Sultan Su Esen ile,
Kuşadası, Haziran 2009

 
   
  • ANAFİLYA YAZILARI
 

Yolsuzluk, dolandırıcılık aldı başını gidiyor…

Bu kez Fener olayı var gündemde. Kısaca gelişmeleri anımsatalım:

Mehmet Karasu adında bir şahıs, aslında “tarla” olan bir araziyi sahiplerinden satın aldıktan sonra, Belediye’nin ayarlaması sonucu o yörenin “ticari alana açık bölge” olmasını sağlamış ve 3 milyon 400 bin YTL’ye aldığı arsayı, plan değişikliği yapıldıktan sonra 16 küsur milyon YTL’ye, Tesco Kipa isimli bir yabancı şirkete satmıştı. CHP Meclis Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu danışıklı dövüş işleminde AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Sakarya milletvekili Şaban Dişli’nin 1 milyon ABD Doları tutarında para aldığına ilişkin belgeyi ortaya koymasından sonra da adına “Dişli” denilen olay patlamıştı. Yolsuzluklara damardan gireceğini her fırsatta yenileyen Başbakan RTE, bu konuda susmuş Dişli ise AKP üst yönetimince görevinden istifa ettirilmişti.

Dişli olayı henüz soğumamıştı ki bu kez Gaziantep’den ses geldi… Nuri Üysen adında AKP’li bir iş adamı Şehitkamil Belediyesi sınırları içindeki Güvenevler Mahallesi’nde, 120 dönümlük araziyi 14 milyon YTL karşılığında sahiplerinden satın almış, 3 gün sonra da bir Lüksemburg firmasına 87 milyon 500 bin YTL karşılığında satmıştı! ... 72 saat içinde 73 milyon 500 bin YTL’yi tokatlayan Üysen, Büyükşehir Belediyesine de, “Arsanın 55 dönümlük kısmını size bağışlayalım, planda istediğimiz değişikliği yapın” demişti. AKP’li Belediye de 55 dönümün 27,5’unu kendisine ayırarak 27,5 dönümünü de Şehitkamil Belediyesi’ne vererek işlemi tamamlamıştı. Ne var ki satıştan kısa bir süre sonra Şehitkamil Belediyesi işleme itiraz edince, pasta paylaşılamamış, kavga çıkmış, mahkeme kapısına sıralanmışlardı.

Ardından Fener olayı geldi…

Almanya’da yaşayan Elif Fatma Oruç, sevgilisi olduğu söylenen Mehmet Gürhan’ın evli olduğunu öğrenince terk etmişti. Kırgın ve kızgındı… Oturdu Bölge Valiliği’ne bir mektup yazdı. Gürhan’ın  ‘kriminal adam’ olduğunu ihbar etti. Mehmet Gürhan Almanya’daki Deniz Feneri Derneği’nin eski başkanı, Almanya’dan yayın yapan Euro 7 adlı televizyonun da eski genel müdürüydü. Olaya el koyan Frankfurt savcısı Gürhan’ın dolandırıcılık yaptığı sonucuna vararak tutukladı. Derken Frankfurt Eyalet Mahkemesi’nde duruşma başladı. Salona elleri kelepçeli getirilen Gürhan önce konuşmadı… Dernek muhasebecisi Firdevsi Ermiş ise Alman savcı Kerstin Lotz’un iddiasını doğruladı. Buna göre: Almanya’daki camilerde, “yoksullara yardım” adı altında topladıkları 41 milyon 600 bin Euro parayı kaçak yollarla Türkiye’ye getirip, azını “yardım” faaliyetinde kullanarak, gerisini kendi şirketlerine aktarmışlar. Parayı taşıyanlar –yani kuryelik yapanlar- arasında derneğin ortaklarından Zahid Akman’ın da adı geçiyor. AKP’li RTÜK Başkanı Akman, “Müslümanları kandırarak toplanan paraları Türkiye’ye getirip deve yapmaktan” sanık. Beş yıl süreyle Almanya’ya girmesi de yasak! ... Mahkemece sorgulananlardan Mehmet Taştan, bağış paralarının Türkiye’ye aktarıldığını, hatta bir kez, Kanal 7 binasında yönetici Zekeriya Karaman’a 200 bin Euro para götürdüğünü itiraf ediyor. Mahkeme özellikle, Türkiye’deki Kanal 7 ile Deniz Feneri Derneği arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor. Hatırlayacaksınız Deniz Feneri Derneği’ne 17 Nisan 2006 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla “kamu yararına çalışan dernek” statüsü verilmiş, -Allah adına (!) toplanan paranın vergisi olur mu dercesine- her türlü vergiden muaf tutulmuştu. Yetmemiş, TBMM eski Başkanı Bülent Arınç tarafından ‘üstün hizmet’ madalyasıyla ödüllendirilmişti.

