• ANAFİLYA YAZILARI
Yolsuzluk, dolandırıcılık aldı başını gidiyor…
Bu kez Fener olayı var gündemde. Kısaca gelişmeleri
anımsatalım:
Mehmet Karasu adında bir şahıs, aslında “tarla” olan bir
araziyi sahiplerinden satın aldıktan sonra, Belediye’nin
ayarlaması sonucu o yörenin “ticari alana açık bölge”
olmasını sağlamış ve 3 milyon 400 bin YTL’ye aldığı
arsayı, plan değişikliği yapıldıktan sonra 16 küsur
milyon YTL’ye, Tesco Kipa isimli bir yabancı şirkete
satmıştı. CHP Meclis Grup Başkanvekili Kemal
Kılıçdaroğlu’nun bu danışıklı dövüş işleminde AKP Genel
Başkan Yardımcısı ve Sakarya milletvekili Şaban
Dişli’nin 1 milyon ABD Doları tutarında para aldığına
ilişkin belgeyi ortaya koymasından sonra da adına
“Dişli” denilen olay patlamıştı. Yolsuzluklara damardan
gireceğini her fırsatta yenileyen Başbakan RTE, bu
konuda susmuş Dişli ise AKP üst yönetimince görevinden
istifa ettirilmişti.
Dişli olayı henüz soğumamıştı ki bu kez Gaziantep’den
ses geldi… Nuri Üysen adında AKP’li bir iş adamı
Şehitkamil Belediyesi sınırları içindeki Güvenevler
Mahallesi’nde, 120 dönümlük araziyi 14 milyon YTL
karşılığında sahiplerinden satın almış, 3 gün sonra da
bir Lüksemburg firmasına 87 milyon 500 bin YTL
karşılığında satmıştı! ... 72 saat içinde 73 milyon 500
bin YTL’yi tokatlayan Üysen, Büyükşehir Belediyesine de,
“Arsanın 55 dönümlük kısmını size bağışlayalım, planda
istediğimiz değişikliği yapın” demişti. AKP’li Belediye
de 55 dönümün 27,5’unu kendisine ayırarak 27,5 dönümünü
de Şehitkamil Belediyesi’ne vererek işlemi tamamlamıştı.
Ne var ki satıştan kısa bir süre sonra Şehitkamil
Belediyesi işleme itiraz edince, pasta paylaşılamamış,
kavga çıkmış, mahkeme kapısına sıralanmışlardı.
Ardından Fener olayı geldi…
Almanya’da yaşayan Elif Fatma Oruç, sevgilisi olduğu
söylenen Mehmet Gürhan’ın evli olduğunu öğrenince terk
etmişti. Kırgın ve kızgındı… Oturdu Bölge Valiliği’ne
bir mektup yazdı. Gürhan’ın ‘kriminal adam’ olduğunu
ihbar etti. Mehmet Gürhan Almanya’daki Deniz Feneri
Derneği’nin eski başkanı, Almanya’dan yayın yapan Euro 7
adlı televizyonun da eski genel müdürüydü. Olaya el
koyan Frankfurt savcısı Gürhan’ın dolandırıcılık yaptığı
sonucuna vararak tutukladı. Derken Frankfurt Eyalet
Mahkemesi’nde duruşma başladı. Salona elleri kelepçeli
getirilen Gürhan önce konuşmadı… Dernek muhasebecisi
Firdevsi Ermiş ise Alman savcı Kerstin Lotz’un iddiasını
doğruladı. Buna göre: Almanya’daki camilerde,
“yoksullara yardım” adı altında topladıkları 41 milyon
600 bin Euro parayı kaçak yollarla Türkiye’ye getirip,
azını “yardım” faaliyetinde kullanarak, gerisini kendi
şirketlerine aktarmışlar. Parayı taşıyanlar –yani
kuryelik yapanlar- arasında derneğin ortaklarından Zahid
Akman’ın da adı geçiyor. AKP’li RTÜK Başkanı Akman,
“Müslümanları kandırarak toplanan paraları Türkiye’ye
getirip deve yapmaktan” sanık. Beş yıl süreyle
Almanya’ya girmesi de yasak! ... Mahkemece
sorgulananlardan Mehmet Taştan, bağış paralarının
Türkiye’ye aktarıldığını, hatta bir kez, Kanal 7
binasında yönetici Zekeriya Karaman’a 200 bin Euro para
götürdüğünü itiraf ediyor. Mahkeme özellikle,
Türkiye’deki Kanal 7 ile Deniz Feneri Derneği arasındaki
ilişkiye dikkat çekiyor. Hatırlayacaksınız Deniz Feneri
Derneği’ne 17 Nisan 2006 tarihinde Bakanlar Kurulu
kararıyla “kamu yararına çalışan dernek” statüsü
verilmiş, -Allah adına (!) toplanan paranın vergisi olur
mu dercesine- her türlü vergiden muaf tutulmuştu.
