|
• ANAFİLYA YAZILARI
Önce,
Cumhuriyetin 85.yılında mutlu olduğumuzu söyleyemeyiz.
Ucundan bucağından kemirilen cumhuriyetin neresine
sevinmeliyiz? Neresi coşkulu kılsın bizleri? Cumhuriyet
hiç bu kadar savunmasız, hiç bu kadar zavallı olmamıştı.
Türk insanı hiçbir zaman cumhuriyeti savunanları
hapishanelerde, ihanet edenlerini Meclis’te
düşünmemişti. İnsanımız hiçbir zaman cumhuriyeti yıkmak
isteyenlere teslim olmamıştı… Cumhuriyet düşmanlarını
nefretle kınıyor, vatan hainlerine bir kez daha lanet
ediyoruz.
Sonra,
Cumhuriyetimizi kuran O büyük insan…
Yetim büyüdü.
Üvey evlat oldu.
Tutuklandı.
Hapse atıldı.
Sürüldü.
İşsiz kaldı.
“Harcamalarım fazla değil, zira gelirim hep az”
diye not düştü sıkıntılı günlerinde…
Böbreklerinden hastalandı.
Göğsünden vuruldu.
Mesleğinden atıldı.
İdama çarptırıldı.
Kardeşleri öldü.
Çocuğu olmadı.
Karaciğeri iflas etti.
1996 Kayseri’nin
RP’li Belediye Başkanı Şükrü Karatepe onu anma
törenlerine katıldıktan sonra “İnancımıza saygı
duyulmadığı bir dönemde içim kan ağlayarak bugünkü
törenlere katıldım” dedi.
Dinci Başbakan ve partisi onu sevmedi.
Dinciler kabrini ziyaret etmedi.
Oysa O,
Bizi düşman esaretinden kurtarmış, cumhuriyetimizi
kurmuştu.
Evet... O, Mustafa Kemal Atatürk bundan 70 yıl önce 10
Kasım günü sabah
saat 9.05’te Dolmabahçe
Sarayı’nda, 57
yaşındayken hayata gözlerini yummuştu.
Gün geçmiyor ki onun yokluğunu aramayalım… Gün geçmiyor
ki onun adını anmayalım!
*
Ama şimdi, her sabah:
“Acaba bugün neler olacak? diye uyanıyoruz.
Olaysız gün yok! sorunsuz günümüz yok!
Siyasete bakıyoruz; gergin…
Ekonomiye dönüyoruz, önümüzü göremiyoruz.
Üniversite öğrencisi şaşkın, eğitim arapsaçı.
Köylü esnaf zor durumda.
Fabrikalarda üretim durdu. İşçiler işsiz.
Köylü dertli, işçi dertli, esnaf dertli, memur dertli.
Üretici dertli, tüketici dertli…
Toplum vurdum duymaz. Olup bitenleri özümseyen yok.
Peki, ne var? Sıralayalım:
Hani Başbakan Erdoğan’ın kendisini “savcısı” ilan
ettiği dava var ya, Ergenekon, Silivri Cezaevi’nde
başladı. Bizce davanın en önemli yanı, PKK terörüne
karşı savaşanları vatan hainliğiyle suçlarken Meclisteki
PKK yandaşlarının davaya müdahil olma istemleri ya da
cumhuriyeti ve ilkelerini korumak ve kollamak
isteyenlerin cumhuriyet’e karşı olduklarını belirten
iddianame sayfaları değil de, Türkiye’de ilk kez bir
ceza infaz kurumunda duruşma yapılmasıydı. 280 kişi için
hazırlanan salonda yaklaşık 400 kişinin bulunduğu
görülünce Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, “Mahkeme
belli olmadan, her nasılsa, nereye hizmetse burası
mahkeme salonu olarak yapılmış, şikayetçiyim” dedi,
duruşmayı erteledi. İlerleyen günlerde itiş kakış,
harala gürele derken iddianamenin okunmasına başlandı.
Bu satırlar yazılırken hala okunuyordu. Savcı Zekeriya
Öz biraz gayret etseydi belki de,
Michel Zevaco’nun
10 cilt 4368 sayfalık ünlü romanı
Pardayanlar’ına rakip
olabilecekti. Yazık oldu savcı Öz’e…
*
Altınova, 30 Eylül 2008…
Bu yer ve tarihi bir yere not ediniz. PKK’nın
kuşatmasındaki doğu kökenli vatandaşların Balıkesir’in
Ayvalık ilçesine bağlı Altınova Beldesi’nde ‘hır’
çıkartmak istedikleri tarihtir bu. Türk ve Kürt
vatandaşlar arasında husumetin aleniyete dönüştüğü
tarihtir bu… Nasıl olmuştu: Altınovalı ile “Doğu”
kökenli Murat Aksu arasındaki düşmanlık çılgınlık
noktasına ulaşınca Aksu kamyonetine atlamış ve
aralarında kızdığı kişinin de bulunduğu gruba dalmıştı.
