Eylül 1997, Seattle-ABD, oğlum Bülent Nuri'yle

 
   
 

RADYO KİTAP SAATİ

Mikrofon yayıncıya değil millete hizmet eder

 

 

Dünya’da ve Türkiye’de Radyo

 

Dünya radyoyu 1920’lerde tanıdı; Türkiyemizde radyoculuk ise 1927’de Ankara ve İstanbul’da kurulan 5’er kilovatlık istasyonlarla başladı. Dünyadaki ilk sürekli ve düzenli yayının 1921’de yapıldığı düşünülürse, aradaki fark, sadece 6 yıldır.

1927’de bütün dünyada 123, Türkiye’de ise iki radyo istasyonu vardır. Görülüyor ki Türkiye radyoculukta önemli girişimler yapmış öncü ülkeler arasındadır.

1927’den 1937’ye kadar geçen on yıllık zamanı bir deneme, öğrenme, hazırlık dönemi sayarsak, 1937’den sonraki bazı rakamlar ilgi alanımıza girecektir. Bu da radyo ile edebiyat ilişkisini kurarken gözardı edilmemesi gereken bir bilgidir.

Örneğin 1941 yılı yaz döneminde Ankara Radyosunun yayın süresi normal günde 6,5 saat iken, Pazar günleri 8 saate ulaşmaktadır; bilim, kültür ve sanat programları da yok denecek kadar azdır.

1965-1969 arasında toplam 116 bilim, kültür ve sanat programı üretildiği görülüyor. En az program 1969’da yayınlanmış, onaltı adet. En fazla 1967’de, otuz yedi program.

1942’de Radyo alıcı sayısı 123.674,

1950’de 362.456,

1960’da 1.341.278’dir.[1]

Gelişim sürecinde radyomuz, 1965 yılında, yanına televizyonu da ekleyerek TRT adını alırken, giderek çoğalan beklentimizi karşılıyan bir örgüt olabildi mi? Radyoculuğun temel ideallerine ulaşıldı mı? Nereye kadar? soruları bir yana, insanlığın buluş karşısındaki şaşkınlığı ise edebiyatın baş konularındandı.

Radyoyu bu anlamda sorguladığımızda, eğitim-kültür, özellikle de ülke içinde yayınlanan, ya da çevirisi yapılan kitaplar açısından ele alıp irdelediğimizde ilginç sonuçlarla karşılaşıyoruz. İşte kısa bir gelişim süreci…

 

Gutenberg ve Kitap

 

İlk kitabı 1436 yılında Gutenberg basmıştı. O zamandan bu yana tam 576 yıl geldi, geçti. Dünya kütüphanelerinde sayılamıyacak kadar çok kitap birikti. Savaşlarda, depremlerde, yangınlarda, daha başka nedenlerle binlercesi toz toprak oldu. Oldu ama, fikirlerin ölmediğini ispatlayan gene de kitaplar. Mermer mabetler çöküyor, bronz heykeller eriyip gidiyor, koskoca şehirler bile zamanla kayboluyor. Ölmeyen yalnız kitaplar. Yırtılıp gidiyorlar, yine de yaşıyorlar. Yazar ne kadar tanınmış olursa olsun bir gün gelir unutulup gider. Kubbede bir hoş sada gibi... Toz bağlayan kitaplarıysa, yıpranmış sayfalarını isteyen okuruna açar.

Zamana direnen yapıtlar, kutsal birer emanet gibi nesilden nesile aktarılan paha biçilmez birer hazine gibidir. Fransız bir yazar kitapları, “ölülerin dirileri ele geçirmesidir” biçiminde tanımlar.

Günümüzde yeni eserleri tanıtmak için kitap ekleri, dergiler, özel basımlar ve radyo tv. yayınları gelişerek devam ediyor. Geçmişte ve yakın geçmişimizde yayınlanan eserlerin böyle bir olanağı yoktu. Ama Allahtan Ankara Radyo’su vardı. Radyo, 15 günde bir yayınladığı 10 dakika süreli programında, yeni çıkan kitapların isim ve fiyatlarını bildiren bir listenin okunmasının yanı sıra dinleyiciyi çıkan iyi ve değerli eserler hakkında aydınlatmayı, okuma hevesini arttırmayı hedefliyordu. Türkiye’de her gün ortalama 10 kitabın yayınlandığı 1940’larda radyo’da kitap tanıtımı kuşkusuz önemli bir hizmetti.