Yetmemiş, TBMM eski Başkanı Bülent Arınç tarafından
‘üstün hizmet’ madalyasıyla ödüllendirilmişti.
İktidar yanlısı Kanal 7’nin kuruluş öyküsü de Fener
olayı ile aydınlandı… 1993 yılında Türkiye Gazetesi
temsilcisi olan Yeniçağ Gazetesi yazarı Sabahattin
Önkibar, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip
Erdoğan’ı Büyük Ankara Oteli’nde yemeğe davet eder.
Tayyip yanına iki asistanını alarak gelir. Birisi
şimdiki RTÜK Başkanı Zahid Akman diğeri ise daha sonra
Kanal-7’nin sahibi olacak Zekeriya Kahraman’dır. Yemekte
Almanya’dan aktarılan parayla Kanal 7’nin kurulma
projesi gündeme getirilir, pazarlık konusu tartışılır.
Türkiye’deki Deniz Feneri Derneği’nin faaliyetleri de
şeytana pabucunu ters giydirir… Bir makbuza göre, 20
Mart 2003 tarihinde 80 haneli Süleymaniye Muhtarlığı’na
tam 140 ton gıda yardımı yapılmış. Belgede muhtarın
mührü de var. Ancak muhtar, böyle bir yardım
almadıklarını, 1500 kişinin yaşadığı belde’de 140 ton
gıda yardımını koyacak bir yer bile olmadığını söylüyor.
Balıkesir’in Aşağı Şapçı Köyü’nde de benzer bir olay
yaşanmış. Dernek temsilcileri köye gitmişler köylülere
ihtiyaçlarını sormuşlar, miktar haneleri boş makbuzları
imzalatıp tüymüşler. Köydekiler hiçbir yardım
almadıklarını söylüyorlar.
Dönelim Almanya’ya… Dava sonuçlandı: Bağış paralarını
amaç dışında kullanmaktan suçlu bulunan Mehmet Gürhan 5
yıl 10 ay, Mehmet Taşkan 2 yıl 9 ay, Firdevsi Ermiş 1
yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Hâkim Jochen
Müller, “Almanya’da bildiğim en büyük bağış skandalı.
Bütün ipler Kanal 7’nin elindeydi. Gürhan ve Taşkan;
Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik ve Zahid
Akman’dan gelen talimatlara göre hareket ettiler. Baş
sorumlular Türkiye’deydi” dedi. Fener davasına
kilitlenen Türk kamuoyu olanları hayret ve ibretle
izledi. Bizce işin en ilginç yanı şu:
Hıristiyan bir ülkede Hıristiyan bir yargıç, Müslüman’ı
dolandıran Müslüman’dan hesap soruyor, Müslüman’ın
başbakanı Hıristiyan’a bakakalıyor…
Ömer Hayyam olsa ne derdi dersiniz!
İsyan edip karşında duracağım, nerdesin?
Karanlığı ışığa yoracağım, nerdesin?
İbadete karşılık cenneti alacaksam
“Bağış mı? ticaret mi?” soracağım, nerdesin?
Başbakan öfkeli, Başbakan kızgın… Ülkede yolsuzluk,
işsizlik diz boyu, ekonomi hız kesmiş, büyüme durmuş,
yoksulluk artmış, terör çok üzücü boyutlara ulaşmışken
çare arayacağına, Almanya’da patlayan Deniz Feneri’ndeki
yolsuzluk iddialarının üzerine gideceğine, bunları haber
yapan gazeteleri ve Ana muhalefet Partisi CHP’yi
suçluyor. Çok hazin! Doğan Medya Grubunun patronu Aydın
Doğan’a ateş püskürüyor: “Seni ahlaksız ilan ederim”
diyor. Doğan da altında kalır mı? O da: “Sicil amirim
Başbakan değildir.” Yanıtını veriyor. Başbakan’ın daha
da ileri giderek, “Emirle yazı yazan köşe yazarı,
silahşorlar” dediği gazeteciler de Başbakan’a yanıt
vermek de gecikmiyorlar: “…hiç kusura bakmasın!
