• ANAFİLYA YAZILARI
Üzerinden 15 yıl geçti… Hak yerini bulmadı.
Tarih 2 Temmuz 1993.
Sivas katliamından söz ediyoruz. Cayır cayır yakılan 37
kişi. Kendi olanaklarıyla, ağır yaralarla kurtulan 51
kişi…
Kısaca ne olmuştu:
Karşı devrimciler, şeriat isteyenler aydınlık canları
Sivas’ta kaldıkları Madımak Oteli’nde canlı canlı
yakmışlardı. Bununla da yetinmedi gericiler, yobazlar;
Atatürk büstünü de tahrip ettiler. Valilik akşam
saatlerine kadar olaylara seyirci kaldı. İki günlük
sokağa çıkma yasağı ilan edilip de güvenlik güçleri
hâkimiyet sağladığında kalan sağlar bizimdi.
Ne diyor Nazım usta:
Sen yanmasan,
Ben yanmasam,
Biz yanmasak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.
*
Adı Nuray Canan Bezirgan…
İstanbul Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek
Yüksekokulu Tıbbi Dokümantasyon Bölümü ikinci sınıf
öğrencisiyken türbanla sınava girmek isteyince 6 ay ceza
alıyor. Ceza ertelenince Kanada’ya iltica ediyor. 7 yıl
sonra Türkiye’ye dönme kararı alıyor. Ayağının tozuyla
yanına aynı görüşteki arkadaşı Kevser Çakır’ı alarak
Fatih Altaylı’nın Kanal 1’deki televizyon programında
gururla açıklıyor:
“Humeyni’yi seviyorum. Atatürk’ü sevmiyorum.”
Devam ediyor,
“Maraş’ta Fransız askerleri Nen Hatun’un başörtüsüne
uzandı. Sütçü İmam ilk ateşi açtı, böylelikle Kurtuluş
savaşı başladı. O dönemin sosyolojik yapısını
incelerseniz, cephedeki insanlar hep Müslüman… Atatürk
olmasaydı, İngilizler olsaydı, haklarım daha geniş
olacaktı.”
Böyle söyledi Nuray Canan Bezirgan.
Atatürk düşmanının bilgi birikimi sanki, başındaki kara
örtüyle paralellik taşıyordu:
Erzurumlu Nene Hatun’u Maraşlı yaptı. Fransız olarak
tanımladığı düşman Fransız değil Rus’tu. Rus,
başörtüsüne değil Aziziye Tabyası’na saldırmıştı. Milli
mücadele’de ilk kurşunu Hasan Tahsin sıkmıştı. Ermeni’yi
vuran Sütçü İmam’a Fransız’ı vurdun dedi. Maraş’ta
düşmana ilk karşı çıkan ve silahı olmayan Çakmakçı
Sait’i ağzına almadı. İngiliz’in işgal ettiği Maraş’ı
kalktı Fransız’lara verdi.
Hadi Atatürk’ü sevmiyorsun. Tercihindir, anladık. Ama
anneannenin hayatta kalmasını sağlayarak seni doğuran
annene hayat veren büyük kurtarıcıya neden hakaret
edersin. Kurtuluşu sağlayarak inandığın İslam’ın
camilerini ayakta tutan, ezan sesini senden esirgemeyen
ulu önder değildir de kimdir?
Bu yaşta bu zeka. Vallaha akıllara seza…
*
Peki, İsmet İnönü’yü
millet düşmanı ilan eden gazeteci bozuntusuna ne
demeli?.. Ya aynı görüşü Meclis’te savunan AKP
milletvekiline…
TV’deki türbanlı kızlarla aynı kafa. Yukarıda da tehlike
var. Çankaya karanlık… İktidar partisi daha da karanlık.
Zor, çok zor günler beklediğimizi belirtmiştik üç ay
önce…
*
Milli iradeyi 411 kişiye bağladılar. Oysa hep birlikte
izliyoruz. 411 kişi hangi kanuna oy verdiğini bile
bilmeden ellerini kaldırıp indiriyor, adı “milli irade”
oluyor. Bu arada Cumhurbaşkanını da atlamayalım. Kanun
daha meclisten çıkmadan basıyor imzayı. Ne olup
bittiğine bakmadan, araştırmadan incelemeden. Son örnek
şaşırtıcı:
Bir gece alelacele çıkarılan 5174 sayılı Odalar ve
Borsalar Kanunu’na göre, oda ve borsalarda genel
sekreter olabilmek için “zimmet, kaçakçılık, rüşvet,
hırsızlık” gibi suçlardan hüküm giymiş olmak gerekiyor.
Evet, yanlış okumadınız. Genel sekreter olmak için
kaçakçı, hırsız olmak gerekiyor.
*
Adı “The Internatıonal Republican Institute. Amerika’da
Cumhuriyetçi Parti başkan adayı Mc Cain’in başkanlığını
yürüttüğü bir araştırma kuruluşu. Son araştırmasını
Türkiye’ye ayırmış. Bazı sonuçlar şöyle:
Birinci sırada orduya güvenenler yer alıyor: yüzde 3.46.
İkinci sırada yüzde 3.05 ile yargı.
Üçüncü sırada üniversite var. Yüzde 2.97.
TBMM dördüncü sırada. Yüzde 2.53.
Veee…
Beşinci ve sonuncu: yüzde 2.51 ile hükümet.
Türkiye’nin önemli sorunları sıralamasında ise, yüzde 34
ile ekonomi ve işsizlik ilk iki sırayı paylaşıyorlar.
Güvenlik ve terör yüzde 10 ile üçüncü sırada. Türban
yüzde 6 ile dördüncü…
Din ve dindarlık konusu da ele alınmış araştırmada:
Haziran 2007’de AKP yönetiminde Türkiye daha dindar oldu
diyenler yüzde 31. Bu oran 2008 yılında yüzde 40’a
yükseliyor.