 

On beş dakikadan altı-yedi dakikaya

 

Ankara Radyosu Kitap Saati Programı 1942 yılında Milli Kütüphane Müdürü -o zamanlar, Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürü idi- Adnan Ötüken (1911-1972) tarafından kuruldu. 1950 yılının sonlarında Ötüken programın yönetimini Sami N.Özerdim’e (1918-1997) bıraktı. Özerdim, önceleri onun hazırladığı metinleri okurken, sonra kendisi hazırlamaya başladı. Amerika’da bulunduğu 1955-1956 yılları içinde Kitap Saati’ni başka bir kütüphaneci, Muharrem D.Mercanlıgil hazırladı. Dönüşte yine kendisi devam etti.

Kitap Saati, 19 Haziran 1961 akşamı sona erdi. On bir yıllık serüven nokatlanmıştı. Dinleyicisi şaşkındı! Yeni program döneminde Kitap Saati’nin on beş günde bir radyo içinden hazırlanacağı belirtildi!

Kitap Saati, programın yaratıcısı Sami N. Özderdim’e gerçek bir “dert” olmuştu. Bir tiryakilikti bu; her tiryaki gibi, düzeni bozuldukça sinirlenmiş üzülmüşü Özerdim. Bir eğlence programı olmadığı için kararlı kalması gerekirken, programlar değiştikçe Kitap Saati’nin günleri saatleri de değişmişti. Bir süre on beş günde bir yapılması uygun görülmüş, üstelik pazar günleri saat 17.30’a alınmıştı. Yazın o saatlerde futbol maçları yayınlandığından pazar günleri, Kitap Saatini kim dinleyecekti! Didindi durdu Özerdim… Ve, yeniden haftada bir gün, daha iyi bir saatte yayınlanmasını sağladı. Ne var ki, bu kez süresi on beş dakikadan on dakikaya indirilmişti. Burada süre çok önemliyd. Zaman kısıtlaması kitaplardan söz etmeye yetmiyordu. Tanıtım yeterince yapılamıyordu. Oysa bir zamanlar, kitapları duyurulan ozanları da Radyo’ya getirip kendi sesleriyle şiir okutmak olanağını bulan Özerdim, ölen yazarların eserlerini saymak, belli günlerde özel bibliyografyalar düzenlemek; kütüphane hareketlerine, kütüphanelerde açılan sergilere yer vermek gibi çeşitliliğe girebilmişti.

Demokrat Parti İktidarının son yıllarında Kitap Saati’ni yönetmek Özerdim için işkenceye dönüşmüştü. Her gece uzayıp giden Vatan Cephesi listeleri yüzünden Radyo’dan programını yapamadan geri dönüyor, gündüzleri ölü bir saatte mikrofon karşısına geçmek zorunda kalıyordu.

Son yıl içinde ise Kitap Saati, haftanın konserinden sonraya alınmıştı. Müzik parçalarının dakikaları iyi hesaplanmadığından olacak, on dakikalık program, altı-yedi dakikaya inince Özerdim’e de, elindeki metni son hızla okumak düşmüştü. Her pazartesi saat 21.30’dan sonra, bu altı-yedi dakikayı kurtarabilmek için yola düşüyordu Özerdim. Radyo’nun havasız stüdyosundan ter içinde sokağa fırlayıp eve bitkin halde dönüyordu. Ertesi sabah, yığılmış kitapları o kısa dakikalara sığdırmak için yeni bir çaba başlardı.

Kitap Saati’nde on bir yıl boyunca çeşitli kararlar alındı, sonra kararlar yok edildi. Konuşmaları Devlet Tiyatrosu oyuncuları okusun, dendi. 27 Mayıs’tan sonra bir süre spikerler tarafından okundu. Bu süreçte hazırlayanların adları dahi duyurulmadı.

 

Yasaklar

 

Programın bir de sansür derdi vardı… D.P. günlerindeki politik hava, Radyo’yu kararsızlığa sürüklemişti. Örneğin, Hikmet Bayur’un Türk Inkilabı Tarihi ciltleri çıktıkça o sırada hangi partide ise ona göre işlem yapılıyordu. Bir öğretmen yıllığının bir kıyısında Türkiye Cumhurbaşkanları arasında İnönü’nün adı geçtiği için yıllığı silmişlerdi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay, Hüseyin Cahit Yalçın gibi adlar yasak lisetesindeydi. Radyo Kitap Saati’nde hiçbir şekilde “komünist” lafı geçemezdi.

1954 Eylül’ünden sonra dergilerin duyurulmasına Radyo yönetiminin isteğiyle son verildi. “Adı Kitap Saati, dergi saati değil ki!” bahanesini öne sürmüşler dergileri yasaklamışlardı. Asıl nedeni de kulaktan kulağa yaymışlardı:

“Kitapların ne olduğu belli, ama dergilerin içinde ne var, bilinmez.”

Radyonun bu anti-komünist kuşkuculuğu öyle ileri boyutlara varmıştı ki, “… Milli Eğitim Bakanlığı’nca da yararlı görülen…” Salih Fethi Gökçaylı’nın İzahlı Rusça-Türkçe Gramer adlı kitabını tanıtan bölüm 1 Ekim 1953 tarihli programdan çıkarılmıştı.