Yolsuzluk, dolandırıcılık yapan –Almanya’daki Deniz
Feneri derneği dâhil- kendisine yakın görünenler de
olsa, gerçeği yazacağız. Bizim işimiz bu! Bunu da böyle
bilsin!” Fener-ampul ilişkisinin aydınlatılmasında son
nokta diyebileceğimiz Başbakan Tayyip Erdoğan’ın
haberleri duyuran gazeteler için boykot çağrısında
bulunması bize yine usta şair Ömer Hayyam’ın şu
dizelerini anımsatıyor:
Kör cehalet çirkefleştirir insanları.
Suskunluğum asaletimdendir.
Her lafa verecek bir yanıtım var elbet
Lakin lâfa bakarım... Bir de söyleyene… Adam mı diye
Kafkaslarda da işler karışık. Rusya Gürcistan’ı üç’e
böldü. Tayyip Bey’in “İstikrar Paktı” fiyaskoyla
sonuçlansa da aynı günlerde Çankaya köşkü, Abdullah
Gül’ün Cumhurbaşkanlığının birinci yıl dönümünü sevinçle
kutluyordu. Gül 114 yasayı, 1300 küsur kararnameyi
onaylamış, 17 dış geziye katılmış, iç geziler de yapmış…
“Çankaya sofraları” düzenlemiş, pastırmalı yumurta ikram
etmiş. Ama “Atatürk ilke ve inkılâplarına ve laik
Cumhuriyet ilkesine bağlı kalma” yeminini yerine
getirdiğini söylemek hiç olası görülmüyor. Gül ve köşk
denilince, akla kayıp trilyon davası, hazine’nin zarara
uğratılması geliyor. Bu konuda en ön planda sorumluluk
taşıyan iki kişiden biri Gül, diğeri Erbakan Hoca...
Zarara uğrayan hazinenin başındaki Maliye Bakanı
Unakıtan, işin peşini kovalamak yerine Gül’ü affediyor,
onu yargılanmaktan kurtarıyor. Böylece Cumhurbaşkanlığı
koltuğunda oturan Gül, Erbakan’ı, Başbakan RTE de Maliye
Bakanı’nı affediyor… Halkalar kuvvetlice birbirine
ekleniyor. Ve dokunulmazlıklara dokunulmamakla Başbakan,
79 AKP milletvekilini affetmiş oluyor… Halkımız ne
yapıyor! Bir kilo kömür, yarım kilo nohut karşılığında
afçıları iktidara taşıyor... Azla yetinmeyi bilen
sevgili halkımıza ne derdi acaba Hayyam usta:
Niceleri geldi, neler neler istediler,
Sonunda dünyayı böyle bırakıp gittiler…
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
Ramazan geldi, gitti… Kutlu olsun…
Oruçlar tutuldu, camiler doldu. Ramazan Müslümanları
ahkâm kestiler. Oruç tutmayanlara düşman gözüyle
baktılar. Teravihe gitmeyenleri eleştirdiler. Müslüman
olan olmayan, oruç tutan, tutmayan iftar çadırlarını
doldurdu. Yenildi içildi. Ramazan bereketi denildi.
İstanbul’da 26 ilçe Belediyesi’nin 50 çadırında her gün
180 bin kişi karnını doyurdu. Başkent Ankara’da 30 ayrı
yerde, 18 bin kişi her gün iftarını açtı. Belediyeler,
muhtaç ailelere her gün paket paket iftarlık dağıttı.
