Celal İlhan- M.Uluğtekin Yılmaz-Selim Esen, Kanguru Sanat Merkezi- Şubat 2011

 
   
 

• ANAFİLYA YAZILARI

GERİDE KALANLAR
 

 Elbette iyi düşünceler, iyi duygular içinde girmek isterdik yeni yıla… Ne var ki önceki sayımızda seslendirdiğimiz kaygılarımız devam ediyor. Çağdaş Türkiye görüntüsü yavaş yavaş yok ediliyor… Sonda söylememiz gerekenleri başta söyleyelim bu kez:

Bilime ve sanata sırtını dönen toplumların içinde bulundukları yaşam koşullarına bakarak, Türkiye’nin hangi noktaya götürülmek istendiğini görebilmek ve karanlık bir geleceğe karşı çıkmak, yalnızca bizlerin değil, sanatçıların, bilim adamlarının, kamu görevlerinin, iş dünyası çalışanlarının, sorumluluk sahibi tüm yurttaşların görevi olmalıdır.

Türkiye’nin bugün geldiği noktayı yalnız biz işaret etmiyoruz kuşkusuz. Pek çok duyarlı insanın yanı sıra geçtiğimiz yılın son günlerinde ünlü piyanist, sanat elçimiz Fazıl Say da işaret etti. Say’ın çıkışı, toplumun değişik kesimlerinden farklı seslerin yükselmesine yol açtı!..

Ne demişti Fazıl Say:

“Azınlıkta kaldık…”

Kimler azınlıkta kalanlar;

Cumhuriyetin kazanımlarını korumak ve kollamak isteyenler…

Fazıl Say bir çeşit mücadele başlattı bence... Sayın Orhan Bursalı Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinde değerlendiriyor:

“Fazıl Say dünya basınına yaptığı bu açıklamalarla, dünyanın dikkatlerini Türkiye'deki yönetime, siyaset anlayışına, uygulamalarına çekiyor! Onları bir başka açıdan ülkeye bakmaya çağırıyor!"

Gerçekten de öyle. Mücadele sadece Türkiye'de oturmakla olmaz ki, Fazıl Say dünyanın her yerinden sesini yükseltebilir, mücadelesini sürdürebilir. Keşke Fazıl Say gibi bir iki kişi dışında öteki sanatçılarımız da ülke için duydukları endişeleri dürüstçe söyleyebilseler. Ülkemizin Ortaçağ karanlığına sürüklenmesine karşı çıksalar. Hiç kuşkunuz olmasın sanatçıların tepkisi inanılmaz etkiler yaratır.

Fazıl’a dönelim… Yaşanan gelişmeler bir anlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri ve bağlı olduğu evrensel değerler karşısında, kimlerin nerede durduğunu gösterdi bize. Yazılanlar, söylenenler nasıl bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzu ortaya koydu. Neydi bu gerçek:

Kısaca, bilimi ve sanatı dinin örtüsü altına sokmak, aklın önüne inancı, bilimin önüne dini koymak, özgür düşünceyi dışlamak…

Cumhuriyet kazanımlarının aşındırıldığı görüşüne sanal ortamda da pek çok kişi değiniyor. Gazeteci Fatih Altaylı bunlardan birisi. Ülkenin içine düştüğü duruma dikkat çekiyor. Tehlikenin boyutunu işaret ediyor. Sitesinde yayımladığı uyarıyı okuyan Osman Karataş isimli kişi’nin Altaylı’ya verdiği yanıta bakınız:

“Sayın Altaylı yazınızı okudum. Pek memnun olmadım. Nasıl ki bizler sizin gibilere yıllardır katlandıysak bundan sonra da sizler bizlere katlanmak durumundasınız. Çünkü dümen bize geçti. Hazmedeceksiniz, sindireceksiniz, başka çareniz yok. Bükemediğiniz bileği öpmek durumunda kalacaksınız.

Hükümet de biziz…

Cumhurbaşkanı da biziz…

Yok olan Yök de biziz…

Yargıç da biziz…

Medyada biziz…

Çok yakında Genelkurmay da biziz…

Sizler fazla düşünmeyin bırakın kendinizi bize!..”

İşte durum… Ya da durumun vahameti…

23 Aralık 1930 gününü anımsayalım… Kanlı şeriat başkaldırısı Menemen’de üsteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı bekçi Hasan’ı ve Bekçi Şevki’yi hedef almıştı. 77 yıl sonra bugün hedef neresi?

Genelkurmay…

Demokrasinin ve çağdaş düşüncenin gelişmesini engelleyen çağdışı bir ideolojinin karşısına çıkmak, yalnızca Fatih Altaylı, Fazıl Say gibi Cumhuriyetçi aydınlarımızın değil; Atatürk Türkiye’sini yaşatmak isteyen tüm yurttaşların görevidir kuşkusuz.

Çağdaş ve laik Türkiye’yi yok etmeye yönelen şeriat tehlikesine dur demek ve onu elbirliğiyle yok etmek hepimizin görevidir. Eğer bunu başaramazsak Cumhuriyetin kazanımları gün gelecek birer birer yok edilecektir.

“Bu mücadelede edebiyatçılar nerede?” diye sorduğunuzu hissediyorum. Söyleyelim:

Bugün edebiyatımızda gözlenen en ilginç yanlardan birisi yazarlarımız arasındaki sevgi bağının azalması, yitip gitmiş olması. Bu da, edebiyat sevgimizin yitmesine kadar uzanan sonuçlara ulaşıyor. Bir şairin şairleri sevmeyişi, şiiri sevmeyişi düşünülebilir mi?..

Cemal Süreya taa 1992 yılında (Uzat Saçlarını Frigya) demiş ki:

“…Şairler birbirini sevmiyor, yazarlar birbirini sevmiyor. Kimse kimsenin ne yaptığına dikkat bile etmiyor. Yapıtlardan anlaşılıyor bu. Dergilerde de bu durumu önleyici bir çaba yok.”

Üstadın değerlendirmesi... Biz yorum yapmıyoruz. Ama bu yıl “sağlık, huzur ve mutluluk” deyişine her yıldan daha fazla gereksinimimiz var diyoruz.

Sağlıkta, huzurda, mutlulukta kalınız…