• ANAFİLYA YAZILARI
— Sevgili
Selim Esen, yaşamınız süresince önemli görevlerde
bulundunuz. Özellikle gazetecilik ve televizyonculukta
etkin çalışmalarınız oldu, bu alanlarda başarılara imza
attınız. Size ilk sorum şu olacak: Dünyamız, bitmez
tükenmez savaşlar nedeniyle yaşanılmayacak duruma geldi.
Açlık, yoksulluk, kıyımlar, gündelik olaylar halinde.
Kazanç hırsıyla doğanın hiçe sayıldığı sanayileşme
sonucunda çevre dengesi bozuldu. Gelecek adına bizi
karamsarlığa götüren bu acımasız gidişi durdurma olanağı
var mı? Neler yapılabilir?
—Eric John Ernest Hobsbawn. Yüzyılımızın en önemli
tarihçilerinden biri. 91 yaşında, Marksist. Mısır
doğumlu. Yaşamı Viyana, Berlin, Londra ve Cambridge gibi
farklı şehirlerde geçti. Hobsbawn, toplumsal yapıların
ve toplumsal değişim süreçlerinin altını çizen, sosyal
bilim yönelimli, tarih anlayışının önde giden
temsilcilerinden. Diyor ki:
“20. yüzyıl, yazılı tarihin en caniyane
yüzyılıdır. Onun yarattığı savaşların duracağına ilişkin
bir işaret henüz yok. Ama yine de, umutlar ve tutkular
olmaksızın insanlık bir değer taşımaz.”
Antonio Polito’yla yaptığı söyleşilerin
yer aldığı “Yeni Yüzyılın Eşiğinde” adlı kitabında
Hobsbawn, küreselleşmenin inanılmaz biçimde tırmandığı
günümüzde, 20. yüzyıl boyunca olduğu gibi, bugün de
olumsuzlukları kontrol edebilecek ya da çözüme
kavuşturabilecek bir otoritenin olmadığının altını
çiziyor.
Tarih, dünyada ne olup bittiğini onsuz
anlayamayacağımız bir araç. Bu nedenle, insan yaşamını,
çevre ile ilişkilendirmeden çözüm yolları üretmenin
olanaklı olmadığını düşünüyorum. Bunun için Hobsbawn’ın
değerlendirmesiyle söze girmek istedim.
Evet, gerçekten de geçtiğimiz yüzyıl bir
“Savaşan Dünya” idi. 20.inci yüzyılda temelleri atılan
küreselleşme, bir başka deyişle kuvvetlinin egemenliği,
insanlığı hiçe sayan bir güç olarak karşımıza çıktı.
ABD’nin önderliğindeki kulüp üyeleri; başta İngiltere
olmak üzere, diğer emperyalist ülkelerin diledikleri
zamanda diledikleri ülkeyi işgal etmeleri
küreselleşmenin korkutucu yüzünü gösterdi.
Tek başına işgaller bile güçsüz milletleri daha da
güçsüzleştirmekte, köle durumuna düşürmekte, beraberinde
yoksulluk, yolsuzluk, hırsızlık gibi insan değerleriyle
bağdaşmayan bağımlılıklar getirmektedir. Güçsüz
ülkelerin sanayisi küreselleşme kapsamında emperyalist
ülkelerle yarışamadığından, yaşam şansları da gün
geçtikçe azalmaktadır. Tabii ki, sanayileşme, kendi
çıkarları söz konusu olduğundan çevre dengesini de
bozacaktır.
Türkiye’miz açısından baktığımızda talan
edilen orman alanlarının nasıl su sıkıntılarına, doğal
felaketlere, canlıların yok olmasına yol açtığını
görmekteyiz. Yeşilin yok edilerek yerine fabrikalar
yapılmasının, insanlığın hiçe sayılarak küreselleşme
yolunda hızlı adımlarla ilerlemek olduğunu geç de olsa
anlamaktayız.
Bu arada din ile siyaset ilişkisinin de
insanlığın geleceğinde olumsuz rol oynayacağının altını
çizmeliyiz.
Ne yapalım da önümüzdeki
olumsuzluklardan kurtulalım?
Bence bilim olumsuzlukların çözümünde en
güçlü araçtır. Eğer eğitim, bilinci oluşturacaksa,
toplumun bu anlamda yönlendirilmesi gerekir, hatta bir
görevdir. Bunu yerine getiremeyen devlet karşısında,
dışarıya bağımlı olmayan, kendi toplumsal çıkarlarını
düşünebilen sivil toplum oluşumlarının rolü kaçınılmaz
olacaktır.
Ne demişti Eric John Ernest Hobsbawn:
“Umutlar ve tutkular olmaksızın insanlık bir değer
taşımaz.”
