29.07.2010, SSK Sitesi-Kuşadası, İzzet Erkan'la

 
   
 

12. ULUSLARARASI ANKARA ÖYKÜ GÜNLERİ[1]

Nasıl Doğdu?

Ankara Öykü Günleri’nin doğum tarihi 1996 olarak gösterilebilir. 1. Ankara Öykü Günleri 5-10 Mayıs 1997 günlerinde gerçekleştirilmişti. Altı oturum biçiminde düzenlenen etkinliğe yaklaşık kırk öykü yazarı katılmış, dünden bugüne, bugünden yarına öykücülüğümüzü, öykünün etki alanlarını, kent kültürü ve kentlileşme bilinci bakımından öyküyü değerlendirmişlerdi. 1996 yılının onur ödülü sahibi Vüs’at O. Bener’di (1922-2005). Ankaralı edebiyat severler kendilerine sunulan bu “öykü ziyafeti”ne büyük ilgi göstermişler, etkinliğin düzenlendiği mekanı adeta bir panayıra dönüştürmüşlerdi. Öykü saatleri, öykü yazarlarının okurlarla söyleşileri, öykü kitaplarını imzalamaları ilgi ve coşku yaratmıştı.

Öncülüğünü öykü yazarı Özcan Karabulut’un yaptığı Ankara Öykü Günleri bir süre sonra adını Dünya Öykü Günü olarak değiştirdi. Son olarak da başına ‘uluslararası’ sözcüğünü ekleyerek “Ankara Öykü Günleri” adını aldı. 1997’den 2007’ye kadar 11 kez gerçekleştirilen etkinlik bugüne, 2011’e kadar yapılamadı. Aradan geçen dört yıl Ankara’ya özgü etkinliği yeniden aranır hale getirdi.

10-14 Şubat 2012 tarihlerinde düzenlenen 12.Uluslararası Ankara Öykü Günleri ise yine etkinliğin mimarı Özcan Karabulut’un girişimiyle Ankaralılarla buluştu.

 

Neden Öykü Günleri?

Çünkü, öykücülügümüz nicel ve nitel olarak ‘iyi’ bir yerde. Çünkü, öykünün yazınsal değer ve ölçütleri tartışılmalı. Çünkü, öykücülüğümüzdeki gelişimin ve canlı öykü edebiyatı ortamının toplumsal, kültürel ilgisini inceleyip, sonuçlar çıkartmak; bu sonuçları edebiyat-sanat-kültür kapsamında kamuoyuna duyurmak olarak açıklanabilir.

 

Niçin Ankara?

Sorusu ise, Ankara’nın edebiyat ve sanat etkinliklerinin yoğun olarak gerçekleştirildiği bir kent olması ve kentin, giderek ülkenin kültür dokusunun da merkezi olabilmesi biçiminde yanıtlanabilir. Ve Öykü Günleri’nin düşünü kuranlar Ankara’da yaşıyorlar denebilir.

 

Katılımcılar, Yer-Mekan

Olgunlar Sokak, Kafka Cafe’de düzenlenen 12. Uluslararası Ankara Öykü Günleri, 10 Şubat Cuma günü başladı. Yaklaşık 27 öykü yazarının öykülerini seslendirmelerinin yanı sıra 22 bildiri, panel ve söyleşi gerçekleştirildi. Dünyanın Öyküsü Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Özcan Karabulut, Roman Kahramanları Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Asan, Edbiyatçılar Derneği Kurucusu ve İlk Genel Başkanı Ahmet Say ile onur konuğu Alman Yazarlar Sendikası Başkanı İmre Török açılış konuşmalarını yaptılar. Edebiyatımızın usta yazarı Adnan Binyazar’a, “Onur Ödülü” sunuldu.

                Görünüşte yazarların biraraya geldikleri bir toplantı olarak görülen etkinliğe izleyici katılımının yer nedeniyle henüz istenen düzeyde olmadığı söylenebilir. Dar, basık, seslendirme sisteminin yetersiz olduğu mekanda, geniş izleyici katılımı, beklemek safdillik olurdu.

                   Bu tür etkinliklerin önde gelen yararlarının başında okuma alışkanlığının sağlanması geldiği  düşünülürse izleyici katılımının, bir başka deyişle okuyucunun önemli olduğunu söylemeliyiz. Ve bu noktada bazı verilere değinmeliyiz:

Demokrat Eğitimciler Sendikası’nın (DES) yayınladığı ‘Türkiye’nin Okuma Alışkanlığı Raporu’na göre, Türk halkı okumaya yılda 6 saat zaman ayırıyor.