Sonuçta 18 yaşındaki Oğuz Dörtkardeş ile 31 yaşındaki
Ezel Kırcalı ölmüş, 6 kişi de yararlanmıştı. Olay
sonrasında belde karışmış yöre halkı “Altınova
bizimdir, bizim kalacak”, “Kahrolsun PKK” sloganları
atarak yürüyüşe geçmiş, yol üzerindeki Doğulu
vatandaşlara ait işyerlerine saldırmışlardı. Gerginlik
günlerce giderilememişti… Ve bu sıcak gelişmenin
tartışmaları sürerken, bu kez de Hakkâri’nin Aktütün
Karakolu yakınındaki Bayraktepe’den 17 şehit haberi
geldi.
Şehitler toprağa verilirken Hava Kuvvetleri Komutanı
Org. Aydoğan Babaoğlu’nun Antalya’da golf oynarken
çekilmiş fotoğrafları yayımlandı! Paşanın topu deliğe
girdi mi bilinmez ama, terör
bilmem kaçıncı kez lanetlendi. Bilmem kaçıncı kez
şehitlere saygı mitingleri düzenlendi. Yine ağladık…
Derken DTP Doğu illerinde bir kalkışmaya davet çıkardı.
İsyandı bu ve Devlet nerede? sorusuna yol açtı.
Vatandaş Devlet’i araya dursun DTP Genel
Başkanı Ahmet Türk teröre destek çıktı: “Kürtler
direniyor ve kimliğine sahip çıkıyor.” Salt
Diyarbakır değil, Şanlıurfa’dan Viranşehir’e, Ağrı’dan
Doğu Beyazıt’a, Hakkari ve Şırnak’tan Kars ve
Tunceli’den İstanbul sokaklarına uzanan kalkışmanın sona
erdirilmesi mümkün mü? Mümkün elbette… Çözüm yolu
Anayasa’da belirtiliyor. Sözün kısası, söz konusu olan
Vatandır... “Vatan söz konusu ise gerisi
teferruattır…” Ezberimizde ve belleğimizde bu var…
Bu bilinçtir. Yaşadığı yere sahip olmak korumaktır.
Kimilerinin dediği gibi safsata değil, safsata olan
onlara dışarıdan şırınga edilen sloganlardır… Görünen o
ki, DTP dahi AKP iktidarına çare olamıyor.
*
Teröre ilişkin yalan, yanlış, yanlı haberler dürüst,
doğru, yansız habercilik yapan medyayı zedeliyor,
karalıyor. Evet, gazeteci yanlı olmalıdır. Kimden yana?
Devletten yana. Ve gazeteci öncelikle kanla, irfanla
kurulan laik cumhuriyeti gözü gibi korumak ve korumakla
görevli olmalıdır. Peki, dinci gazetelerin yanı sıra
aslında karşı taraf olan Taraf Gazetesi ne yaptı?
“Komutanlar bile bile 17 askerin şehit edilmesine göz
yumdular!” anlamında, “Aktütün’ü itiraf edin,
yoksa biz açıklarız!” diyerek TSK’ni hedef aldı,
haddini aşan tehditte bulundu, yayımladığı fotoğraflarla
kamuoyunu aldattı. Olayı, 125 kilometre uzaklıktaki
Kandil Dağına ait görüntüler ve yine olay yerinin 20
kilometre uzağındaki Kerikepe’ye ait fotoğraflarla
Aktütün karakolunun görüntüleriymiş gibi kamuoyuna
yansıttılar. Bölgeyi bilenler ve araştırmacı gazetecilik
yapanlar bu yalan haberi çok geçmeden çürüttüler.
Başbakan bile, Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un, “Bu
hain terör örgütünü başarılı gibi gösterenler, akan ve
akacak olan kanların sorumluluğuna da ortak olurlar.
Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet
ediyorum”, sözüne katılmak durumunda kaldı. Görünen
o ki; yandaş medya da
AKP iktidarına çare olamıyor.
*
TBMM’nin 3 yasama yılı, protestolarla başladı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ve kuvvet
komutanları açılış oturumuna katılmadı. Tunceli Bağımsız
Milletvekili Kamer Genç, “Laik demokratik
cumhuriyetin ilkelerine uymayan biri o köşk’te oturamaz.
Orada Atatürk’ün izleri kalmadı” diyerek salonu terk
etti. Cumhurbaşkanı Gül 25 sayfalık konuşmasında
yolsuzluklara hiç değinmediği gibi “Türkiye’nin
saydamlaşmasından duyduğu memnuniyeti” ifade etti.
CHP milletvekilleri Gül salona girdiğinde ayağa
kalkmadı, konuşmasını tamamladıktan sonra da
alkışlamadı. Görünen o ki, TBMM de
AKP iktidarı çare olamıyor.
*
Başbakan’ın “O bayrama şeker denmesine izin
vermeyin,” öz deyişine inat, şeker tadında bir
“Şeker Bayramı” geçirdik… Cumhurbaşkanı Ramazan ayının
bir bölümünde Amerika’daydı. Önce New York borsasına da
uğradı. “Umarım elin uğurlu gelir” dedi, gong’un
düğmesine bastı işlemleri başlattı. Ertesi gün ABD
temsilciler Meclisi ekonomiyi kurtaracak 700 milyar
doları tartışmaya başladı. Derken borsa çöktü… Başbakan
Erdoğan, “Kriz bizi yıkamaz, hamdolsun” derken
Amerikan doları bir gece ansızın 1.20 YTL’den 1.70
YTL’ye fırladı. Hükümete uyarılar yağdı. En son TÜSİAD
konuştu: “Çok endişeliyiz, derhal önlemler alınmalı.”