Kitap Saati’nde, 1959 yılına değin kitapların yanı sıra süreli yayınlar da tanıtıldı. Özellikle Türkiye Bibliyografyası, İslam, Türk ve Sanat Ansiklopedileri’nin yayınlanan yeni fasiküllerinin okuyucuya duyurulmasına özen gösterildi.

 1950-1960 yılları arasında Ocak ve Temmuz aylarının ilk iki haftası içinde yayınlanan Kitap Saati programlarında tanıtılan kitapların konularına göre dağılımı şöyleydi:

Genel Konular 150 kitap, % 34,12;

Felsefe 3 kitap, % 00,64;

Din 1 kitap, % 00,21;

Sosyal Bilimler 55 kitap, % 11,80;

Dilbilim 13 kitap, % 02,79;

Nazari Bilimler 3 kitap,% 00,64;

Tatbiki Bilimler 32 kitap, % 06,87;

Güzel Sanatlar-Eğlence 12 kitap, % 02,58;

Edebiyat 157 kitap, % 33,69;

Tarih Coğrafya 31 kitap, % 06,65.

Görülüyor ki, roman, şiir hikâye, anı vb. geniş kitleyi daha çok ilgilendiren kitaplar, tanıtılan kitapların yaklaşık %34’ünü oluştururken, genel konular (bibliyografya, kütüphanecilik, periyodik vb.) sosyal bilimler (ekonomi, hukuk, eğitim vb.) ve uygulamalı bilimler (tıp, mühendislik, tarım vb.) dallarındaki kitaplar yaklaşık %53 oranında yer tutuyor.

Kitap Saati’nin bir başka ilginç uygulaması da, hukuk, ekonomi, tıp, mühendislik gibi konularda yazılmış bilimsel yapıtların içeriğine değin daha ayrıntılı bilgi verilirken, roman, hikâye, şiir vb. yapıtların yalnızca adının verilmesiydi. Bu tür edcebiyat ürünlerinin içerikleri üzerine hiç söz edilmediği gibi, bu yapıtları yazanların başka verimleri, Türk edebiyatı içindeki yerleri, sanatçı kişilikleri vb. konularda da hemen hemen hiç söz edilmediği görülür. Bu durumun başlıca nedeni, kuşkusuz siyasal iktidarın baskısının bir sonucu olarak radyo yönetiminin katı tutumudur.

 

Adları sayılmayan yazarlar

 

Kitap Saati’nin başına gelmeyen kalmamıştı… Radyonun tüm öteki programlarında olduğu gibi, Kitap Saati’nin de önde gelen amacının geniş kitleleri aydınlatmak, okumayı yazmayı etkin kılmaktı. Okuru kucaklamak, yazarıyla iletişimini sağlamaktı. Örneğin, Tedavi Bakımından Pharmacologie adlı kitap, önsözünden uzun aktarmalar yapılarak ve içindekilerin oldukça ayrıntılı bir dökümü verilerek tanıtılırken, bir romanın ya da hikâye kitabının yalnızca adı, yazarı ve yayıncısından söz edilmektedir. Sınırlı bir kesimi ilgilendiren akademik nitelikteki kitapların roman, hikâye, şiirden daha ayrıntılı biçimde ele alınmasını bir dinleyici şöyle eleştirmiş:

“Bu saatte pek az insanı, o da belki, ilgilendirerek, değerleri meşkûk kitapların Latince veya Grekçe başlıklarının sayılmasından, çoğunluğu alakalandıran sanat eserlerine yer verilmemesinden çokları şikâyetçidir.”[2]

Kitap Saati’nin şanssızlığı, radyo yönetiminin bu programa karşı ortaya koyduğu olumsuz tavırdı. Özellikle programa uygulanan ve kuşkucu niteliği açısından İkinci Abdülhamit ve 12 Eylül dönemini anımsatan sansürün nedenini açıklamak zordur. Örneğin, Erich Maria Remarque’ın Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Anton Çehov’un Memurun Ölümü, Mehmet Seyda’nın Ne Ekersen adlı romanlarıyla Pertev Naili Boratav’ın Zaman Zaman İçinde adlı tekerleme ve masal derlemesinin programlardan çıkarılmış olmasını başka türlü açıklamak olanaksızdır.

Özerdim, Kitap Saati’nin 27 Mayıs’tan sonraki ilk konuşmasına, elinde bir iki haftadır bekleyen bir kitapla başladığını söylüyor: J.B.Bury’nin Fikir ve Söz Hürriyeti. Ancak, 27 Mayıs’tan sonra Kitap Saati’ndeki hür havanın bozulduğunu kaydetmeden de geçemiyor.