Rakamlar bize Türkiye genelinde yaklaşık 20 milyon
muhtaç olduğunu gösteriyor. Ve AKP iktidarı bu yirmi
milyon aç insanı din-iman adına otuz gün doyurmayı,
açılan çadırları başarı sanıyor… Oysa bunun adı düpedüz
Ramazan sömürüsü… Ne derdi acaba Hayyam usta:
İçin temiz olmadıktan sonra,
Hacı hoca olmuşsun kaç para…
Hırka, tespih, post, seccade güzel de,
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
Mahalle baskısına bir de belediye baskısı eklendi…
Belediye zabıtası, içki satan dükkân sahibi Metin
Şahin’i güpegündüz hem de başkentin göbeğinde çivili
sopalarla dövdü… Eli sopalı Zabıta memuru Bahri Şahin,
‘vukuatlı’ çıktı. Şahin’in Yozgat Yerköy’de Zabıta
Müdürü olduğu 1998’de Devlet Hastanesini basıp Başhekim
yardımcısı Erdal Sarıca’yı hastalarının önünde dövdüğü
belirlendi. Olayın geçtiği Keçiören Belediyesi Zabıta
Müdürü İsmet Öztürk’ün ise, 8 ay önce çökertilen bir
çetenin liderinden telefonla talimat aldığı gerekçesiyle
gözaltına alındığı ortaya çıktı.
Tarihi Moda İskelesi’nde de içki yasağı konuldu.
Modalıların, “hayat tarzımıza müdahale etmenize izin
vermeyeceğiz” diyerek her Cuma günü Moda İskelesi’nde
buluşarak içki içtikleri, AKP iktidarını protesto
ettikleri haber veriliyor.
Türkiye’nin tüm şehirlerindeki içki ruhsatlı lokanta,
kulüp ve benzeri yerleri kırmızı bölgelerde toplama
amacıyla başlayan ve Danıştay’dan dönen proje sonrası iş
çığırından çıktı… Tüm AKP’li Belediyelerin süresi biten
belediye mekânlarında uyguladıkları içki yasağına Milli
Eğitim Bakanı da katıldı. Öğretmen evlerini belediyelere
benzetti. Hayyam usta yaşasaydı ne derdi:
Sen bu dünyanın sırrına eremezsin,
Erenlerin dilini de sökemezsin…
Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyanı
Öteki cennete ya girer, ya giremezsin..
Laik Türkiye hızla yok ediliyor… İstanbul
Gaziosmanpaşa’da metro istasyonuna tarikat yuvası
Mescid-i Selam Külliyesi’nin adı verildi. SHP’nin
Bursa’nın Osmangazi, Yıldırım ve Nilüfer ilçelerine
astığı “Ne şeriat ne darbe” yazılı pankartlar söküldü,
Kestel ilçesine asılan pankart parçalandı.
Başbakan, “Benim partimin belediyeleri bu noktada
olumsuz tavır içine giremezler” dedi. Peki, Hayyam usta
ne derdi:
Ey kara cübbeli.. senin gündüzün gece..
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere..
Onlar yaratanın sanatı peşindeler,
Seninse aklın abdest bozan şeylerde...
Yaz aylarını geride bıraktık… Anayasa Mahkemesinin
kapat(ma)ma kararı, büyük kentlere ulaşan terör, Orman
yangınları, trafik kazaları, sıcaklar, susuzluk,
yolsuzluk, yoksulluk, Başbakanın kendisini “çevrecinin
daniskası” ilan etmesiyle 2006 yaz ayları anılar
hanemizde yerini aldı. Bir de plajlarımızın görüntüsü
vardı zihinlere kazınan… Başındaki türbanından çok
altındaki dar eteğe gözlerin takıldığı bayanlar, Diz
altına uzanan haşemalı baylarla Arabistanı anımsatan
2008 Türkiye’si… Kısaca iman ile siyasetin temsilcisi
AKP’nin toplumu. Hayyam usta ne derdi acaba?
Kim görmüş bu cenneti cehennemi?
Kim gitmiş de getirmiş haberini?
Kimselerin bilmediği bir dünya
Özlenmeye, korkunmaya değer mi?
Cumhurbaşkanı bir yandan Başbakan öte yandan turlayıp
duruyorlar. Birisi İstanbul’da Anıtkabir’i ziyaret
teferruattır” diyen şeriat devleti İran’ın Cumhurbaşkanı
Ahmedinejad ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin
“soykırım yapmakla” suçladığı “Darfur Kasabı” Sudan
Devlet Başkanını ağırlarken diğeri, ortaya attığı
“Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Platformu” için
Moskova’ya Gürcistan’a koşuyor. İçerideyse yasaklar,
yoksulluk ve yolsuzluk almış başını gidiyor. Kıbrıs,
Ege, Güney Doğu çözüm bekliyor… AKP ne yapıyor: Denge
tazminatı uygulamasında saf dışı bıraktığı imamları
nasıl ikna edeceğini düşünüyor. La havle… Hayyam usta’ya
soralım:
Sen sofusun hep dinden dem vurursun,
Bana da sapık dinsiz der durursun..