İktidar yanlısı Kanal 7’nin kuruluş öyküsü de Fener olayı ile aydınlandı… 1993 yılında Türkiye Gazetesi temsilcisi olan Yeniçağ Gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ı Büyük Ankara Oteli’nde yemeğe davet eder. Tayyip yanına iki asistanını alarak gelir. Birisi şimdiki RTÜK Başkanı Zahid Akman diğeri ise daha sonra Kanal-7’nin sahibi olacak Zekeriya Kahraman’dır. Yemekte Almanya’dan aktarılan parayla Kanal 7’nin kurulma projesi gündeme getirilir, pazarlık konusu tartışılır.

Türkiye’deki Deniz Feneri Derneği’nin faaliyetleri de şeytana pabucunu ters giydirir… Bir makbuza göre, 20 Mart 2003 tarihinde 80 haneli Süleymaniye Muhtarlığı’na tam 140 ton gıda yardımı yapılmış. Belgede muhtarın mührü de var. Ancak muhtar, böyle bir yardım almadıklarını, 1500 kişinin yaşadığı belde’de 140 ton gıda yardımını koyacak bir yer bile olmadığını söylüyor. Balıkesir’in Aşağı Şapçı Köyü’nde de benzer bir olay yaşanmış. Dernek temsilcileri köye gitmişler köylülere ihtiyaçlarını sormuşlar, miktar haneleri boş makbuzları imzalatıp tüymüşler. Köydekiler hiçbir yardım almadıklarını söylüyorlar.

Dönelim Almanya’ya… Dava sonuçlandı: Bağış paralarını amaç dışında kullanmaktan suçlu bulunan Mehmet Gürhan 5 yıl 10 ay, Mehmet Taşkan 2 yıl 9 ay, Firdevsi Ermiş 1 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Hâkim Jochen Müller, “Almanya’da bildiğim en büyük bağış skandalı. Bütün ipler Kanal 7’nin elindeydi. Gürhan ve Taşkan; Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik ve Zahid Akman’dan gelen talimatlara göre hareket ettiler. Baş sorumlular Türkiye’deydi” dedi. Fener davasına kilitlenen Türk kamuoyu olanları hayret ve ibretle izledi. Bizce işin en ilginç yanı şu:

Hıristiyan bir ülkede Hıristiyan bir yargıç, Müslüman’ı dolandıran Müslüman’dan hesap soruyor, Müslüman’ın başbakanı Hıristiyan’a bakakalıyor…

Ömer Hayyam olsa ne derdi dersiniz!

 

İsyan edip karşında duracağım, nerdesin?

Karanlığı ışığa yoracağım, nerdesin?

İbadete karşılık cenneti alacaksam

“Bağış mı? ticaret mi?” soracağım, nerdesin?

 

Başbakan öfkeli, Başbakan kızgın… Ülkede yolsuzluk, işsizlik diz boyu, ekonomi hız kesmiş, büyüme durmuş, yoksulluk artmış, terör çok üzücü boyutlara ulaşmışken çare arayacağına, Almanya’da patlayan Deniz Feneri’ndeki yolsuzluk iddialarının üzerine gideceğine, bunları haber yapan gazeteleri ve Ana muhalefet Partisi CHP’yi suçluyor. Çok hazin! Doğan Medya Grubunun patronu Aydın Doğan’a ateş püskürüyor: “Seni ahlaksız ilan ederim” diyor.  Doğan da altında kalır mı? O da: “Sicil amirim Başbakan değildir.” Yanıtını veriyor. Başbakan’ın daha da ileri giderek, “Emirle yazı yazan köşe yazarı, silahşorlar” dediği gazeteciler de Başbakan’a yanıt vermek de gecikmiyorlar: “…hiç kusura bakmasın! Yolsuzluk, dolandırıcılık yapan –Almanya’daki Deniz Feneri derneği dâhil- kendisine yakın görünenler de olsa, gerçeği yazacağız. Bizim işimiz bu! Bunu da böyle bilsin!” Fener-ampul ilişkisinin aydınlatılmasında son nokta diyebileceğimiz Başbakan Tayyip Erdoğan’ın haberleri duyuran gazeteler için boykot çağrısında bulunması bize yine usta şair Ömer Hayyam’ın şu dizelerini anımsatıyor:

 

Kör cehalet çirkefleştirir insanları.

Suskunluğum asaletimdendir.

Her lafa verecek bir yanıtım var elbet

Lakin lâfa bakarım... Bir de söyleyene… Adam mı diye

 

Kafkaslarda da işler karışık. Rusya Gürcistan’ı üç’e böldü. Tayyip Bey’in “İstikrar Paktı” fiyaskoyla sonuçlansa da aynı günlerde Çankaya köşkü, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığının birinci yıl dönümünü sevinçle kutluyordu. Gül 114 yasayı, 1300 küsur kararnameyi onaylamış, 17 dış geziye katılmış, iç geziler de yapmış… “Çankaya sofraları” düzenlemiş, pastırmalı yumurta ikram etmiş. Ama “Atatürk ilke ve inkılâplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalma” yeminini yerine getirdiğini söylemek hiç olası görülmüyor. Gül ve köşk denilince, akla kayıp trilyon davası, hazine’nin zarara uğratılması geliyor. Bu konuda en ön planda sorumluluk taşıyan iki kişiden biri Gül, diğeri Erbakan Hoca... Zarara uğrayan hazinenin başındaki Maliye Bakanı Unakıtan, işin peşini kovalamak yerine Gül’ü affediyor, onu yargılanmaktan kurtarıyor. Böylece Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Gül, Erbakan’ı, Başbakan RTE de Maliye Bakanı’nı affediyor… Halkalar kuvvetlice birbirine ekleniyor. Ve dokunulmazlıklara dokunulmamakla Başbakan, 79 AKP milletvekilini affetmiş oluyor… Halkımız ne yapıyor! Bir kilo kömür, yarım kilo nohut karşılığında afçıları iktidara taşıyor... Azla yetinmeyi bilen sevgili halkımıza ne derdi acaba Hayyam usta:

 

Niceleri geldi, neler neler istediler,

Sonunda dünyayı böyle bırakıp gittiler…

Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?

O gidenler de hep senin gibiydiler

 

Ramazan geldi, gitti… Kutlu olsun…

Oruçlar tutuldu, camiler doldu. Ramazan Müslümanları ahkâm kestiler. Oruç tutmayanlara düşman gözüyle baktılar. Teravihe gitmeyenleri eleştirdiler. Müslüman olan olmayan, oruç tutan, tutmayan iftar çadırlarını doldurdu. Yenildi içildi. Ramazan bereketi denildi. İstanbul’da 26 ilçe Belediyesi’nin 50 çadırında her gün 180 bin kişi karnını doyurdu. Başkent Ankara’da 30 ayrı yerde, 18 bin kişi her gün iftarını açtı. Belediyeler, muhtaç ailelere her gün paket paket iftarlık dağıttı. Rakamlar bize Türkiye genelinde yaklaşık 20 milyon muhtaç olduğunu gösteriyor. Ve AKP iktidarı bu yirmi milyon aç insanı din-iman adına otuz gün doyurmayı, açılan çadırları başarı sanıyor… Oysa bunun adı düpedüz Ramazan sömürüsü… Ne derdi acaba Hayyam usta:

 

İçin temiz olmadıktan sonra,

Hacı hoca olmuşsun kaç para…

Hırka, tespih, post, seccade güzel de,

Ama Tanrı kanar mı bunlara?

