Ömer Esen-Selim Esen-Sultan Su Esen,Nikah günü-7 Eylül 2004

 
   
 

• ANAFİLYA YAZILARI

Üzerinden 15 yıl geçti… Hak yerini bulmadı.

Tarih 2 Temmuz 1993.

Sivas katliamından söz ediyoruz. Cayır cayır yakılan 37 kişi. Kendi olanaklarıyla, ağır yaralarla kurtulan 51 kişi…

Kısaca ne olmuştu:

Karşı devrimciler, şeriat isteyenler aydınlık canları Sivas’ta kaldıkları Madımak Oteli’nde canlı canlı yakmışlardı. Bununla da yetinmedi gericiler, yobazlar; Atatürk büstünü de tahrip ettiler. Valilik akşam saatlerine kadar olaylara seyirci kaldı. İki günlük sokağa çıkma yasağı ilan edilip de güvenlik güçleri hâkimiyet sağladığında kalan sağlar bizimdi.

Ne diyor Nazım usta:

Sen yanmasan,

Ben yanmasam,

Biz yanmasak,

Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.

*

Adı Nuray Canan Bezirgan…

İstanbul Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Tıbbi Dokümantasyon Bölümü ikinci sınıf öğrencisiyken türbanla sınava girmek isteyince 6 ay ceza alıyor. Ceza ertelenince Kanada’ya iltica ediyor. 7 yıl sonra Türkiye’ye dönme kararı alıyor. Ayağının tozuyla yanına aynı görüşteki arkadaşı Kevser Çakır’ı alarak Fatih Altaylı’nın Kanal 1’deki televizyon programında gururla açıklıyor:

“Humeyni’yi seviyorum. Atatürk’ü sevmiyorum.”

Devam ediyor,

“Maraş’ta Fransız askerleri Nen Hatun’un başörtüsüne uzandı. Sütçü İmam ilk ateşi açtı, böylelikle Kurtuluş savaşı başladı. O dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz, cephedeki insanlar hep Müslüman… Atatürk olmasaydı, İngilizler olsaydı, haklarım daha geniş olacaktı.”

Böyle söyledi Nuray Canan Bezirgan.

Atatürk düşmanının bilgi birikimi sanki, başındaki kara örtüyle paralellik taşıyordu:

Erzurumlu Nene Hatun’u Maraşlı yaptı. Fransız olarak tanımladığı düşman Fransız değil Rus’tu. Rus, başörtüsüne değil Aziziye Tabyası’na saldırmıştı. Milli mücadele’de ilk kurşunu Hasan Tahsin sıkmıştı. Ermeni’yi vuran Sütçü İmam’a Fransız’ı vurdun dedi. Maraş’ta düşmana ilk karşı çıkan ve silahı olmayan Çakmakçı Sait’i ağzına almadı. İngiliz’in işgal ettiği Maraş’ı kalktı Fransız’lara verdi.

Hadi Atatürk’ü sevmiyorsun. Tercihindir, anladık. Ama anneannenin hayatta kalmasını sağlayarak seni doğuran annene hayat veren büyük kurtarıcıya neden hakaret edersin. Kurtuluşu sağlayarak inandığın İslam’ın camilerini ayakta tutan, ezan sesini senden esirgemeyen ulu önder değildir de kimdir?

Bu yaşta bu zeka. Vallaha akıllara seza…

*

Peki, İsmet İnönü’yü millet düşmanı ilan eden gazeteci bozuntusuna ne demeli?.. Ya aynı görüşü Meclis’te savunan AKP milletvekiline…

TV’deki türbanlı kızlarla aynı kafa. Yukarıda da tehlike var. Çankaya karanlık… İktidar partisi daha da karanlık.

Zor, çok zor günler beklediğimizi belirtmiştik üç ay önce…

*

Milli iradeyi 411 kişiye bağladılar. Oysa hep birlikte izliyoruz. 411 kişi hangi kanuna oy verdiğini bile bilmeden ellerini kaldırıp indiriyor, adı “milli irade” oluyor. Bu arada Cumhurbaşkanını da atlamayalım. Kanun daha meclisten çıkmadan basıyor imzayı. Ne olup bittiğine bakmadan, araştırmadan incelemeden. Son örnek şaşırtıcı:

Bir gece alelacele çıkarılan 5174 sayılı Odalar ve Borsalar Kanunu’na göre, oda ve borsalarda genel sekreter olabilmek için “zimmet, kaçakçılık, rüşvet, hırsızlık” gibi suçlardan hüküm giymiş olmak gerekiyor.

Evet, yanlış okumadınız. Genel sekreter olmak için kaçakçı, hırsız olmak gerekiyor.

*

Adı “The Internatıonal Republican Institute. Amerika’da Cumhuriyetçi Parti başkan adayı Mc Cain’in başkanlığını yürüttüğü bir araştırma kuruluşu. Son araştırmasını Türkiye’ye ayırmış. Bazı sonuçlar şöyle:

Birinci sırada orduya güvenenler yer alıyor: yüzde 3.46.

İkinci sırada yüzde 3.05 ile yargı.

Üçüncü sırada üniversite var. Yüzde 2.97.

TBMM dördüncü sırada. Yüzde 2.53.

Veee…

Beşinci ve sonuncu: yüzde 2.51 ile hükümet.

Türkiye’nin önemli sorunları sıralamasında ise, yüzde 34 ile ekonomi ve işsizlik ilk iki sırayı paylaşıyorlar. Güvenlik ve terör yüzde 10 ile üçüncü sırada. Türban yüzde 6 ile dördüncü…

Din ve dindarlık konusu da ele alınmış araştırmada:

Haziran 2007’de AKP yönetiminde Türkiye daha dindar oldu diyenler yüzde 31. Bu oran 2008 yılında yüzde 40’a yükseliyor.