Küresel kriz, “bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler” anlayışını ezip geçti. Görünen o
ki, ekonomi de AKP iktidarına çare olamıyor.
*
Cumhurbaşkanı Gül ABD gezisinin New York durağında
Fetullah Gülen cemaatinin kuruluşu olan “Türk Kültür
Merkezi”nin Waldorf-Astoria Oteli’nde verdiği iftar
yemeğine katıldı. Onur konuğu olarak davet edilen
Zimbabve’nin kanlı diktatörü Robert Mugabe’yle aynı
masayı paylaştı. Doğrusu yakıştı Abdullah Gül’e… O arada
Başbakan Erdoğan, “Türkiye’yi kimse geri götüremez!”
dedi. Ertesi gün Türk sporcu Ömer Aslan, İtalya’da
düzenlenen Dünya Geri Geri Koşma Şampiyonası’nda dünya
rekoru kırarak, altın madalya kazandı.
İyi mi? …
*
Ergenekon bir yandan AKP yolsuzlukları öte yandan
tırmanıyor. Bu kez iki AKP’li kapıştı… İzmir’in Aliağa
İlçesi AKP’li Belediye Meclisi üyesi Safi Teymur, aynı
partiden Belediye Başkanı Tansu Kaya’yı hırsızlıkla
suçladı. Belediye Denetleme Komisyonu Başkanı olan
Teymur, para toplamada kullanılan yaklaşık 1600 sayfa
tutarındaki 40 cilt hizmet takip fişinin yok olduğunu,
belediyede görünen 10 koçandaki birkaç fişle sadece 18
bin YTL’lik tahsilat yapıldığını bunun da ortada
olmadığını söyledi. Teymur’un iddiasına göre, belediye
şirketinin başında olan ve adı akaryakıt kaçakçılığına
karışan şirket müdürü de eşyalarını yükleyip Aliağa’yı
terk etti. Kamuoyuna yansımayan başka AKP yolsuzlukları
da var. Örneğin, AKP Rize milletvekili Bayram Ali
Bayramoğlu hakkında, “30 Kasım 2004 tarihinde 120 ton
‘çay çöpü’nü işlenmiş Seylan Çayı diye ihraç etme
girişiminde bulunduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış.
Çerkezköy gümrüğünde yakalanan çayların gerçekte Sri
Lanka’dan ithal edilip işlenerek yurtdışına satılması
gereken çaylar olmadığı, böylece “toplu kaçakçılık”
suçunun işlendiği müfettişler tarafından rapora
bağlanmış…
Almanya’da 1300 üyenin hakkı olan teşvik primini
aldıktan sonra iflasını isteyerek vaat ettiği evleri
yapmayan yani dolandıran Zahid Akman’ı soracak
olursanız, RTÜK Başkanlık makamında oturuyor. “Onurlu
bir duruşla görevime devam edeceğim,” açıklamasını
yaptı. Kısası, dolandırıcılar dur durak demeden,
ellerini kollarını sallayarak Türkiye’yi yönetiyorlar.
Önümüzdeki günlerde 3 yolsuzluk dosyası daha
açıklanacak. CHP Grup Başkanvekili Kemal
Kılıçdaroğlu’nun hedefinde bu kez İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Yozgat Belediye Başkanı
Yusuf Bayer ile İstanbul 28.Noteri var. Görünen o ki,
AKP’liler AKP iktidarına çare olamıyor.
*
Başbakan, Mersin’de bir köylüye “Ananı da al git”
desturuyla başlayan temiz siyasetini! Ankara’da Deniz
Feneri karesinde fotoğrafını çekmek isteyen gazetecilere
“Edepsizlik, terbiyesizlik etme…” çıkışıyla
sürdürdü. Manisa Milletvekili, TBMM eski Başkanı Bülent
Arınç da Başbakanı aratmadı. AKP Turgutlu ilçe
kongresinde yaptığı konuşmada köylünün içinde bulunduğu
ekonomik sıkıntıları dile getiren bir köylüyü, “Sen
yalan söylüyorsun; bu kadar utanmazlık olur mu?”
sözleriyle azarladı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir
Mir Mehmet Fırat ise hem Başbakanı hem de Arınç’ı
gölgede bıraktı. TMMD’de düzenlenen ikili
TV.konuşmasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısında
eveledi geveledi, pişkin bir şekilde hakkındaki belgeli
yolsuzluk gerçeklerini saptırdı. En büyük ortağı olduğu
MENAS’ın ürünlerini yurt dışına götüren TIR’da 89 kilo
eroinin yakalanmasına mantıklı bir açıklama getiremedi.
Demek o ki, bizler sade vatandaş olarak yıllardır öküz
altında buzağı aradık durduk… Nafile! CHP Milletvekili
Kılıçdaroğlu geldi, aradı… Meğerse öküzün altında
buzdağı varmış!
Şair ne demişti “Erenler Sofrası”nda:
“Gönül sarhoş ayılmıyor
Bir nara ki duyulmuyor
Ne hikmetse doyulmuyor
Erenlerin sofrasında…”
*
Erdoğan 2001 seçimleri öncesinde, “Yolsuzluklara
damardan gireceğiz” söylemiyle dikkat çekmişti.
