık 75’inci yılını kutluyor…

İlk sayısı 15 Temmuz 1933’te yayınlanan derginin, sayısız ozan ve yazarın yetişmesinde çok önemli katkısı oldu. Derginin 75’inci yıl nedeniyle yayımladığı özel ekte ünlü şair ve yazarların değerlendirmelerine yer veriliyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın derginin kurucusu Yedi Meşale akımının şairlerinden, Yaşar Nabi Nayır için,

“O adam tek başına eğitim bakanlığı yapmış sayılır!” sözü dikkat çekiyor.

Cevdet Kudret’in, “Varlık dışında ancak birkaç ozan (Asaf Halet Çelebi, Cemal Süreya, Edip Cansever...) ile birkaç öykü yazarı (Nezihe Meriç, Bilge Karasu, Aziz Nesin, Kemal Tahir...) başka yayın organlarıyla ünlerini sağlamışlardır” değerlendirmesi de önemli…

Nurullah Ataç ise; “Sadece bir edebiyat, sanat dergisi midir, Varlık?”diye kendine soruyor ve yanıtlıyor: “Hayır, devrim sözünün kapsadığı bütün konulara dokunur, toplumun yeniden kuruluşunda elinden geldiğince yararlığı olmasını diler. Bir edebiyat dergisi...” diyerek: “Evet, ama sözün geniş anlamıyla edebiyat, oyunla yetinmeyip kafanın gelişmesine, toplumun ilerlemesine özenen edebiyat.”

Cevdet Kudret Varlık’tan gelip geçen ünlüleri şöyle sıralıyor: Ozanlar: Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Garip” kuşağı (Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday) ve daha sonraki kuşak: Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Sabahattin Kudret Aksal, Necati Cumalı, Ceyhun Atuf Kansu, Gülten Akın... vb. Öykücü ve Romancılar: Sabahattin Ali, Sait Faik, Samet Ağaoğlu, Oktay Akbal, Orhan Hançerlioğlu, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Mahmut Makal, Haldun Taner, Tahsin Yücel, Muzaffer Hacıhasanoğlu, Tarık Dursun K. ... vb. 

Şurası bir gerçek ki, Varlık, çağdaş Türk edebiyatının yayılıp tanınmasına, kurulmasına katkı sağlamış olan önemli bir yayın organı. Birçok yazara ün kazandırmış, birçok yazarın ünlü olmasına olanak tanımış.

            Nice yıllara diyoruz…

 

*

15 Ekim-19 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Frankfurt Kitap Fuarı konuk ülke Türkiye programı açıklandı. Türkiye toplam 4 bin 60 metrekarelik bir alanda yer alacak. Bu alan içinde, Forum ve Agora gibi özellikli alanlar ile 5,1’nolu salon, film gösterim mekânları ve çocuk kitapları yayıncıları ve çizgi roman yayınları stantları var. Forum bölümünde yazı ve yayıncılıkla birlikte Türk edebiyatındaki gelişim sürecini anlatan “Anadolu’da Yazının Yolculuğu” ile “Books of Turkey” adlı sergiler yer alacak. Forum Film+Tv bölümündeki sinema salonlarında düzenli olarak İngilizce ve Almanca altyazılı filmler izlenebilecek. Çadırlardan oluşan obaların yer alacağı Agora da ise, Ahmet Haşim’in “Frankfurt Seyahatnamesi” ya da Doğan Kuban’ın “Osmanlı Mimarisine Bakış” sergileri gerçekleştirilecek. 5.1’nolu salondaki Türkiye ulusal standında 100 Türk yayınevi Türk kitap kültürünü tanıtacak; yazar-okuyucu buluşmaları gerçekleştirilecek. Fuara farklı dünya görüşlerine sahip 350 Türk edebiyatçısı ve çevirmen katılacak.

Ulusal Türkiye Yürütme Komitesi eş başkanlığınca yapılan açıklamada, fuar süresince 40 sergi ve sanatsal program, 150 tartışma toplantısı, imza günleri, kitap sergileri, müzik dinletileri, dans ve tiyatro gösterileri, film gösterimleri, uygulamalı sanat örnekleri, atölye çalışmaları vb. etkinliklere yer verilecek. Türkiye’nin entelektüel birikimini yansıtmak amacıyla çok sayıda broşür ve katolog yayınlanacak.

Öte yandan hem organizasyonu hem de AKP Hükümetinin organizasyona karışmasına tepki gösteren Fazıl Say, Füsun Akatlı, Leyla Erbil, Tahsin Yücel ve Nihat Behram Frankfurt Kitap Fuarı’na katılmayacaklarını açıkladılar.

Bakalım ne olacak…

 

*

Karabük Belediyesince bu yıl 3’üncüsü düzenlenen Kültür Sanat ve Sanayi Festivali kapsamında ‘Kentleşme Sanayi ve Edebiyat’ konulu konferansa konuşmacı olarak yazar Latife Tekin de katıldı. Belediye önünde kurulan platformda konuşan Tekin, hükümetin enerji politikasını ve nükleer santral kurulmasını eleştirdi. Tekin, konuşmasında “Aşağılık bir enerji politikası var bu hükümetin” demesi üzerine ayağa fırlayan AKP’li Belediye Başkanı Hüseyin Erer, “Sen benim paramla buraya geldin. Konuşamazsın. Sen siyaset yapamazsın burada.” Dedi. Erer’in tepkisine, “Hayır siz vermediniz ben kendi paramla geldim” karşılığını veren Latife Tekin, daha sonra mikrofonun kapatıldığını, kürsüden indirildiğini belirterek, “Birden Madımak olayı geldi aklıma. Başka yazarlar da var. Gerginlik olabilir. Sessizce yerimden kalktım ve Karabük’ü terk ettim” dedi.

Acaba nasıl konuşması bekleniyordu Tekin’in? Büyüklere masal mı anlatacaktı! …

 

*

Karabük Kastamonu’ya komşu. Adı, ünlü yazarımız Rifat Ilgaz’la anılan bir beldemiz. Ne diyor usta:

 

"Gözlerimizi bir pula satıp geçmişiz bir yana,

Ölmesini bilenlere yüz çevirmemiz bundan!

Körüz gözbebeklerimize mil çekilmiş mil…

Acımasız bir namlu şakağımızda soğuk,

Tetikte kendi parmağımız yabancının değil!"

 

Sağlıkta, huzurda, mutlulukta kalınız…