“Bir ad, bir kitap üzerinde durulmuştu” diyor. “Sahibinden kuşkulanılıyordu. O sıralarda metni dinleyemediğim için, kurtuluş destanı olarak yazılmış olan kitabın Radyo Kitap Saatinde okunup okunmadığını tespit edemedim. Bu da ülkemizin koşulları ile ilgili bir tutum gereği idi. İsteyenin istediğine “sol” (daha Türkçesi: “Komünist”) demekte özgür olduğu bir ülkede her şey olur”, diye ilave ediyor.[3]

Özerdim Kitap Saati’ni Adnan Ötüken’den aldığı gibi yürüttü. Kitap tanıtmada onun tuttuğu yolda bir değişiklik yapmadı. Zaten son yıllarda program on dakikaya indiği için Kitap Saati bir liste okuma durumuna düşmüştü.

Özerdim, on bir yıl boyunca Radyo Kitap Saati’nde okuduğu metinlerini, yazanların ve basanların mektuplarını altı klasör halinde Bibliyografya Enstitüsü’ne verdi. Yıllardır kitaplarla düşüp kalkan Özerdim, özel kitaplıkların sahiplerinin ölümünden sonra darmadağın olduğunu görmüş olmalı ki, kitaplığını da çocuklarına bırakmayarak vakfetti.

 

Sonuç

 

Kitap Saati, gerek uzun yıllar sürekli yayınlanmış olması, gerekse kültür yaşamını doğrudan etkilemesi açısından büyük önem taşıdığı varsayılabilecek bir radyo programıydı. Programın temel amacı, yeni yayınlardan okuyucuyu haberli kılmaktı. Ne var ki, programın bu amaca bütünüyle ulaşmasını engelleyen bir takım eksiklikleri vardı. Bir kez, bu programda kural olarak programı yönetenlere gönderilen kitaplar tanıtılıyordu. Böyle olunca, tanıtma işlevi, yayın hayatının izlenmesi ve irdelenmesiyle değil, rastlantılara bağlı olarak yürütülüyordu. Kitap Saati’nin bir başka belirgin özelliği eleştiri ve çözümlemeye yer verilmeksizin, kitapları tanıtmasıydı. Programın hazırlanışında, tanıtılması istenen kitabın program yapımcısına duyurulması, Radyonun uyguladığı sansür ve zaman zaman da program hazırlayanın uygulamak zorunda kaldığı oto-sansür dışında herhangi önemli bir ölçüt olmadığı anlaşılıyor.

Bütün bunlara karşın, Kitap Saati’nin kültürel yaşamımıza katkısı yadsınamaz. Daha önemlisi, İstanbul ve Ankara gibi büyük kentler dışındaki dinleyicilere bilim, sanat ve kültür yaşamına değin bilgiler vermesi, yayınları izlemelerini sağlamasıdır. Bir başka olumlu katkısı, çoğu kez yazarların kendi olanaklarıyla bastırdıkları, sayısı ve dağıtım olanakları çok sınırlı yapıtlarının tüm ülkede duyulmasına aracılık etmesidir. Aynı şekilde tanıtılan dergilerin pek çoğunun dağıtım olanakları sınırlı süreli yayınlar oldukları düşünülürse, bu alanda da bir tanıtma olanağı sağlaması olumlu bir katkı sayılmalıdır. Ayrıca, zaman zaman belirli konularda yazılmış eserleri tanıtmak amacıyla özel programlar düzenlenmiş olması, çocuk yayınlarının tanıtılmasına da özen gösterilmiş olması, kültür yaşamımız açısından olumlu gelişmelerdir.

Kitap Saati’ni, 1950’lerin sonunda, “Ankara Radyosu’nun elle tutulur bir iki programından birisi…” saymak yanlış olmayacaktır.[4]

Gerçek şu ki, Türk radyo yayıncılığının özünü etkileyen işletme ve yönetim ilkeleri nedeniyle, uzun yıllar, iyi fakat az örnekler dışında, Türk toplumuna gerektiği ölçüde yararlı olamamıştır.

Radyo-Televizyon işletmeciği, “bitişik kaplar” işletmeciliğidir. Bir birim, ötekini etkiler. Bir birim ötekiyle vardır ya da yoktur. Ve mikrofon yayıncıya değil millete hizmet eder!


 

[1] TRT Yayıncılık ve Haberleşme Dergisi, Aralık 1975, Sayı:9, s:18.

[2]  Milliyet Gazetesi, 3 Mayıs 1953.

[3] Sami N.Özerdim, “Kitap Saati’nde Onbir Yıl”, Dost Dergisi s.5, Ağustos 1961, s.15.

 

[4] Fikret Otyam, “Başkentten”, Ulus, 15 Ocak 1960.