İktidarının ilk aylarında “hortum kesme”
edebiyatına yöneldi. Ali Dibo olayları patlak verdiğinde
“dürüst olmayanı yaşatmayacağım” dedi. Aradan iki
seçim, 7 yıl geçti. Dişli olayı tüy dikti. Önce sessiz
kaldı sonra, hangi adrese yönlendirdiği belli olmayan
“Tüyü bitmedik yetim hakkını kimseye yedirmem”
diyiverdi. İlginç rastlantıdır aynı tarihlerde dünya
çapında yolsuzluk ve rüşvetle mücadeleyi amaçlayan sivil
toplum örgütü “Uluslararası Saydamlık”, “2007 yılı
Yolsuzluk Algılama Endeksi”ni yayımladı. Buna göre
Türkiye 180 ülke arasında 64’üncü sırada yer aldı. Bir
önceki yıl 60’ıncı olan ülkemiz 4 kademe aşağıya inmiş…
Verilere göre, 2003 yılında 150 ihale iptal edilirken bu
rakam 2008’de 1202’ye çıkmış. Bir başka deyişle
yolsuzluk, tam 8 kat artmış. Günümüzün dilden dile
dolaşan fıkrası da bu raporu doğruluyor. Duymayanlar
için yineleyelim:
Delikanlı babasına sorar:
“Baba, küçük hırsız ile büyük hırsız arasındaki fark
nedir?”
Baba yanıt verir:
“Küçük hırsız soygun sırasında el feneri kullanır, büyük
hırsız ise deniz feneri kullanır oğlum…”
*
Ekonomi yönetimi “zart-zurt” ile sürdürülüyor… IMF ile
yeni anlaşma kapıda. Başbakan, “Ümüğümü sıkmazlarsa
anlaşırız” dedi. Oysa, 2008 yılı bütçesi, sadece
Eylül ayında 9,4 milyar YTL açık verdi. Bu açık, 69
aylık sürede, aylık bazda verilen en yüksek bütçe açığı…
Faiz dışı açık yönünden de 4,4 milyar YTL ile yine son
69 ayın en yüksek açığı verildi. Türkiye İstatistik
Kurumu, dört kişilik bir aile için aylık 255 YTL’nin
açlık sınırı olduğunu ilan etti. 255 YTL’yi önce dörde
sonra otuza bölecek olursak kişi başına 2.1 YTL düşecek…
Yoksulluk sınırının ise, 651 YTL’ye yükseldiği
açıklandı. Yine ailenin 4 kişiden oluştuğunu düşünecek
olursak kişi başına 16,28 YTL. Kira, su, elektrik,
ulaşım, okul masrafları gibi yaşamsal masrafları
saymasak; kömür’ü valiler, nohut, pirinç’i belediyeler
ücretsiz dağıtıyor desek ekmeği unutmuş oluruz. Diyelim
ekmek yiyemiyor… 4 kişi sabah, öğle, akşam 50 kuruşluk
simit yese, günde 12 simit 6 YTL. Ayda eder 180 YTL.
Başka yiyecek, içecek ve diğer zorunlu masrafları
saymasak da olur. Bu durumda ne yapacak. Diyet yapması
gerekecek. O halde açlık sınırı diyetini sunalım:
Günde porsiyonu 200 gramdan, 2 porsiyon süt-yoğurt, et
yiyemeyeceği için porsiyonu 100 gramdan 2 porsiyon kuru
bakla ve porsiyonu 100-150 gramdan az 3 porsiyon
meyve-sebze…
Afiyet olsun…
*
Sizler diyete devam ede durun, 2007 yılı vergi ödemesi
1325 YTL olan iş adamı Bursa’da oğluna üç gün, üç gece
sünnet töreni düzenledi 10 bin kişiyi ağırladı.
Helikopterle kiraladığı futbol sahasına inen emlakçi
İsmail Dengiz, oğlunu evlendirirken F-16’ya
bindireceğini ve AKP’den milletvekili olmak istediğini
söyledi. Aslında şaşıracak bir şey yok. Başbakan da
oğlunu 10 bin kişilik Lütfi Kırdar Kongre Salonu’nda
evlendirip, konuklarını Dolmabahçe Sarayında ağırlamamış
mıydı?
*
Anayasa Mahkemesi “Türban”la ilgili gerekçeli kararını
açıkladıktan sonra yandaş medyada müthiş bir yaylım ateş
başladı. Başta AKP yöneticileri olmak üzere, malum kalem
erbabı ve akademisyenler yasanın iptali sırasında
yaptıkları gibi ekranlara dizildiler:
·
“Anayasa Mahkemesi, kendisini milli iradenin üstüne
koymuştur.”
·
“Anayasa Mahkemesi, parlamentonun yetkisinde olan
Anayasa değişikliğinde tek yetkili hale gelerek milli
iradeyi yok farz etmiştir.”
·
“Meclis çoğunluğunun değil, bir partinin görüşüne uygun
karar verilmiştir.”
·
“Anayasa Mahkemesi, Anayasa’yı çiğnedi!”