İnsanlar nerede yaşarsa yaşasın, eğitimli olsa da
olmasalar da, sanayileşseler de sanayileşmeseler de,
dünyada neler olup bittiğini izlerken köleliği,
küreselleşme karşılığı yok olmayı hak etmiyorlar.
İnsanlar umutlu olmak zorunda…
— İnsanlar sürekli aldatılarak yanılgılara sürüklenmiş,
sürüklenmeye de devam ediliyor. Başta ABD olmak üzere
emperyalist güçlerin sürdürdüğü egemenliğe karşı
çıkanlar “terörist” ilan ediliyor. ABD “dünyanın
kurtarıcısı” gibi gösteriliyor. Buna karşı çıkanlar,
çeşitli baskı yöntemleriyle saf dışı bırakılıyor.
Toplumda öncü rol oynayan sanatçıların büyük bir kısmı
ise susmayı yeğliyor. İşte bu noktada gerçek sanatçıya
ne gibi görevler düşer sizce?
— Aydın insan her toplumda farklı konumdadır. Bunu
biliyoruz. Kültür-sanat adamları, eğitimciler, yazarlar
çizerler “aydın” olarak tanımlanır. Aydınlar bir toplumu
ileriye götüren lokomotiflerdir. Çağdaş yaşama
ulaştıracak çalışmaların öznesidirler. Gerçek sanatçılar
ileri düşünce sahibi insanlardır.
Peki, bizde durum nasıl? Son 365 güne
bir göz atalım:
AKP, Ağustos sıcağında nohut, kömür dağıtarak halkın
gözünü boyadı. 2 kilo makarna, 1 kilo patates
karşılığında oy veren kitlelerin omzunda yasama
koltuğuna oturdu.
Sanatçılar suskun kaldı.
Yetmedi, 430 + 70 el kalkınca
“uzlaşmayla seçelim” lafını unutup şeriat yanlısı olarak
tanınan kişiyi cumhurbaşkanlığı köşküne taşıdı.
Sanatçılar suskun kaldı.
“Sabır, sabır, sabır… Bıktık artık
tabanımıza sözümüz var” dedi, üniversitede türbana yol
açan Anayasa değişikliğini TBMM’den geçirdi.
Sanatçılar suskun kaldı.
Gözler Çankaya’ya çevrildi.
Cumhurbaşkanı, laikliğin teminatı Çankaya’dır diye
düşünen toplumun gözüne baka baka ve en hazini Türk
askerinin PKK’nın üzerine yürüdüğü günü seçerek,
yangından mal kaçırırcasına Anayasa değişikliğini
onayladı.
Bir başka deyişle,
Başımıza önce çuval sonra türban
geçirildi…
Sanatçılar suskun…
Bilmem anlatabildim mi?
— Şiir bölümü sorumluluğunu sürdürmekte olduğunuz
Anafilya’da doğa, insan, sevgi ve yaşama dair şiir,
makale, deneme, fotoğraf, belgesel vb. sanat değeri olan
sayfalar yayınlanmakta. İlkeleri doğrultusunda ödün
vermeksizin sürdürdüğü yayın yaşamında yakında yedi yılı
geride bırakacak olan Anafilya’nın okuru özendirici ne
gibi yeni projeleri var?
— Bu soruyu aslında Dr. Halit Umar yanıtlamalı… Sayın
Umar Anafilya’nın kurucusudur. Bu yaşına
ulaşmasında emeği geçen insandır. Okurun ilgisi, güveni
ve desteğini de unutmamak gerekir. Dergi, gelişen
düşüncelere paralel olarak kendisini yenilemektedir.
Kuşkusuz bu, izleyicilerin görüş ve önerileri
doğrultusunda yayın kurulunun çalışmalarıyla
gerçekleşmektedir. Anafilya’nın yayın ilkeleri “Ana
sayfa”da belirtilmiştir ve ilkelerden ödün verilmesi
düşünülemez. Zaten Anafilya’yı benzerleri karşısında
farklı kılan da ilkelerdir.
Anafilya bir okul, bir kütüphane, bir dost durağı, bir
sığınaktır okur için.
Yeni projeleri tek tek saymak yerine, okurun bilgi ve
belleğini tazeleyecek her yeni girişim özenle uygulamaya
konulmaktadır diyelim.
— Edebi anlatımda dilin kullanımı açısından temel bilgi
son derece önemli. Sevgili Dr. M. Halit Umar’ın tarafıma
ilettiği öneri ve örneklerde bunu daha iyi anladım.
Fakat bir gerçek var ki bir çoğumuz dil kullanımının
temel dil bilgisi ile bağıntılı olduğu gerçeğinden uzak
durarak ısrarla, inatla, yazmaya devam ediyoruz.
