12. ULUSLARARASI
ANKARA ÖYKÜ GÜNLERİ
Nasıl
Doğdu?
Ankara Öykü Günleri’nin doğum
tarihi 1996 olarak gösterilebilir. 1. Ankara Öykü
Günleri 5-10 Mayıs 1997 günlerinde gerçekleştirilmişti.
Altı oturum biçiminde düzenlenen etkinliğe yaklaşık kırk
öykü yazarı katılmış, dünden bugüne, bugünden yarına
öykücülüğümüzü, öykünün etki alanlarını, kent kültürü ve
kentlileşme bilinci bakımından öyküyü
değerlendirmişlerdi. 1996 yılının onur ödülü sahibi
Vüs’at O. Bener’di (1922-2005). Ankaralı edebiyat
severler kendilerine sunulan bu “öykü ziyafeti”ne büyük
ilgi göstermişler, etkinliğin düzenlendiği mekanı adeta
bir panayıra dönüştürmüşlerdi. Öykü saatleri, öykü
yazarlarının okurlarla söyleşileri, öykü kitaplarını
imzalamaları ilgi ve coşku yaratmıştı.
Öncülüğünü
öykü yazarı Özcan Karabulut’un yaptığı Ankara Öykü
Günleri bir süre sonra adını Dünya Öykü Günü olarak
değiştirdi. Son olarak da başına ‘uluslararası’
sözcüğünü ekleyerek “Ankara Öykü Günleri” adını aldı.
1997’den 2007’ye kadar 11 kez gerçekleştirilen etkinlik
bugüne, 2011’e kadar yapılamadı. Aradan geçen dört yıl
Ankara’ya özgü etkinliği yeniden aranır hale getirdi.
10-14 Şubat 2012 tarihlerinde düzenlenen 12.Uluslararası
Ankara Öykü Günleri ise yine etkinliğin mimarı Özcan
Karabulut’un girişimiyle Ankaralılarla buluştu.
Neden Öykü Günleri?
Çünkü, öykücülügümüz nicel ve nitel olarak ‘iyi’ bir
yerde. Çünkü, öykünün yazınsal
değer ve ölçütleri tartışılmalı. Çünkü,
öykücülüğümüzdeki gelişimin ve canlı öykü edebiyatı
ortamının toplumsal, kültürel ilgisini inceleyip,
sonuçlar çıkartmak; bu sonuçları edebiyat-sanat-kültür
kapsamında kamuoyuna
duyurmak olarak açıklanabilir.
Niçin Ankara?
Sorusu ise, Ankara’nın
edebiyat ve sanat etkinliklerinin yoğun olarak
gerçekleştirildiği bir kent olması ve kentin, giderek
ülkenin kültür dokusunun da merkezi olabilmesi
biçiminde yanıtlanabilir. Ve Öykü Günleri’nin
düşünü kuranlar Ankara’da yaşıyorlar denebilir.
Katılımcılar,
Yer-Mekan
Olgunlar Sokak, Kafka Cafe’de düzenlenen 12.
Uluslararası
Ankara
Öykü Günleri, 10 Şubat Cuma günü başladı. Yaklaşık 27
öykü yazarının öykülerini seslendirmelerinin yanı sıra
22 bildiri, panel ve söyleşi gerçekleştirildi. Dünyanın
Öyküsü Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Özcan Karabulut,
Roman Kahramanları Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer
Asan, Edbiyatçılar Derneği Kurucusu ve İlk Genel Başkanı
Ahmet Say ile onur konuğu
Alman Yazarlar
Sendikası
Başkanı İmre Török açılış konuşmalarını yaptılar.
Edebiyatımızın usta yazarı Adnan Binyazar’a, “Onur Ödülü”
sunuldu.
Görünüşte yazarların biraraya geldikleri
bir toplantı olarak görülen etkinliğe izleyici
katılımının yer nedeniyle henüz istenen düzeyde olmadığı
söylenebilir. Dar, basık, seslendirme sisteminin
yetersiz olduğu mekanda, geniş izleyici katılımı,
beklemek safdillik olurdu.
Bu tür etkinliklerin önde gelen
yararlarının
başında okuma alışkanlığının sağlanması geldiği
düşünülürse izleyici katılımının, bir başka deyişle
okuyucunun önemli olduğunu söylemeliyiz. Ve bu noktada
bazı verilere değinmeliyiz:
Demokrat Eğitimciler
Sendikası’nın (DES) yayınladığı ‘Türkiye’nin Okuma
Alışkanlığı Raporu’na göre, Türk halkı okumaya yılda 6
saat zaman ayırıyor.
2009 yılında
Türkiye’deki toplam kütüphane sayısı 1152. Bunlardan
45’i çocuk kütüphanesi, 14’ü yazma eser kütüphanesi,
55’i gezici kütüphane, 1038’i de İl ve İlçe
kütüphaneleri. 2007 yılı verilerine göre
kütüphanelerimizde 13 milyon kitap var. Buna karşılık
komşumuz Bulgaristan’da 46 milyon, Rusya’da 739 milyon.