AKP Grup Başkan vekilleri, parti yöneticileri, Adalet
Bakanı, Başbakan Yardımcısı ve son olarak da Başbakan bu
koroya katıldılar. Oysa, Kimin veya kimlerin zihniyeti
olursa olsun, ne deniyor mahkemenin gerekçesinde? “Bu
Anayasa değişikliği ile din, siyasete alet edilmiştir”
Başka ne diyor: Anayasa’nın laiklik ilkesine aykırı
değişiklikler yaptınız diyor. Türban iptalinin gerekçesi
ile yaratılan gerginlik tırmandırıldıkça tırmandırıldı.
Ve sıra AKP ile ilgili kapatılma davasının gerekçesine
dayandı. Kararın gerekçesini okurken, “Kapatmamak
için çok zorlanmışlar” diyebiliriz. Gerçekten
zorlanmışlar. AKP iktidarının AB çabalarına dayanmışlar.
Yine de yüce mahkemenin, Başbakan Erdoğan, TBMM eski
Başkanı Bülent Arınç, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik
gibi partiyi yönetenlerin sözlerinin AKP’yi “laiklik
karşıtı eylemlerin odağı” haline getirdiği gerekçesi
hukuk devletinin var olduğunu işaret ediyor…
Unutmayalım, İspanya’dan, “Velev ki siyasi simge…”
diyerek laik cumhuriyete meydan okuyan kimdi? Meclisin
dindar bir Cumhurbaşkanı seçeceğini söyleyen kimdi?
Kuran kursları için yaş sınırını aşağıya çekmek isteyen
kim veya kimlerdi?
Say, say bitmez…
*
Ünlü Türk düşünürü Hülya Avşar, 3 Aralık’ta Çankaya
lady’si Hayrünnisa Hanım’ı (Gül) programına konuk
edeceğini açıklarken önceki konuğu Erdoğan’ı tahlil
etti: “Çok uzun zamandır ortaya çıkmamış duyguları
var Tayyip Erdoğan’ın… Ürkek bir kedi gibi amatör bir
tarafı vardı…” Hatırlayacaksınız, Erdoğan, kendisini
‘kedi’ şeklinde betimlediği için karikatürist Musa Kart
hakkında 5 bin YTL, karikatürü yayımlayan Cumhuriyet
Gazetesi aleyhine de 10 bin YTL tutarında manevi
tazminat davası açmıştı. Ankara 8.Asliye Hukuk Mahkemesi
tazminatın ödenmesine karar verirken Yargıtay 4.Hukuk
Dairesi, karikatürde Erdoğan’ın kişilik haklarına
saldırıda bulunulmadığı sonucuna varmıştı. Bu arada
Hülya Avşar’ın yakında yayımlanacağını duyurduğu kitabı
Felsefe içerikliymiş. Meraklılarına duyurulur…
*
1954 yılında Trabzon’un Of ilçesinde doğdu. 1975 yılında
tamamladığı ortaöğreniminin ardından, 1976 yılında
Samsun Yüksek İslam Enstitüsü'ne girdi ve 1981 yılında
mezun oldu. Meslek hayatına 1982 yılında Bitlis Merkez
Atatürk Ortaokulu'nda öğretmen olarak başladı. Bitlis ve
Samsun’da çeşitli okullarda öğretmen, müdür yardımcısı
ve müdürlük görevlerinde bulundu.1994 yerel seçimlerinde
Refah Partisi Samsun Tekkeköy İlçe Belediye Başkan adayı
olarak seçimlere girdi. Seçimlerden sonra, aynı yıl
içinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yazı İşleri Müdürü
olarak göreve başladı. 1995 yılında atandığı Mezarlıklar
Müdürlüğü’ndeki 5 yıllık hizmetinin ardından 1999
yılında İtfaiye Daire Başkanlığı’na Programcı olarak
atandı. 01.05.2001 tarihinde Sosyal ve İdari İşler
Müdürlüğü’ne getirildi. 17.11.2004 tarihinde Katı Atık
Yönetimi Şube Müdürlüğü’ne Asaleten Müdür olarak atandı.
Evli ve 5 çocuk babası. Kim bu diyeceksiniz!
Adı Celal Sevecan, 04.08.2006 tarihinde İstanbul Kent
Orkestrası Müdürlüğü’ne asaleten atanmış…
*
Bursa’da 14 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismarda
bulunduğu suçlamasıyla geçtiğimiz Nisan ayında
tutuklanan 76 yaşındaki Vakit gazetesi yazarı Hüseyin
Üzmez tahliye oldu. Hayret ettiniz değil mi? Üzmez,
İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan gönderilen “çocuğun
beden ve ruh sağlığının bozulmadığının anlaşıldığı”nı
belirten raporla kurtuldu. Bilim dünyası da şaşkın.