— Türkçemiz duygu ve düşüncelerin
anlatımında eşsiz zenginliğe sahip bir dildir. Roman,
öykü dili farklıdır. Şiir farklıdır. Yani edebiyat dili
farklıdır, konuşma dili farklıdır. Bir de haber dili
vardır. O da farklıdır. Konuşulduğu gibi yazmak
habercilerin işidir. Anlatım diliyle okumak yine
habercilerin işidir. Edebiyat ise yazarların işidir.
Özel donanım gerektirir.
Özneyi tümleci yüklemi yerli yerine oturtmak,
sözcüklerin vurgularını yerinde ve zamanında kullanmak
dilin temel ilkeleridir. Dil basit tanımıyla insanların
haberleşmesini sağlayan önemli bir araçtır. Konuşarak,
yazarak dili doğru kullanmayı öğreniyoruz. Önemli olan
yanlışları düzelterek, doğrusunu öğrenerek yazmak,
okumaktır.
— İçerik ve anlatım üzerine değişik görüşler var.
Belirleyici edebi/sanatsal temel öğe içerik mi,anlatım
mı sizce?
— Saf ve temiz
olana öz diyoruz. Biçim ise, başkalarından ayrı şekil,
tarz, üslup anlamına geliyor. Tabii edebiyatta farklı
algılanıyor. Sanatta öz ve biçimin uyumu önemli. Öz’ü
içerik olarak niteleyebiliriz. Biçim, eserin çerçevesi,
kişiler arasındaki ilişkisi, çözümlemeler vb.
ayrıntılardır. Bunlar okuyucuya yansımadığında sanatsal
değer oluşturamaz. Konu, yani anlatılmak istenen ne
olursa olsun betimlemeler başarılı değilse sanatsal
değer taşımayacaktır. Aynı şekilde anlatım iyi, konu iyi
seçilmemişse yine sanatsal bir eserden söz edilemez. Her
ikisi de olmadığında doğal olarak edebiyat olmayacaktır.
Bence temel öğe öz ve biçim arasındaki ilişkiyi kurmak
olmalıdır.
— Şiir için tarifi olmayan bir yazın türü olduğu
söyleniyor. Şiir gerçekten tanımsız bir sanat mıdır?
— Ali Canip, Türk Edebiyatı Antolojisi
(İst. Devlet Matbaası,1931) kitabında şiiri şöyle
tanımlıyor:
“İki satır sözün her birindeki sükûn
(durma, durgunluk) ve harekâtın (devinimin)
müsavi (eşit, denk) olmasından ibarettir.”
Şiir en basit söylemle, dilin anlam, ses ve ritim
öğelerini belli düzen içinde, konu hâkimiyetini
kaçırmadan iletmektir okura. Şiir, duygusal ve düşünsel
anlatımı yoğunlaşmış ve damıtılmış bir yazın türüdür
bence. Şiirde dil, yalnızca bir iletişim aracı olmakla
kalmaz, başlı başına sanatsal bir amaca dönüşür. Yine de
şiirin hem genel ve kapsayıcı hem anlamlı bir tanımını
yapmak kolay değildir.
Bence şiir bir dize kurma sanatıdır. Anlam dizelerde
yatar. Yukarıda da değindiğim gibi, şiirsel dille
gündelik konuşma dili arasında kesin bir ayrım vardır.
— Şiir yazmanın olmazsa olmaz koşulu nedir?
— Önce şair olmadığımı, bu konuda söz sahibi hiç
olmadığımı söylemeliyim. Ben belli bir bilgi birikimini
aktaran, bunu yaparken de ilkeleri gözetmeye özen
göstermek durumundayım.
Kaynaklar Türk şiirinin özde ve biçimde bazı temel
özelliklerinin olduğunu belirtiyor. Nedir bunlar?
Önce şair didaktizmin sınırlarını aşabilmeli. Yalın
Türkçeyi şiir dili düzeyine yükseltebilmeli. Özde ve
biçimde içtenlik, duruluk, pürüzsüzlük olmalı.
Hece şairleri, dize şairleri gibi tanımlamalar vardır
şiirimizde. İlerici toplumcu şairlerden söz edilir. Ben
etken, başkaldırıcı vurgular ararım şiirde. Toplumsal
temalar işleyen toplumsal bilinç ve duyarlıkla eğilen,
güncel, kavgacı şiir örneklerini severim.
Yine bence şiirde önde giden koşul dilde ve anlatımda
damıtık olanı seçmektir.
— Anafilya, bizim için bir okuldan farksız. Her
sayısında aydınlanıyor, yeni bir ufka yelken açıyoruz.
