|
TRT TELEVİZYONU’NDA İLK YASAKLAMALAR
-Kuruluşunun 40. yılında TRT televizyonu üzerine-
1975 ve sonrası, sağcı partilerin, kendi
deneyimleriyle “Milliyetçi Cephe”nin, TRT’ye yönelik
saldırılarının arttığı bir dönemdir. 1971-1975
arasındaki dönemde, Anayasa ve çıkarılan diğer yasalar
yoluyla özerkliği kaldırılan TRT, gerici partilerin
silahı yapılmak istenmiştir.
Sağcı partilerin TRT Genel Müdürünü
yıpratma kampanyasının nedenleri açıktı. “Milliyetçi
Cephe”nin iktidara gelebilme olasılığının giderek
zayıfladığı, gelecek seçimlerde TRT gibi ulusal bir
yayın organını ele geçirerek tıpkı 1960 öncesi Vatan
Cephesi, hatta 12 Mart döneminde olduğu gibi, sermayenin
borazanı yapma uygulaması hevesindeydiler.
“Musa Devri”
Sokakta terör estirerek adam öldürten halk
düşmanları, elbette TRT içinde yeşeren en ufak
demokratikleşme hareketine bile tahammül edemeyecek,
kendilerinin görüşünde tutucu bir TRT yönetimi
isteyeceklerdi. Özledikleri “Musa Devri”geldi
sonunda.
Neydi bu dönem?
Uygulama, gerçeklerin saptırılarak verildiği; radyonun
ve televizyonun beyin yıkama aracına dönüştürüldüğü;
yetenekli, yurtsever tüm programcıların, yapımcıların
uzaklaştırıldığı, filmlerin, programların, kişilerin,
isimlerin, sözcüklerin, kimi halk müziği türkülerinin ve
sanatçılarının yasaklandığı, aynı zamanda etkili bir
inandırma şebekesinin, elini çabuk tutarak ülke geneline
yayılması dönemiydi ve onlar için gerekliydi… TRT’ye
yapılan saldırılar; giderek bir rejim bunalımına
dönüştürülme, hükümet bunalımı yaratılması çabasıydı.
Aradan geçen onca zaman içersinde durup geriye
bakıldığında, olayları değerlendirmek daha kolay
olacaktır. Üniversiteler ve anayasal kuruluşlar
üzerindeki baskı, ya da sokakta adam öldürmek bir
rastlantı değildi. Art niyetli faşist özlemler ve ülke
üzerinde oynanan oyunların kuralları çoktan
belirlenmişti.
Saldırıların görünen yüzü farklıydı. Anlamsız ve
seviyesiz suçlama iddiaları ortaya atılıyor, Meclis
kürsüsünden TRT yönetimine ağır hakaretler savruluyordu.
Büyük bir parti yetkilisinin, “Kerim Yaman’ın
cenaze törenini tüm ayrıntılarına kadar yayınladığına
göre, töreni de TRT düzenlemiş olsa gerek…” demeye kadar
vardırması olayı bize, ‘Kanlı Pazar’ filminin yayın
aşamasında, kendilerince nasıl savsaklatılıp yayından
kaldırıldığı hezimetini anımsatıyordu.
Oysa TRT, 1 Mart 1964 günü çıkarılan yasayla
özerk kamu tüzel kişiliğine
sahip bir kurum olarak radyo ve televizyon yayınları
yapmak amacıyla kurulmuştu. Her ne
hikmetse, “Özerk olma” nitelemesi ile anılan kurum,
yasayı çıkaranlar tarafından sürekli didiklendi,
eleştirildi. Bunun sonucunda
1972’de yapılan Anayasa
değişikliğinde TRT’nin özerkliği kaldırıldı ve kurum,
“tarafsız” bir kamu iktisadi kuruluşu olarak yeniden
düzenlendi.
Bu satırların yazarı, TRT Haber Merkezi TV Haberlerinde
muhabir olarak görevlendirilmiş ve 31 Ocak 1968
tarihinde deneme yayınlarına başlayan Ankara
Televizyonu’nun, haber yayınları ekibinde yer almıştı.