Onlar da sağduyulu vatandaşlar gibi, “14 yaşındaki
bir kızın ruhsal ve bedensel sağlığının bozulmamasının
mümkün olmadığını” belirtiyorlarsa da rapor Üzmez’i
üzmedi…
*
Dar gelirli vatandaşların ev sahibi olabilmesi için
planlanan TOKI konutlarının dağıtımı devam ediyor. Son
olarak Ankara İli Etimesgut ilçesi ERLER Mahallesinde
tamamlanan konutlar sahibini buldu. Liste kalabalık
tanıdıkları duyurmakla yetinelim:
Aykut Zahid AKMAN, RTÜK Başkanı, (C-K4, 3.KAT, 14, 4+1),
Egemen BAĞIŞ, AKP İstanbul Milletvekili (C-K2,5.KAT,22,
4+1), Şadiye KOÇ, Turizm Bakanı Atilla Koç’un eşi (C-K2,
5.KAT, 23, 4+1), Nevzat PAKDİL, AKP Milletvekili, Meclis
Bşk.V. (C-K2, 1.KAT, 6, 4+1), Mebrure Suna KUTAN, Recai
Kutan'ın Eşi, (C-K3, 2.KAT, 10, 4+1), Jale AYGÜL, Devlet
Personel Başkanı, (C-K3, 12.KAT, 51, 4+1), İlyas ARLI,
Milli Emlak Genel Müdürü, (B-K1, 3.KAT, 14, 3+1), Yusuf
BEYAZIT, Vakıflar Gen. Md., (C-K1, 1.KAT, 7, 4+1), Ahmet
Erdal TEZCAN, Başbakanlık Basın Müşaviri, (B-K2, 3.KAT,
16, 3+1)
Bunlar TOKİ’nin konut sahibi yaptığı dar gelirli
vatandaşlarımız! Ne demişti Başbakan Erdoğan anımsıyor
musunuz? “Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kimseye
yedirmeyiz. Yiyeni de aramızda barındırmayız!”
Helal olsun…
*
Türkiye’nin onur konuğu olarak katıldığı 2008
Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı 15 Ekim günü
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Nobel ödüllü yazar Orhan
Pamuk’un açılış konuşmalarıyla başladı. Bu yıl 60’ıncısı
düzenlenen Fuar’da Türkiye’yi anlatan 25 sergi, 15
etkinlik, 200 okuma, 10 bilgi şöleni (sempozyum) ve 15
davet gerçekleştirildi. Tüm bunlara 350 yazar, çevirmen,
akademisyen, 320 sanatçı, 100 yayıncı, 110 küratör,
moderatör, koordinatör, 120 kişilik resmi heyet, görevli
ve medya mensubu eşlik etti. Kısası Türkiye’yi
Frankfurt’ta tam 1000 kişi temsil etti... Ama etkinlik
bizce sayısı ile değil de “Frankfurt Kitap Fuarı 2008
Konuk Ülke Türkiye Logosu” ile akıllarda kalacak.
İçerisinde Türkçe, İngilizce ve Almanca “Türkiye” yazısı
bulunan labirent görüntüsü tam da içinden çıkılamaz
halimizi yansıtıyor… Tasarımcısı Bülent Erkmen bilerek
mi bilmeyerek mi hazırlamış bilinmez ama ellerine
sağlık…
*
Alternatif Nobel olarak bilinen “Doğru Yaşam
Ödülleri”ne bu yıl bir Amerikalı gazeteci ve bir
Alman Jinekolog ile Hindistan ve Somali’den siyasi
eylemciler kazandı. 2 milyon kronluk (290 bin dolar)
ödülü Amerikalı gazeteci Amy Goodman “bağımsız siyasi
gazeteciliği”, Alman doktor Monika Hauser “cinsel
istismara uğramış kadınlara yardım” dolayısıyla
yürüttüğü çalışmalar, Hindistanlı çift Krishnammal ve
Sankaralıngan Jagannathan da “sosyal adaletin
gelişmesi” yönündeki çalışmalarıyla paylaşacaklar.
Yaşam Ödülleri, “İnsanlığın karşı karşıya olduğu
sorunlara diğer insanlara örnek olacak şekilde çözüm
sunanları desteklemek” ve saygın Nobel ödülleri
komitesi tarafından görülmeyen çalışmaların
ödüllendirilmesi amacıyla İsveçli-Alman yazar Jakob von
Uexkull’un 1980 yılında kurduğu bir vakıf tarafından
veriliyor.
*
Rusya Yüksek Mahkemesi, 90 yıl önce yaşanan devrim
sırasında vatana ihanet suçlamasıyla Bolşevikler
tarafından tutuklanarak ailesiyle birlikte gizlice
öldürülen son Rus Çarı 2.inci Nikolay’ın suçsuz olduğunu
karara bağlayarak sicilini akladı. Nikolay tüm aile
fertleriyle birlikte 17 Temmuz 1918 tarihinde Ural
Dağları bölgesindeki Ekaterinburg şehri yakınlarında
kurşuna dizilerek öldürülmüştü. Rus Çar ailesinin
kalıntıları 1991 yılında SSCB’nin yıkılmasına 6 ay kala
ormanlık arazide Koptevski yolu olarak bilinen mevkide
bulunmuştu. Çar ailesinin infaz edilmesinin yıldönümü
olan 17 Temmuz 1998 tarihinde tüm kalıntılar St.
Petersburg şehrinde Petropavlovsk Kilisesi aile kabrinde
toprağa verilmişti.
*
“Türkçem, benim ses bayrağım”
94 yaşında hayata veda etti…
Türk edebiyatının büyük ustası şair Fazıl Hüsnü Dağlarca
Harp Okulu’ndan mezun oldu. Yüzbaşı rütbesiyle 1950’de
askerlikten ayrıldı. İlk yazısı 1927’de Yeni Adana
Gazetesi’nde yayımlandı. Adını İstanbul Dergisi’nde
1933’te çıkan “Yavaşlayan Ömür” adlı şiiriyle
duyurdu. Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılâpçı
Gençlik, Yeditepe ve Türk Dili dergilerinde şiirleri
yayımlandı. 1967’de ABD’deki Milletlerarası Şiir Forumu
tarafından “En İyi Türk Şairi” seçildi.