Peki, ben ne görünüyorsam o'yum.
Ya sen? sen ne görünüyorsan o'musun?
Kıbrıs işi çıkmazda… Daha doğrusu gelişmeler ulusal
politikanın tam tersi yönde… Neydi Türkiye’nin tezi:
“İki halklı, iki kesimli, iki kurucu devletin eşit
siyasi statüde olacakları yeni bir yapı…” Peki, KKTC
Cumhurbaşkanı Talat ile Rum lideri Hristofyas arasındaki
görüşmenin resmi açıklaması ne diyor: “İki lider,
prensipte anlaştıkları tek egemenlik ve tek vatandaşlık
konusunu görüştüler.” Sözün kısası Talat, KKTC’nin
Kıbrıs devletini temsil eden Rum yönetimine eklemlenmesi
ve Kıbrıs Türk halkının Rum hâkimiyeti altına sokularak
azınlık hüviyetine indirgenmesini onaylamış oluyor. İyi
pazarlamacı Talat. Helal Olsun… Hayyam usta ne dersin?
Dünya üç beş bilgisizin elinde,
Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde..
Üzülme sen, eşek eşeği beğenir,
Bir hayır var sana kötü demelerinde..
AKP kurucusu ve yüksek disiplin kurulu üyesi İsmail
Safi’nin “Türkiye’de Muhafazakâr Siyaset ve Yeni
Arayışlar” adlı kitabı çarpıcı anket bilgileri içeriyor.
Örneğin, AKP’li milletvekillerinin annelerinin tamamı,
eşlerinin de yüzde 83’ü kapalı. Annelerin yüzde 98’inin,
eşlerin de yüzde 87’sinin ev kadını olduğunu ortaya
koyan ankete göre, milletvekillerinin yüzde 78’i de
kamuda türban serbestîsinden yana. Belediye
başkanlarının ise yüzde 99’u annesinin başörtüsü
taktığını açıklıyor. AKP’li milletvekili, belediye ve il
başkanlarının yüzde 93’ü üniversitelerde başörtüsü
serbest olmalı derken büyük çoğunluğu kamuda da serbest
olmasından yana. Ankete katılanların yüzde 5’i ise,
“Cumhuriyete gerek yok, demokrasi yeterlidir” diyor.
Hayyam usta ne derdi?
Ey kör! bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende,
Bir nefestir alacağı, o da boştur boş!
Bir Yaşar Büyükanıt geldi geçti…
Sayın başkan sizi, Dolmabahçe toplantısındaki giz, ancak
beraberinde getirdiği tüyler ürpertici rivayetlere karşı
gösterdiğiniz sabır ve tevekkül’le,
Sizi, rekor sayılabilecek paralarla, korunmanız için
satın alınan otomobilinizle,
Sizi, orduyu tüm irticacılardan temizle(me)yip, iktidara
yardımcı olduğunuz için şükranla,
Sizi, hayatını vatanına adamış Atatürkçü Orgeneral’lerin
tıpkı vatan haini teröristler gibi tutuklanmasına
kayıtsız kalışınızla, bigânelik ve vefasızlığınızla,
Ve… sizi,
“Atatürkçülük sözde değil öz’de olmalıdır” çıkışınızı
bir daha tekrar etmemekteki ısrarınızla anacağız.
Güle Güle Yaşar Paşam, güle güle! ...
*
Ermenistan’ı Erivan’da 2-0 mağlup ettik. Cumhurbaşkanı
Gül “giderim de, gitmem de…” derken gidiverdi Erivan’a…
Soykırım Anıtı’na çelenk koymadı ama maçı Ermenistan
Cumhurbaşkanı Sarkisyan’la yan yana izledi. Diyeceksiniz
ki; “N’oldu yani, maça gitti de Ermeniler soykırım ve
tarihsel iddialarından vazgeçip Türkiye ile dost mu
oldular?” Haklısınız… Ama Ermeniler için kazanç oldu.
“Türkiye dize geldi…” dediler.
