|
• ANAFİLYA YAZILARI
Biliyoruz, biliyorsunuz cumhuriyet karşıtları gün
geçmiyor ki Atatürk’e saldırmasınlar. Gün geçmiyor ki
O’nun eserlerini aşağılamasınlar… Yaşamını borçlu olduğu
insana saldırı anlaşılır gibi değil… O olmasaydı adı
Ahmet, Mehmet, Ali, Hüseyin olabilir miydi? O olmasaydı
anası babası Kadir Ragıp, Fatma Zeynep olabilir miydi?
Serbestçe ibadet edebilir miydi? Ve O olmasaydı Anadolu
vatan olabilir miydi?
Hayret ki ne hayret!
Asılsız, temelsiz bilgilerle sürekli çarpıtılıyor yüce
insanın yaşamı. Karşı devrim yanlıları, ikinci
cumhuriyetçiler, ilki olmasaydı kendilerinin de
olamayacağını bir türlü anlayamadılar. Tarihi
gerçeklerin aksine karalama bugün de devam ediyor. Son
olarak Can Dündar’ın geçtiğimiz günlerde gösterime giren
“Mustafa” filminde Atatürk’ün kişisel yönlerinin
çarpıtılarak verildiği öne sürüldü.
Bu noktada internet ortamında yayın yapan ‘obatv’
Atatürk’ü bir yabancı gözüyle değerlendiren ve bugüne
kadar yayımlanmamış bir belge yayımladı. Atatürk’ün
ölümünden 15 gün sonra dönemin İngiltere Büyükelçisi
Percy Loraine’in Londra’ya özel bir kuryeyle gönderdiği
ve üzerine “40 Yıl Boyunca Açıklanmayacak” notunu
düştüğü mektubu sizinle paylaşmak istiyoruz…
“Telgraf No: 608
İngiltere Büyükelçiliği
Ankara, 25 Kasım 1938
Aziz Lordum,
Size Mösyö Kemal Atatürk’ün ölümünü bildiren 194 sayılı
telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.
2. Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşarı
tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk’ün geçmişteki
kariyerini içeren belgeyi sizlere sunma onuru yanında,
bu yazımda, Atatürk’ün yaptığı işleri övmekten çok, onun
kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna
değinmeye çalışacağım. Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve
tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla
ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır. Ancak
bunların çok azı, Atatürk’ün gerçek kimliğini öğrenmeden
hazırlanacaktır ki; onu tanımadan yapılacak
değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış
yönlendirmelere neden olacaktır.
3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı
bir konuma sahiptim. Her ne kadar, rahmetli
Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da, bu
görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerinkine nazaran
daha sık ve daha uzun olmuştur. Bütün bunlar bir yana,
görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost
gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme
fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı
konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla
azalmamıştır. Galiba, onun yeteneklerini ortaya çıkartan
becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek
görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konu
ile ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu
tavrıma direnmezdi. Dolayısıyla, kendi özel kimliğini
bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla
gösterdiğine inanıyorum.
4. Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel
görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve
hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun
hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine’deki bazı
Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.
5. Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet
olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak
gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden
bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya
çalışmalıyım.
6. Sanırım bunu temelde “çift karakterlilik” olarak
açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve
yasaklanan H.C.Armstrong’un Grey Wolf (Bozkurt) adlı
kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli; inatçı bir
enerjiye sahip, ancak insafsız, itici tavırları olan,
serkeş mizaçlı, gem vurulmamış zevkleri, ahlak dışı
ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan bir adamın
portresiyle karşılaşmaktadır. Bu tespiti doğrular
görünecek kanıtları toplamak hiç de zor olmayacaktır;
ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını
tamamıyla yanıltıcı buluyorum.
Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı
karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum. Sadece şu
veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak,
harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak
veya ülkeyi laik kılarak değil, yüzyıllarca acı çekmiş,
ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına
güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine
inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip, -bir
insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı
sadece iyiliği ile ölçülebilir- on beş yıl gibi kısa bir
sürede bu insan bir çok iyi şey yapmıştır. Gerisi
ayrıntıdan ibarettir; sadece dedikoducu zihniyetin
üzerinde duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği
kadarını vereceği ayrıntılar.
7. Atatürk’ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek
yok, bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının
tarihinde şimdiden önemli bir sayfa olarak yer almıştır.
Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek
istiyorum: Bu da; Atatürk’ün doğuştan gelen, belki de
farkında olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran
aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi.
8. Atatürk’ün tüm karakterinde veya en azından mevcut
şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır. İddia
edilen acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi bildiği
gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır.
Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan
zevklere karşın, toplumda kadının rolü kavramı, halk
devrimlerinde en çarpıcı savunmayı ortaya koyduğu kadın
hakları ve önemi ile bağdaşmamaktadır. Zira bir iki sene
içinde çokeşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve
istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin
liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur.
(Kimi zaman toplum içinde de olsa) özel hayatını
tanımlayan ve göz ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin
kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi görevlerdeki
asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır. Sadece bir
kaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi
sağlayabilir; sanırım yok denecek kadar azı da
gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir.
9. Atatürk, Batı’da “yes-men” ve uzun süredir Türkiye’de
“evetçi” olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür
insanları aşağılıyordu. Ahmak ve dalkavuklara tahammülü
yoktu. Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez,
açgözlüleri hor görürdü. Bir insanın onun için çalışıyor
olması fikrine hoş bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, ırkı
ve insanları için yaşıyor, onlar için düşünüp, onlar
için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa,
görevlerini yerine getiremedikleri kanaatine varıyordu.
10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör
olarak aktarılacak. Bunun yanlış olacağı kanısındayım.
Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi, ancak
gerçek bir diktatör değildi. Ne yazık ki ben, şimdiye
kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir
tanımımız olduğuna inanmıyorum. Ancak Hitler ve
Mussolini’nin tersine, devlette idari veya yönetim
fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere
emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini
reddetme hakkına sahip değildi. Bütün bu hususlara
teknik gözle bakıp bir kenara iter ve tüm devlet
meselelerinde onun isteklerinin hakim olduğu konusunda
ısrar edebilirsiniz. Doğru, ancak daha çok o konudan
sorumlu kişilerin onayının hakimiyeti şeklinde karşımıza
çıkıyordu. Olayların gidişi, Atatürk’ün görüş açısının
doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata
yapmadığını göstermiştir. Dolayısıyla sıkça fikirlerine
başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını
görmek pek de şaşırtıcı değil. Ancak onu Mussolini,
Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran
belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve
çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem
kurmaya çalışmasıdır.
Atatürk’ten sonraki cumhurbaşkanı seçiminin sessizce
hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin sakince
sürmesi bir kriterse, evet başarılı olmuştur.
11. Atatürk’ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı;
küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında
üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü
olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinçaltının
etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi
dimdikliğinin bir başka parçasıydı.
12. Müslüman olarak doğmuş, ancak din karşıtı bir kişi
olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti;
işini iyi bilen, istidat sahibi bir askerdi, savaştan
nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren
barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı
başarmıştı. Türkiye’nin kaderini elleri arasına
aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet’in dostluk elini
uzatmadığı ve aralarında Osmanlı Imparatorluğu’nun
düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur.
Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen
çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak,
doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat
çekici bir biçimde sağlanmıştır.
13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri
korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti.
Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış
olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi
başaramamıştı. O, Türk Milleti'ne hizmet ederken öldü.
Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır.
İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca
yaşama yolunu vermiş, belki de tüm bunlardan daha
önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak
bağımsızlığı tattırmıştır.
Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en
mütevazı hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref
duyarım.
Percy Loraine” |