2009 yılında Türkiye’deki toplam kütüphane sayısı 1152. Bunlardan 45’i çocuk kütüphanesi, 14’ü yazma eser kütüphanesi, 55’i gezici kütüphane, 1038’i de İl ve İlçe kütüphaneleri. 2007 yılı verilerine göre kütüphanelerimizde 13 milyon kitap var. Buna karşılık komşumuz Bulgaristan’da 46 milyon, Rusya’da 739 milyon. Kütüphanelerimize kayıtlı üye sayısı 493 bin 500 iken, İran’da 7 milyon, İngiltere’de 35 milyon. Türkiye’de 68 bin 500 kişiye 1 halk kütüphanesi düşerken, 95 kişiye bir kahvehane düşüyor. Kütüphanelerimizde çalışanlar 333 kişi. Buna karşılık Almanya’daki halk kütüphanelerinde 8 bin 337, İspanya’da ise 3 bin 794 kişi çalışıyor.

Her mahallede kütüphane olmadığı için çocuklarımızın kütüphaneye gidebilmeleri de olanaksız. Ya da otobüs, dolmuş vb. ulaşım aracı kullanmak zorundalar. Kütüphaneye ulaştıklarını varsaysak bu defa da, aradıkları kitabı bulamama sorunuyla karşılaşacaklar. Çünkü kütüphanelerimizde her aranan kitap, güncel dergi ya da araştırma yer almaz.  Geriye okul kütüphaneleri kalıyor. Çocuklara kütüphaneye gitme alışkanlığını kazandıracak mekanlar bunlar olmalı. Ama pek çok okulumuzda ne yazık ki kütüphane yok. Böyle olunca okuma alışkanlığı da edinilemiyor.

Kitap bizde çıktığı gün, raflara yerleştiğinde ne satarsa satıyor. Bir gün sonra satış yerinde sayıyor.  Günlük gazete gibi…   

 

İzleyici Nerede?

Ankara öykü Günleri, belki 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nü de doğurarak, edebiyatçılar arasında barışın, dostluğun, sevginin de simgesi haline geldi, ama okuyucuya okuma alışkanlığı anlamında ne kazandırdı. Bence konuya bu açıdan yaklaşılmalı. Evet, edebiyatçılar biraraya geldiler, birbirlerinin öykülerini dinlediler, kimi konularda görüşlerini düşüncelerini paylaştılar, hasret giderdiler.

Peki, izleyici neredeydi?, okuyucu neredeydi? İşte sorulması gereken bu. Etkinliğe ev sahipliği yapan mekan izleyici ve okuyucuyu kucaklayabilecek boyutta mıydı? Yer herkesin kolayca bulabileceği, ulaşabileceği bir yerde miydi? Konular izleyicinin beklentisini karşıladı mı? Süre yeterli miydi, uzun muydu? Katılımcılar öykülerini, konularını anlaşılabilir bir biçimde seslendirebildiler mi? Soruları çoğaltmak mümkün. Tabi yanıt almak da mümkün. Kuşkusuz herkes kendi görüşü doğrultusunda cevaplayacaktır.

 

Sonuç

Sonuçta bir etkinliği daha geride bıraktık… Ve anladık ki, “Öykü şifre çözmez, uzlaşmaz. Tözünü korumak için incelikle direnir. Kimi zaman yaşamsal bir tepki, kimi zaman huzursuzluk ya da küçücük bir mutluluktur. Açık bırakılmış bir kapı, bir haklılık çığlığıdır.”

Böyle diyor 2012 yılı Öykü Bildirisi’ni kaleme alan İnci Aral. Bu görüşüne katılmamak elde değil.

Öykü Işıktır başlıklı bildirisinde, insanlığın ortak belliğine gönderme yapıyor Aral: “Öykü, ilk saf anlatıdır. Ortak belleğin yankısı, insan aklı ve sezgilerinin alçakgönüllü ama coşkulu dilidir. Kalbin iyiliğiyle, aşkla, zihnin imgeleriyle beslenip canlanır. Yaşamın genişlik ve devingenliği içinde, hiç bıkmadan yeni, özgün ve güzel sözü ararken fark edilemeyenin peşinden gider. Gücünü derinliğinden, keşiflere uygunluğundan, sınırsızlığını dilinin insani özle yoğrulmuş oluşundan alır.”

Kısaca özetlemek gerekirse,

12. Ankara Öykü Günleri’nde, hazırlanan etkinlik programları ve projeler aracılığıyla, ayrım yapılmaksızın, herkesin öyküye katılma ve öyküden zevk alma olanakları arttırıldı, ömür boyu süren öğrenme olgusunda, öykünün üstlendiği rol öğretildi ve yaygınlaştırıldı, her yaştan ve her deneyim düzeyinden gelen öykü yazarlarının yaratıcılık ve profesyonellik alanlarında gösterdikleri çabalar desteklendi. Ama bir eksik vardı… Eksik olan izleyiciydi, okuyucuydu. Ve bunun çaresi dile getirilmedi, tartışılmadı.

[1] Öykü Teknesi, Mart-Nisan 2012.

  Ankara’da Açan B!r Ç!çek: 14 Subat Dünya Öykü Günü, Solfasol, Mart 2012