 

Mahalle baskısına bir de belediye baskısı eklendi… Belediye zabıtası, içki satan dükkân sahibi Metin Şahin’i güpegündüz hem de başkentin göbeğinde çivili sopalarla dövdü… Eli sopalı Zabıta memuru Bahri Şahin, ‘vukuatlı’ çıktı. Şahin’in Yozgat Yerköy’de Zabıta Müdürü olduğu 1998’de Devlet Hastanesini basıp Başhekim yardımcısı Erdal Sarıca’yı hastalarının önünde dövdüğü belirlendi. Olayın geçtiği Keçiören Belediyesi Zabıta Müdürü İsmet Öztürk’ün ise, 8 ay önce çökertilen bir çetenin liderinden telefonla talimat aldığı gerekçesiyle gözaltına alındığı ortaya çıktı.

Tarihi Moda İskelesi’nde de içki yasağı konuldu. Modalıların, “hayat tarzımıza müdahale etmenize izin vermeyeceğiz” diyerek her Cuma günü Moda İskelesi’nde buluşarak içki içtikleri, AKP iktidarını protesto ettikleri haber veriliyor.

Türkiye’nin tüm şehirlerindeki içki ruhsatlı lokanta, kulüp ve benzeri yerleri kırmızı bölgelerde toplama amacıyla başlayan ve Danıştay’dan dönen proje sonrası iş çığırından çıktı… Tüm AKP’li Belediyelerin süresi biten belediye mekânlarında uyguladıkları içki yasağına Milli Eğitim Bakanı da katıldı. Öğretmen evlerini belediyelere benzetti. Hayyam usta yaşasaydı ne derdi:

 

Sen bu dünyanın sırrına eremezsin,

Erenlerin dilini de sökemezsin…

Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyanı

Öteki cennete ya girer, ya giremezsin..

 

Laik Türkiye hızla yok ediliyor… İstanbul Gaziosmanpaşa’da metro istasyonuna tarikat yuvası Mescid-i Selam Külliyesi’nin adı verildi. SHP’nin Bursa’nın Osmangazi, Yıldırım ve Nilüfer ilçelerine astığı “Ne şeriat ne darbe” yazılı pankartlar söküldü, Kestel ilçesine asılan pankart parçalandı.

Başbakan, “Benim partimin belediyeleri bu noktada olumsuz tavır içine giremezler” dedi. Peki, Hayyam usta ne derdi:

 

 Ey kara cübbeli.. senin gündüzün gece..

 Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere..

 Onlar yaratanın sanatı peşindeler,

 Seninse aklın abdest bozan şeylerde...

 

Yaz aylarını geride bıraktık… Anayasa Mahkemesinin kapat(ma)ma kararı, büyük kentlere ulaşan terör, Orman yangınları, trafik kazaları, sıcaklar, susuzluk, yolsuzluk, yoksulluk, Başbakanın kendisini “çevrecinin daniskası” ilan etmesiyle 2006 yaz ayları anılar hanemizde yerini aldı. Bir de plajlarımızın görüntüsü vardı zihinlere kazınan… Başındaki türbanından çok altındaki dar eteğe gözlerin takıldığı bayanlar, Diz altına uzanan haşemalı baylarla Arabistanı anımsatan 2008 Türkiye’si… Kısaca iman ile siyasetin temsilcisi AKP’nin toplumu. Hayyam usta ne derdi acaba?   

 

Kim görmüş bu cenneti cehennemi?

Kim gitmiş de getirmiş haberini?

Kimselerin bilmediği bir dünya

Özlenmeye,  korkunmaya değer mi?

 

Cumhurbaşkanı bir yandan Başbakan öte yandan turlayıp duruyorlar. Birisi İstanbul’da Anıtkabir’i ziyaret teferruattır” diyen şeriat devleti İran’ın Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin “soykırım yapmakla” suçladığı “Darfur Kasabı” Sudan Devlet Başkanını ağırlarken diğeri, ortaya attığı “Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Platformu” için Moskova’ya Gürcistan’a koşuyor. İçerideyse yasaklar, yoksulluk ve yolsuzluk almış başını gidiyor. Kıbrıs, Ege, Güney Doğu çözüm bekliyor… AKP ne yapıyor: Denge tazminatı uygulamasında saf dışı bıraktığı imamları nasıl ikna edeceğini düşünüyor. La havle… Hayyam usta’ya soralım:

 

Sen sofusun hep dinden dem vurursun,

Bana da sapık dinsiz der durursun..