Kütüphanelerimize kayıtlı üye sayısı 493 bin 500 iken,
İran’da 7 milyon, İngiltere’de 35 milyon. Türkiye’de 68
bin 500 kişiye 1 halk kütüphanesi düşerken, 95 kişiye
bir kahvehane düşüyor. Kütüphanelerimizde çalışanlar 333
kişi. Buna karşılık Almanya’daki halk kütüphanelerinde 8
bin 337, İspanya’da ise 3 bin 794 kişi çalışıyor.
Her mahallede kütüphane olmadığı
için çocuklarımızın kütüphaneye gidebilmeleri de
olanaksız. Ya da otobüs, dolmuş vb. ulaşım aracı
kullanmak zorundalar. Kütüphaneye ulaştıklarını
varsaysak bu defa da, aradıkları kitabı bulamama
sorunuyla karşılaşacaklar. Çünkü kütüphanelerimizde her
aranan kitap, güncel dergi ya da araştırma yer almaz.
Geriye okul kütüphaneleri kalıyor. Çocuklara kütüphaneye
gitme alışkanlığını kazandıracak mekanlar bunlar olmalı.
Ama pek çok okulumuzda ne yazık ki kütüphane yok. Böyle
olunca okuma alışkanlığı da edinilemiyor.
Kitap bizde çıktığı
gün, raflara yerleştiğinde ne satarsa satıyor. Bir gün
sonra satış yerinde sayıyor. Günlük gazete gibi…
İzleyici Nerede?
Ankara öykü Günleri, belki 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nü
de doğurarak, edebiyatçılar arasında barışın, dostluğun,
sevginin de simgesi haline geldi, ama okuyucuya okuma
alışkanlığı anlamında ne kazandırdı. Bence konuya bu
açıdan yaklaşılmalı. Evet, edebiyatçılar biraraya
geldiler, birbirlerinin öykülerini dinlediler, kimi
konularda görüşlerini düşüncelerini paylaştılar, hasret
giderdiler.
Peki, izleyici neredeydi?, okuyucu neredeydi?
İşte sorulması gereken bu. Etkinliğe ev sahipliği yapan
mekan izleyici ve okuyucuyu kucaklayabilecek boyutta
mıydı? Yer herkesin kolayca bulabileceği, ulaşabileceği
bir yerde miydi? Konular izleyicinin beklentisini
karşıladı mı? Süre yeterli miydi, uzun muydu?
Katılımcılar öykülerini, konularını anlaşılabilir bir
biçimde seslendirebildiler mi? Soruları çoğaltmak
mümkün. Tabi yanıt almak da mümkün. Kuşkusuz herkes
kendi görüşü doğrultusunda cevaplayacaktır.
Sonuç
Sonuçta bir etkinliği
daha geride bıraktık… Ve anladık ki, “Öykü şifre çözmez,
uzlaşmaz. Tözünü korumak için incelikle direnir. Kimi
zaman yaşamsal bir tepki, kimi zaman huzursuzluk ya da
küçücük bir mutluluktur. Açık bırakılmış bir kapı, bir
haklılık çığlığıdır.”
Böyle diyor 2012 yılı
Öykü Bildirisi’ni kaleme alan İnci Aral. Bu görüşüne
katılmamak elde değil.
Öykü Işıktır başlıklı bildirisinde, insanlığın ortak
belliğine gönderme yapıyor Aral: “Öykü, ilk saf
anlatıdır. Ortak belleğin yankısı, insan aklı ve
sezgilerinin alçakgönüllü ama coşkulu dilidir. Kalbin
iyiliğiyle, aşkla, zihnin imgeleriyle beslenip canlanır.
Yaşamın genişlik ve devingenliği içinde, hiç bıkmadan
yeni, özgün ve güzel sözü ararken fark edilemeyenin
peşinden gider. Gücünü derinliğinden, keşiflere
uygunluğundan, sınırsızlığını dilinin insani özle
yoğrulmuş oluşundan alır.”
Kısaca
özetlemek gerekirse,
12. Ankara Öykü Günleri’nde, hazırlanan
etkinlik programları ve projeler aracılığıyla, ayrım
yapılmaksızın, herkesin öyküye katılma ve öyküden zevk
alma olanakları arttırıldı, ömür boyu süren öğrenme
olgusunda, öykünün üstlendiği rol öğretildi ve
yaygınlaştırıldı, her yaştan ve her deneyim düzeyinden
gelen öykü yazarlarının yaratıcılık ve profesyonellik
alanlarında gösterdikleri çabalar desteklendi. Ama bir
eksik vardı… Eksik olan izleyiciydi, okuyucuydu. Ve
bunun çaresi dile getirilmedi, tartışılmadı.
|