Demek ki, dincilik arttıkça laiklik yitiriliyor.

Önemli sonuçlara gebe bir araştırma.

*

Başbakan hepimizi yanılttı…

“Bugün Başbakan Türkiye'yi taşıyabilecek çapta bir büyük siyaseti üretiyor.” diyen Erhan Göksel’in TV programına çıkmadı,

Yanılttı…

Kalktı ünlü Türk düşünürü, Hülya Avşar’ın Stüdyo programına konuk oldu. Mehmet Akif Ersoy’dan bir de şiir okudu. Avşar sordu:

“Kadınların sizi yakışıklı bulması hoşunuza gidiyor mu?”

“Hı, hıı, hıı…”

Ama diğer konularda hazırlıklıydı Başbakan, donanımlıydı.

“Hemen evlenin iki çocuk daha yapın…” dedi.

Avşar kızı, “Ama ikimizin de zaten çocukları var.” yanıtı üzerine,

“Onlar eski eşlerden çocuklar. Siz hemen evleniyorsunuz ve iki tane de çocuk yapıyorsunuz.” Talimatını verdi.

Doğrusu çok yararlı oldu Erdoğan-Avşar konuşması. Meydanlardaki konuşmasından daha çok ilgi çekti. Belki de o gecenin reyting rekorunu kırdı. Ne bilelim…

Hayırlara vesile olur inşallah!

*

Neyse…

Başbakanı tanıyorsunuz. Kısaca programında Başbakana meydan okuyan Erhan Göksel’den söz edelim.

Kamuoyu onu 20 Mayıs 2007 günü POAŞ ve Aydın Doğan’dan söz ettiği programda tanıdı. Zaten ne olduysa o programda oldu. VERSO Araştırma Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı olan Doktor Göksel, Aydın Doğan’ın POAŞ’a göbekten bağlı olduğunu açıklıyordu ki Doğan canlı bağlantı ile Göksel’in karşısına çıkıverdi.

“Bak kardeşim, ben Türkiye’de en büyük medya patronuyum. POAŞ’ta nasıl bir göbek bağımızın olduğunu açıkla. Lafı dolama ağzında. Topu taca atma. Yoksa müfterisin…”

Bu tepki karşısında önce bocalayan ve sürekli bıyıklarını çekiştiren Göksel, “Efendim, efendim…” lerle programı sonlandırdı. Stüdyo dışında ne oldu biliyor musunuz?

Araştırmacı Erhan Göksel gözyaşlarına hâkim olamadı hüngür, hüngür ağladı…

*

Başbakan Erdoğan’ın attan düşmesini tam unutmuştuk ki Ankara’dan haber geldi:

Malkoçoğlu attan düştü…

7’den 70’e tanır Malkoçoğlu’nu: Dr.Cüneyt Cüreklibatır. Nam-ı diğer, Cüneyt Arkın.

Altındağ Belediyesi bu yıl ikincisi düzenlenen Ankara Kalesi Festivalinde Malkoçoğlu’nu canlandırması için Arkın’ı davet etmiş. Kırmamış Arkın, “Ben Malkoçoğlu’yum, bugün kaleyi fethetmeye geldim. Atıma binip kaleye çıkacağım.” Demiş, üzengiye adım atmış ki  olan olmuş, at tepinmiş Arkın yere düşmüş. Pes etmemiş ünlü aktör, bir daha… Yine düşmüş. Sonunda kaleye yürüyerek çıkmış.

Olmadı Malkoçoğlu, olmadı…

*

İngiliz yazar Charles Dickens’ın ‘Büyük Umutlar’ adlı romanını yazdığı masa ve sandalye İrlandalı bir gazeteciye satıldı. Masa sandalye’ye yaklaşık 1 milyon YTL ödeyen gazeteci, edebiyatın bu çok önemli parçasına sahip olmaktan mutluluk duyduğunu belirtti. ‘Büyük Umutlar’ı 1861 yılında yazan yazar, romanında insanlar arasındaki sevgisizlik ve ikiyüzlülüğe karşı çıkmış, para hırsı ve ayrımcılık üzerine kurulu dünya düzenini eleştirmişti. Dickens, 19. Yüzyılın ortalarında yapıldığı belirtilen maun masayı, en son 1870 yılında ölmeden bir gün önce kullanmıştı.

*

Ünlü bir dünya romancısını, Cengiz Aytmatov’u ardından dilbilimci Ali Püsküllüoğlu’nu son yolculuklarına uğurladık…

“Toprak Ana” 1990 yılında Varlık yayınlarından çıkmıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında üç oğlunu, kocasını ve gelinini kaybeden bir kadının toprakla söyleşisini konu alır. Roman, Kırgız yazarın ülkemizde yayımlanan ilk kitapları arasındadır. Beyaz Gemil, Cemile, Kızıl Elma’nın ardından yayımlanmıştır. Aytmatov eserlerinde, güçsüz ya da hoşgörülü oldukları için ezilmeye çalışılan insanları ele alır. Savaş ortamında insan psikolojisini, doğayı anlatır. Aytmatov, halk düşmanı ilan edilmiş, kurşunlanarak öldürülmüş bir köylünün, bir çobanın oğludur…

73 yaşında yitirdiğimiz dilbilimci, şair ve edebiyatçı Ali Püsküllüoğlu 20’den fazla Türkçe sözlük yayımlamıştı.

Işıklar içinde olsunlar.

 

Sağlıkta, huzurda, mutlulukta kalınız…