Peki, ben ne görünüyorsam o'yum.

Ya sen? sen ne görünüyorsan o'musun?

 

Kıbrıs işi çıkmazda… Daha doğrusu gelişmeler ulusal politikanın tam tersi yönde… Neydi Türkiye’nin tezi: “İki halklı, iki kesimli, iki kurucu devletin eşit siyasi statüde olacakları yeni bir yapı…” Peki, KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile Rum lideri Hristofyas arasındaki görüşmenin resmi açıklaması ne diyor: “İki lider, prensipte anlaştıkları tek egemenlik ve tek vatandaşlık konusunu görüştüler.” Sözün kısası Talat, KKTC’nin Kıbrıs devletini temsil eden Rum yönetimine eklemlenmesi ve Kıbrıs Türk halkının Rum hâkimiyeti altına sokularak azınlık hüviyetine indirgenmesini onaylamış oluyor. İyi pazarlamacı Talat. Helal Olsun… Hayyam usta ne dersin?

 

Dünya üç beş bilgisizin elinde,

Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde..

Üzülme sen, eşek eşeği beğenir,

Bir hayır var sana kötü demelerinde..

 

AKP kurucusu ve yüksek disiplin kurulu üyesi İsmail Safi’nin “Türkiye’de Muhafazakâr Siyaset ve Yeni Arayışlar” adlı kitabı çarpıcı anket bilgileri içeriyor. Örneğin, AKP’li milletvekillerinin annelerinin tamamı, eşlerinin de yüzde 83’ü kapalı. Annelerin yüzde 98’inin, eşlerin de yüzde 87’sinin ev kadını olduğunu ortaya koyan ankete göre, milletvekillerinin yüzde 78’i de kamuda türban serbestîsinden yana. Belediye başkanlarının ise yüzde 99’u annesinin başörtüsü taktığını açıklıyor. AKP’li milletvekili, belediye ve il başkanlarının yüzde 93’ü üniversitelerde başörtüsü serbest olmalı derken büyük çoğunluğu kamuda da serbest olmasından yana. Ankete katılanların yüzde 5’i ise, “Cumhuriyete gerek yok, demokrasi yeterlidir” diyor. Hayyam usta ne derdi?

 

Ey kör! bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!

Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!

Şu durmadan kurulup dağılan evrende,

Bir nefestir alacağı, o da boştur boş!

 

Bir Yaşar Büyükanıt geldi geçti…

Sayın başkan sizi, Dolmabahçe toplantısındaki giz, ancak beraberinde getirdiği tüyler ürpertici rivayetlere karşı gösterdiğiniz sabır ve tevekkül’le,

Sizi, rekor sayılabilecek paralarla, korunmanız için satın alınan otomobilinizle,

Sizi, orduyu tüm irticacılardan temizle(me)yip, iktidara yardımcı olduğunuz için şükranla,

Sizi, hayatını vatanına adamış Atatürkçü Orgeneral’lerin tıpkı vatan haini teröristler gibi tutuklanmasına kayıtsız kalışınızla, bigânelik ve vefasızlığınızla,

Ve… sizi,

“Atatürkçülük sözde değil öz’de olmalıdır” çıkışınızı bir daha tekrar etmemekteki ısrarınızla anacağız.

Güle Güle Yaşar Paşam, güle güle! ...

 

*

 

Ermenistan’ı Erivan’da 2-0 mağlup ettik. Cumhurbaşkanı Gül “giderim de, gitmem de…” derken gidiverdi Erivan’a… Soykırım Anıtı’na çelenk koymadı ama maçı Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’la yan yana izledi. Diyeceksiniz ki; “N’oldu yani, maça gitti de Ermeniler soykırım ve tarihsel iddialarından vazgeçip Türkiye ile dost mu oldular?” Haklısınız… Ama Ermeniler için kazanç oldu. “Türkiye dize geldi…” dediler.