Şiirimizin ustası ölümünden sonra Kadıköy’de yaşadığı
evi Kadıköy Belediyesi’ne bağışladı, müze haline
getirilmesini vasiyet etti ve şöyle dedi:
“Ben öleceğim, kimse seyretmesin,
Güneş ve düşünceler içinde.
Soyunacağım elbiselerden ve hatıralardan,
Bir semalar sessizliğinde.
(…)”
Büyük ustayı şiirin güzelliği ile uğurluyoruz. Işıklar
içinde olsun…
*
Tiyatromuzun, kültür tarihi ve gösteri sanatları
konusundaki en önemli araştırmacısı Prof.Dr. Metin And’ı
da geçtiğimiz bayram günlerinde kaybettik. Tiyatro’dan
illüzyona, Osmanlı’nın günlük hayat ve ritüellerden
opera ve baleye, Bizans tiyatrosundan Karagöz’e kadar,
pek çok alanda tam 54 kitaba, yüzlerce makaleye imza
atan And 81 yaşındaydı. Asıl soyadı “Çavdar” olan
Metin And, Ankara’da yaşayan annesinin büyük dayısı
Cenap And ile yengesi Sevda And tarafından evlatlık
edinmiş, yengesinin bir trafik kazasına kurban oluşunun
ardından dayısıyla miras yüzünden mahkemede karşı
karşıya gelmişti. Metin And, bugün Sevda-Cenap And müzik
Vakfının kurulmasına da önayak olmuştu.
*
Şair, edebiyatçı ve Uluslar arası Ağa Han Mimarlık Ödülü
sahibi Nail Çakırhan da 98 yaşında aramızdan ayrıldı.
Şiirden mimarlığa uzanan geniş yelpazede adını duyuran
Gökova sevdalısı Çakırhan’ı da toprağa emanet ettik.
*
Yayıncı, yazar Hüsamettin Bozok’u da geçtiğimiz günlerde
sonsuzluğa uğurladık. Türk dergiciliğinde önemli bir
yeri vardı. Yeditepe sanat/edebiyat dergisi ve Yeditepe
yayınlarını kurdu. Yeditepe Şiir Armağanı’nı düzenledi.
Yeditepe Dergisi 439 sayıya ulaştı kitap yayınlarının
sayısı da 250’yi buldu. Yeditepe, edebiyatın ve sanatın
bütün türlerine sayfalarında yer verdi. İlk sayısı 1950
yılında yayımlanan Yeditepe’yi ve Yeditepe Yayınları’nı
uğraşı edebiyat olanlar dışında çok az kimse bugün
anımsayacaktır. Bakınız Hüsamettin Bozok kurucusu olduğu
Yeditepe’yi nasıl tanımlıyor: “Yeditepe hiçbir zaman
okul olmadı ama yüzü Batı’ya dönük, yenilikçi, avangart
bir sanattan yana oldu. Serbest bir kürsü gibiydi.”
*
Gelelim “Mustafa” filmine…
Gösterime bir girdi pir girdi. Tolga Örnek’in “Gelibolu”
filmini de gölgede bıraktı. Üzerinden henüz bir gün bile
geçmedi çığ gibi eleştiri yağdı.
Öyle bir tanıtım ve o denli ustaca propagandası yapıldı
ki, ben de diğer meraklılar gibi en yakın sinemaya
koştum. Tanrım, O ne korkunç kötüleme öyle! Nasıl eli
vardı da, tüm dünyanın arkasından ağladığı bir dehayı “Aciz,
alkolik, dinsiz, ateist, diktatör ve şehvet düşkünü bir
yalnız adam” gibi gösterdi? Yedi yaşımdan bu yana
Atatürk okurum Can Dündar’ın yansıttığı bir Mustafa ile
hiç karşılaşmadım. Ne böyle bir Mustafa vardı, ne
Mustafa Kemal olduktan sonra bu şekle dönüştü, ne de
Mustafa Kemal Atatürk olarak böyleydi. Can Dündar
günümüzün siyasi koşullarına uygun bir Mustafa yaratmış.
Atatürk düşmanları bu filmi mutlaka çok seveceklerdir.
Zil takıp oynayacaklardır. Ama, gerçeği bilenler de, Can
Dündar’a sponsor olarak katkıda bulunmayan Türkcell’in
ne denli haklı gerekçelere dayandığını anlamış oldular.