*
Türkiye’ye gelen Fransız Milli Bilimsel Araştırma
Merkezi görevlisi Dil Uzmanı Prof.Dr. Thomas Drew-Bear,
Frigya’yı gün ışığına çıkarmak istediğini söyledi. Frig
halkının genellikle tarım ve hayvancılıkla uğraştığını
belirten Drew-Bear, “Atları, öküzleri ve katırları
vardı. Kağnı kullanıyorlardı. Kadınların başları
örtülüydü. Türkiye’de Frigya esintileri var.” Dedi.
Frig Vadisi’ne Doğu’dan, Kuzey’den ve Afrika’dan göçler
olsa da Friglerin torunları hala bu vadide. Bilim
adamının bu saptamasından yola çıkarak Frigyalılar hala
yaşıyor diyebilir miyiz!
*
İsveç tarihinin kurucuları arasında yer alan Prof.Svden
Lagerbring’in 1764’de yazdığı 58 sayfalık bir kitapta
İsveçlilerin Türk kökenli olduğunu ve İsveççede yer alan
Türkçe kelimelerin bunu ortaya koyduğunu söylüyor. Söz
konusu kitabı ilk kez Türk kamuoyunun dikkatine sunan ve
herhangi bir karşılık bulamayan ise Ali Nuri Dilmeç.
Asıl adı Gustaf Nuring olan Dilmeç 1861’de İsveç’in
Malmö kentinde doğmuş, 17 yaşında İstanbul’a gelip
yerleşmiş, Ali Nuri ismini almış. Siyonizmin kurucusu
Teodor Hertzl, Ali Nuri Bey’i, “Fraklı Osmanlı Vikingi”
olarak tanımlamış. Neyse… Kitapta İsveç’in önemli
tanrılarından Odin’in de Türk asıllı olduğu ifade
ediliyor. “Bizim atalarımız Odin’in yoldaşları
Türklerdir,” deniliyor. Odin yanında iki kurtla
dolaşırmış…
*
“Kapıdaki Düşman” İngiltere’de piyasaya yeni çıkan bir
kitap… Yazarı, Andrew Wheatcroft. Financial Times ve
Daily Telegraph gazetelerinde yayımlanan tanıtım
yazılarına bakılırsa kitap oldukça ilgi çekiyor. Kitap
Avrupa’da Türk Korkusunu konu alıyor. Yazar aslında
Avrupa’nın çeşitli ülkelerini yüzyıllar boyunca yönetmiş
Habsburg Hanedanı ile Osmanlılar’ın uzun bir süre neden
savaştıkları ve sonunda neden savaşmayı bıraktıkları
sorusuna yanıt aramış. Türk korkusunun izleri 1071’de
ortaya çıkmış, Osmanlı’nın 1863’te Viyana’yı
kuşatmasıyla odak noktasına ulaşmış. Ve eğer Türkler
Avrupa Birliğine girecek olurlarsa, Viyana’da
yaşadıkları yenilginin tersine çevrilmesi anlamına
geleceğini düşünüyorlar (mış).
*
2.Uluslararası Deniz Kültürü Festivali, 22 Ekim’de
İzmir’de başlayacak. Festival, topluma çevre ve deniz
kültürü bilinci aşılamayı, deniz temizliği ve deniz
güvenliğine dikkat çekmeyi ve İstanbul’a 2010 Kültür
başkenti olarak uluslararası denizcilik festivalleri
merkezi olma özelliği kazandırmayı hedefliyor. Festival,
Türk halkının denizi daha aktif kullanmasını ve denizin
nimetlerinden faydalanmasını sağlamayı da amaçlıyor… İki
şey anımsatıyor bize bu etkinlik. İlki deniziniz varsa
feneriniz de olacak. İkincisi çevreci isek, Kızılağaç
ormanlarını orman vasfından çıkaran yasanın mimarı,
denizi kirleten balık çiftliklerine çare bulamayan,
koyları beton yığınına çeviren RTE’nin sözünü
unutmayacağız. Ne demişti Başbakan: “Ben çevrecilerin
daniskasıyım…”
Evet… Şu mübarek ayda hilesini bilen de sillesini yiyen
de ayakta. Bakalım, Kasımpaşa’dan başlayan yolculuk
nerede ve zaman sona erecek!
Bayramınızı içten duygularımızla kutluyoruz.
Sağlıkta, huzurda, mutlulukta kalınız…
|