 

*

 

Türkiye’ye gelen Fransız Milli Bilimsel Araştırma Merkezi görevlisi Dil Uzmanı Prof.Dr. Thomas Drew-Bear, Frigya’yı gün ışığına çıkarmak istediğini söyledi. Frig halkının genellikle tarım ve hayvancılıkla uğraştığını belirten Drew-Bear, “Atları, öküzleri ve katırları vardı. Kağnı kullanıyorlardı. Kadınların başları örtülüydü. Türkiye’de Frigya esintileri var.” Dedi.  Frig Vadisi’ne Doğu’dan, Kuzey’den ve Afrika’dan göçler olsa da Friglerin torunları hala bu vadide. Bilim adamının bu saptamasından yola çıkarak Frigyalılar hala yaşıyor diyebilir miyiz!

 

*

 

İsveç tarihinin kurucuları arasında yer alan Prof.Svden Lagerbring’in 1764’de yazdığı 58 sayfalık bir kitapta İsveçlilerin Türk kökenli olduğunu ve İsveççede yer alan Türkçe kelimelerin bunu ortaya koyduğunu söylüyor. Söz konusu kitabı ilk kez Türk kamuoyunun dikkatine sunan ve herhangi bir karşılık bulamayan ise Ali Nuri Dilmeç. Asıl adı Gustaf Nuring olan Dilmeç 1861’de İsveç’in Malmö kentinde doğmuş, 17 yaşında İstanbul’a gelip yerleşmiş, Ali Nuri ismini almış. Siyonizmin kurucusu Teodor Hertzl, Ali Nuri Bey’i, “Fraklı Osmanlı Vikingi” olarak tanımlamış. Neyse… Kitapta İsveç’in önemli tanrılarından Odin’in de Türk asıllı olduğu ifade ediliyor. “Bizim atalarımız Odin’in yoldaşları Türklerdir,” deniliyor. Odin yanında iki kurtla dolaşırmış…

 

*

 

“Kapıdaki Düşman” İngiltere’de piyasaya yeni çıkan bir kitap… Yazarı, Andrew Wheatcroft. Financial Times ve Daily Telegraph gazetelerinde yayımlanan tanıtım yazılarına bakılırsa kitap oldukça ilgi çekiyor. Kitap Avrupa’da Türk Korkusunu konu alıyor. Yazar aslında Avrupa’nın çeşitli ülkelerini yüzyıllar boyunca yönetmiş Habsburg Hanedanı ile Osmanlılar’ın uzun bir süre neden savaştıkları ve sonunda neden savaşmayı bıraktıkları sorusuna yanıt aramış. Türk korkusunun izleri 1071’de ortaya çıkmış, Osmanlı’nın 1863’te Viyana’yı kuşatmasıyla odak noktasına ulaşmış. Ve eğer Türkler Avrupa Birliğine girecek olurlarsa, Viyana’da yaşadıkları yenilginin tersine çevrilmesi anlamına geleceğini düşünüyorlar (mış).

 

*

2.Uluslararası Deniz Kültürü Festivali, 22 Ekim’de İzmir’de başlayacak. Festival, topluma çevre ve deniz kültürü bilinci aşılamayı, deniz temizliği ve deniz güvenliğine dikkat çekmeyi ve İstanbul’a 2010 Kültür başkenti olarak uluslararası denizcilik festivalleri merkezi olma özelliği kazandırmayı hedefliyor. Festival, Türk halkının denizi daha aktif kullanmasını ve denizin nimetlerinden faydalanmasını sağlamayı da amaçlıyor… İki şey anımsatıyor bize bu etkinlik. İlki deniziniz varsa feneriniz de olacak. İkincisi çevreci isek, Kızılağaç ormanlarını orman vasfından çıkaran yasanın mimarı, denizi kirleten balık çiftliklerine çare bulamayan, koyları beton yığınına çeviren RTE’nin sözünü unutmayacağız. Ne demişti Başbakan: “Ben çevrecilerin daniskasıyım…”

Evet… Şu mübarek ayda hilesini bilen de sillesini yiyen de ayakta. Bakalım, Kasımpaşa’dan başlayan yolculuk nerede ve zaman sona erecek!

 

Bayramınızı içten duygularımızla kutluyoruz.

Sağlıkta, huzurda, mutlulukta kalınız…