Demokrasi ve laiklik ilkeleri ve aydınlanmacı
çizgisinden sapma da olmadı. Denebilir ki zaman içinde
boyutları genişledi. Sanal ortamda yayımlanan Türkçe
edebiyat dergilerine güzel bir örnek. Gerek okuru
gerekse katılımcısı olarak Anafilya konusunda bize
söylemek istediğiniz, bilmediğimiz ama öğrenmemizde
yarar olan konular nelerdir?
— Değerli dost Dr. Halit Umar, geçtiğimiz yıl 4,üncüsünü
birlikte düzenlediğimiz “Kuşadası Öykü ve Şiir Günleri”
kapsamında Anafilya’yı tanıtan kapsamlı bir konuşma
yapmıştı. Aklımda kalanlar şöyle:
Anafilya, yurtdışında doğup büyüyen üçüncü kuşak Türk
çocuklarını öncelikle yabancı dil baskısından kurtarmak,
sonra da ana dilleri olan bağlarını güçlendirmek
amacıyla yapılandı. Anadilini doğru düzgün konuşamayan,
bunu yazıda ve okumada kullanamayan çocuğun kökleriyle
organik bağlarının kesilerek asimilasyona uğrayacağı
gerçeği karşısında Anafilya bir görev üstlendi. Bu
doğrultuda önce Anafilya sanal dergisi ardından da
Anafilya Vakfı yaşama geçirildi.
Anafilya
sanal dergisi,
yedi yıldır Avrupa’daki Türk toplumu ve anavatana
yönelik Türkçe, edebiyat, kültür ve sanat hizmeti
sunmaktadır. Ulaştığı bu noktada en önemli özelliği
okurla birliktelik, paylaşımcılıktır.
Rotterdamlı
büyük düşünür Erasmus’un “Bütün yeryüzü vatanındır”
deyişi Anafilya’nın yayın sloganı. Bu anlamda Anafilya,
bütün yeryüzünü vatanı olarak gören ve yaşayanların,
insanlığa saygılı, başta çocuklar olmak üzere herkese
sevgiyle bakan, paylaşan ve paylaşımı özendiren bir
sanal düzlemdir.
Bu arada Anafilya’nın, büyük bir sabır ve özveriyle
gönüllü bir çalışma sergilemekte olduğu unutulmamalıdır.
Anafilya ailesinin bir bireyi olarak edebiyat, kültür ve
sanata katkıda bulunmaktan onurluyum, gururluyum.
— Selim Esen’in yazılarını severek okuyorum. Değindiği,
dikkat çektiği öyle konular var ki insanı düşünmeye
zorluyor. Ülkemizde sürekli gündeme getirilen türban ile
ilgili yazılarınızda laiklik ve demokrasi karşıtı büyük
bir tehlikeye ısrarla işaret ediyorsunuz. Türkiye
gerçekten tehdit altında mı?
—Ben gazeteci kökenliyim. Olaylara
öncelikle haberci kimliğimle bakıyorum. Toplum neye
duyarlı, hangi konuda aydınlatılmayı bekliyor
sezebiliyorum. Anafilya’daki yazılarımı bu temel üzerine
kuruyorum. Gündemi belirleyen ya da gündemden düşmeyen
olayları ele alıyorum.
Yazılarımda haber dili kullanırım. Kısa ve öz,
anlaşılır. “Ne? Nedir? Niçin? Nasıl? Nerede? ve Kim?”
sorularına yanıt arayan bir kurgu izlerim.
Atatürk ilkeleriyle büyüdüm.
Cumhuriyetin kazanımlarına yürekten bağlıyım. Kendimi
her duyarlı Türk vatandaşı gibi Cumhuriyetin temel
ilkelerini korumak ve kollamakla görevli görüyorum.
Anayasamızın vazgeçilemez ilkesi laiklik
bugün tehdit altındadır. Atatürk’ün çağdaş
Türkiyesi’nden bugün gelinen nokta gözler önündedir.
1923’te başı açık çağdaş Türk kadını, 2008’de başı
türbanlı kadın. Kamuda dayatılan türban, camiye
götürülen çocuklar, lokantalarda içki yasakları, kadın
ve erkeklerin ayrı toplu taşıma araçlarına
bindirilmeleri, haremlik-selamlık toplantılar,
çıkarcılık, avantacılık, beleşçilik, yağmacılık,
rüşvetçilik,
avanta-suiistimal, rüşvet-yağma, Devletin
tepesinde türbanlı bir eş, yurtdışında her geçen gün
eriyen, yitip giden onurumuz…
Bütün bunlar koşar adımla din devletine
gidildiği izlenimini bırakmaktadır.
Evet, tehlike büyüktür.
Zor günler bekliyor bizi.
Bugün öncelikli görevimiz,
cumhuriyetimizi dinci görüşlerin egemenliğinden
kurtarmak olmalıdır.
Söyleşi için teşekkür ediyorum. |