Demek ki, dincilik arttıkça laiklik yitiriliyor.
Önemli sonuçlara gebe bir araştırma.
*
Başbakan hepimizi yanılttı…
“Bugün Başbakan Türkiye'yi
taşıyabilecek çapta bir büyük siyaseti üretiyor.” diyen
Erhan Göksel’in TV programına çıkmadı,
Yanılttı…
Kalktı ünlü Türk düşünürü, Hülya Avşar’ın Stüdyo
programına konuk oldu. Mehmet Akif Ersoy’dan bir de şiir
okudu. Avşar sordu:
“Kadınların sizi yakışıklı bulması hoşunuza gidiyor mu?”
“Hı, hıı, hıı…”
Ama diğer konularda hazırlıklıydı Başbakan,
donanımlıydı.
“Hemen evlenin iki çocuk daha yapın…” dedi.
Avşar kızı, “Ama ikimizin de zaten çocukları var.”
yanıtı üzerine,
“Onlar eski eşlerden çocuklar. Siz hemen evleniyorsunuz
ve iki tane de çocuk yapıyorsunuz.” Talimatını verdi.
Doğrusu çok yararlı oldu Erdoğan-Avşar konuşması.
Meydanlardaki konuşmasından daha çok ilgi çekti. Belki
de o gecenin reyting rekorunu kırdı. Ne bilelim…
Hayırlara vesile olur inşallah!
*
Neyse…
Başbakanı tanıyorsunuz. Kısaca programında Başbakana
meydan okuyan Erhan Göksel’den söz edelim.
Kamuoyu onu 20 Mayıs 2007 günü POAŞ ve Aydın Doğan’dan
söz ettiği programda tanıdı. Zaten ne olduysa o
programda oldu. VERSO Araştırma Şirketi Yönetim Kurulu
Başkanı olan Doktor Göksel, Aydın Doğan’ın POAŞ’a
göbekten bağlı olduğunu açıklıyordu ki Doğan canlı
bağlantı ile Göksel’in karşısına çıkıverdi.
“Bak kardeşim, ben Türkiye’de en büyük medya patronuyum.
POAŞ’ta nasıl bir göbek bağımızın olduğunu açıkla. Lafı
dolama ağzında. Topu taca atma. Yoksa müfterisin…”
Bu tepki karşısında önce bocalayan ve sürekli
bıyıklarını çekiştiren Göksel, “Efendim, efendim…” lerle
programı sonlandırdı. Stüdyo dışında ne oldu biliyor
musunuz?
Araştırmacı Erhan Göksel gözyaşlarına hâkim olamadı
hüngür, hüngür ağladı…
*
Başbakan Erdoğan’ın attan düşmesini tam unutmuştuk ki
Ankara’dan haber geldi:
Malkoçoğlu attan düştü…
7’den 70’e tanır Malkoçoğlu’nu: Dr.Cüneyt Cüreklibatır.
Nam-ı diğer, Cüneyt Arkın.
Altındağ Belediyesi bu yıl ikincisi düzenlenen Ankara
Kalesi Festivalinde Malkoçoğlu’nu canlandırması için
Arkın’ı davet etmiş. Kırmamış Arkın, “Ben Malkoçoğlu’yum,
bugün kaleyi fethetmeye geldim. Atıma binip kaleye
çıkacağım.” Demiş, üzengiye adım atmış ki olan olmuş,
at tepinmiş Arkın yere düşmüş. Pes etmemiş ünlü aktör,
bir daha… Yine düşmüş. Sonunda kaleye yürüyerek çıkmış.
Olmadı Malkoçoğlu, olmadı…
*
İngiliz yazar Charles Dickens’ın ‘Büyük Umutlar’ adlı
romanını yazdığı masa ve sandalye İrlandalı bir
gazeteciye satıldı. Masa sandalye’ye yaklaşık 1 milyon
YTL ödeyen gazeteci, edebiyatın bu çok önemli parçasına
sahip olmaktan mutluluk duyduğunu belirtti. ‘Büyük
Umutlar’ı 1861 yılında yazan yazar, romanında insanlar
arasındaki sevgisizlik ve ikiyüzlülüğe karşı çıkmış,
para hırsı ve ayrımcılık üzerine kurulu dünya düzenini
eleştirmişti. Dickens, 19. Yüzyılın ortalarında
yapıldığı belirtilen maun masayı, en son 1870 yılında
ölmeden bir gün önce kullanmıştı.
*
Ünlü bir dünya romancısını, Cengiz Aytmatov’u ardından
dilbilimci Ali Püsküllüoğlu’nu son yolculuklarına
uğurladık…
“Toprak Ana” 1990 yılında Varlık yayınlarından çıkmıştı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında üç oğlunu, kocasını ve
gelinini kaybeden bir kadının toprakla söyleşisini konu
alır. Roman, Kırgız yazarın ülkemizde yayımlanan ilk
kitapları arasındadır. Beyaz Gemil, Cemile, Kızıl
Elma’nın ardından yayımlanmıştır. Aytmatov eserlerinde,
güçsüz ya da hoşgörülü oldukları için ezilmeye çalışılan
insanları ele alır. Savaş ortamında insan psikolojisini,
doğayı anlatır. Aytmatov, halk düşmanı ilan edilmiş,
kurşunlanarak öldürülmüş bir köylünün, bir çobanın
oğludur…
73 yaşında yitirdiğimiz dilbilimci, şair ve edebiyatçı
Ali Püsküllüoğlu 20’den fazla Türkçe sözlük
yayımlamıştı.
Işıklar içinde olsunlar.
Sağlıkta, huzurda, mutlulukta kalınız… |