Filme sponsor olmayı reddeden Turkcell’in gerekçesi
neydi: “Ülkemizin
kurtarıcısı, cumhuriyetimizin kurucusu, dünya tarihinin
en önemli liderlerinden Ulu Önder Atatürk’ü, hem yurt
içinde hem de yurt dışında tanıtacak projeler bizi
heyecanlandırdığından, ‘Mustafa’ filminin sponsorluk
önerisini değerlendirdik. Çalışmalarına saygı duyduğumuz
proje yapımcısıyla yaptığımız ön görüşmelerde, filmin
beklentimiz yönünde Atatürk’ün liderliğini, dehasını ve
kahramanlığını dünyaya tanıtmaktan çok, Atatürk’ün özel
hayatına odaklanan bir film olduğunu görünce projede yer
almayı tercih etmedik. Gelecekte de Ulu Önder
Atatürk’ü dünyaya tanıtacak ve tarihin en önemli
liderlerinden birisi olduğunu vurgulayacak projeleri
desteklemekten gurur duyacağız.” Filmde Can,
döndürüp dolaştırıp her fırsatta Mustafa’nın ne müthiş
bir “diktatör” olduğunu kanıtlamaya, örneklemeye
çalışıyor. Oysa, yabancı düşmanlar da aynı gerekçeyle
onu küçük göstermek için çaba göstermişlerdi. Mustafa
Kemal, neden diktatör olamadığını, nasıl asla
olamayacağını örnekleriyle ortaya koymuştu. Neden oradan
birkaç cümle alıntı yapmıyor? Çünkü, bu senaryo büyük
oyunun bir parçası da ondan! Hangi büyük oyunun? AB
parlamentosu içinde, Hollandalı bir parlamenter yıllar
önce başlatmıştı; “Türkiye’nin Kemalizm’den
kurtulması gerekir. Her yerde heykelleri, bütün resmi
dairelerinde resimleri var. Bunları kaldırmak gerekir!”demişti
ya. Vay be Can! Demek, Mustafa Kemal’i Devleti kurtarmak
için Vahdettin Samsun’a gönderdi ha? Büyük Nutku okumak
da mı aklına gelmedi? Mustafa Kemal, kendisine bu imkanı
bahşeden (!) Padişahına haksız yere mi “Alçak, hain”
sıfatını yakıştırdı? Vahdettin, vatansever miydi?
Mandacı mı? Demem odur ki Can, Gerçek Mustafa’yı aramış
da bulmamış… Demek, Mustafa dinsizdi ha?! Çok
cahilmişsin Can… Bir bilenden sorsaydın, öğrenseydin…
Bak Can değerli bilim adamı Prof.Dr. Tülay Özüerman da
benim gibi koşmuş “Mustafa”yı izlemiş. Ne diyor biliyor
musun? “Benim
çocukluğumda ve gençliğimde O’nun adı Mustafa Kemal idi.
Adının sonuna eklenen Atatürk ile daha bir yücelmişti.
Ulus O’nu bağrına böyle basmıştı. Şimdi çocuk ve genç
olanlar O’nu “Mustafa” olarak tanıyacaklar. Sonra
birileri gelip “Mustafa”yı da silinceye kadar… “Mustafa”
insan olarak zaafları ile öne çekilip, hataları da
gösterilen birisi olarak görselleştirilirken, O’nun
yarattığı dev eser arka planda kalıyor. Duygusallık ve
kişisellik öne çıkarılınca, akıl ve aklın ürünü olan
yapıtları ve toplumsallık geride kalıyor. Ben ve benim
neslim O’nu insan olarak zaafları ile değil, bugün ulusu
var eden, bir kadın olarak toplumda akıl ve bilgi
sayesinde yer edinmemi sağlayan bir önder olarak tanır
ve tanıtırken, O’nun aydın kişiliği ile ilgiliydik.
Özeli O’na aitti. Hepimiz için olması gerektiği gibi!..
Binlerce Mustafa’dan farkını görmezlikten gelip, kimse
bana annesi öyle çağırıyordu diye, Mustafa Kemal’e
“Mustafa” dedirtemez. (…) Başka bir Türkiye’yi
çağrıştırıyor “Mustafa”!.. Elimizden kayıp gidenleri
çağrıştırıyor. Başkalaşmamızın hangi aşamaya geldiğini
çağrıştırıyor. (…) Hukukun üstünlüğünü savunanlar,
hukuksuzluğun üstünlüğünün üzerini farkında olmadan
örtüyorlar. Savunma evet ama savunurken savrulmamak da
gerekiyor. Hukuksuzluğun alanının alabildiğine
genişletildiğinin örnekleri gün geçtikçe çoğalıyor. 14
yaşındaki bir genç kızın yaşamını alt üst edecek bir
olayın faili elini kolunu sallayarak, zafer kazanmış eda
ile yargıdan sıyrılıp çıkabiliyorsa gözümüzün önünde, o
genç kızın vebaline hepimiz ortak edilmiş olmuyor muyuz?
Vatan, namus şeref diyenler, bir genç kızın şerefi ve
namusunu hiçe saymakla diğer genç kızlara birilerinin
aynı şekilde musallat olmasının yolunu açmış olmuyorlar
mı? Bu satırları yazıyorsam ve 14 yaşında bir kıza sahip
çıkarak kadına haksızlığa karşı çıkabiliyorsam, Mustafa
Kemal Atatürk sayesindedir. Bir gün bu savunmayı
yapamaz hale geldiğimde ya da demokrasi adına verdiğim
haklı mücadelede hesap sormak yerine, hesap verme
durumuna düşürüldüğümde, “Mustafa” diyenler iyi
niyetlerini sorgulasalar da çok geç kalmış olacaklar.”
Siz ne dersiniz bilemem sevgili dostlar ama benim bir
son sözüm var Can Dündar’a:
Ne dersen de Mustafa Kemal küçülmez, ufalanıp giden sen
olacaksın, bilesin!
Sağlıkta, huzurda, mutlulukta kalınız…
|