Bu nedenle ilk yayın gününden itibaren emekliye
ayrıldığı 1992 yılına kadar TRT Televizyonu’ndaki
yasaklamaları görevinin başında izleme olanağını
bulmuştur. Bu yazıda, TRT Televizyonu’nun ilk 7
yılındaki uygulamaları -ki bunun büyük kısmı
yasaklamaları içermektedir- özetlenmeye çalışılmıştır.
Sıralanan örnekler sav değil, gerçektir.
Özet bir tarihçe
TRT Televizyonu 31 Ocak 1968 tarihinde, TRT Yönetim
Kurulu’nun kararıyla, temelde hiçbir hazırlık
yapılmadan, ilk yayınına başladı. Ancak dört aylık kısa
bir süre içinde sadece eldeki olanakların yine eldeki
koşullara uygun bir biçimde değerlendirilmesiyle deneme
yayınına geçilebildi. İlk resmi yayınımızın, TRT’nin
özerklik dönemine rastladığını belirtmekte yarar var.
Çünkü bu dönem içinde radyoda yayınlanan pek çok program
hakkında soruşturma açılsa da, hiçbir radyo programcısı
mahkemeye düşmemişti. Özerk ve görsel, etki gücü yüksek
olan tek kanal bir yayın organının, resmi Televizyon
kanalı, tutucu çevreleri tedirgin etmiş, bu kuruluşun
yayınlarını nasıl denetleyecekleri konusunda deneyimli
sayılmazlardı.
31 Ocak 1968’deki ilk gün yayınından, 22 Şubat 1969’a
dek geçen bir yıllık sürede Ankara Televizyonu, her
hangi bir yayın yasağı ile karşılaşmadı. Gelişkin
ülkelerde yıllardır yayınını sürdüren, yüzyılın belki de
en önemli buluşlarından biri olan TV’ye başlangıçta
aldırmayan siyasi yöneticilerimiz, şimdi sudan çıkmış
balık gibi şaşkındılar. Önce onu Türkiye’ye getirip
izleyiciye ulaştırmanın gururunu yaşarken ardından,
getireceği sorunları düşünmeye başladılar.
Çalışanlar açısından ise, gözle görülür, temel bir
hazırlık yapılmadığından, TV yayınlarının bir anlamda el
yordamıyla, ama iyi niyetle sürdürülmesine
çalışılıyordu. Çok yeni ve alışılmadık bu süper yayın
organı, kendi iç sorunlarını dışa yansıtmadan haftada üç
yayın gününü aksatmamak çabasındaydı.
Niyetler değişiyor
Yaklaşık bir yılı kapsayan başlangıç sürecinde, üst
kademedeki TRT yöneticileri, zamanın TV Müdürü Mahmut
Tali Öngören’e, iki isim üzerinde titizlikle durulması
gerektiğini sözlü olarak bildirdiler. Bu iki isimden
biri kesinlikle, ikincisi ise elden geldiğince TV
yayınlarına çıkarılmayacaktı. Birinci isim Osman Nuri
Koçtürk,
ikincisi ise Şevket Süreyya Aydemir’di.
Bunun gerekçesi, Mart 1968’in başında yayınlanan
“Halifeliğin Kaldırılması” adlı programdı. Aydemir,
programda, halifeliğin ne olduğunu açıklıyordu. Yayından
sonra, yapılan uyarıda, söz konusu yazarın bir kez daha
programa çıkarılmaması gerektiği belirtildi. Osman Nuri
Koçtürk’ün ise kesinlikle hiçbir TV programına
çağrılmaması isteniyordu. Nedeni açıklanamayan bu garip
gerekçede, “ısrarcı olmayın…” deniyordu. İlerleyen
yıllarda “ısrarcı olanların” mimleneceği, karalanacağı
da görülecekti.
Uyarılara karşın Şevket Süreyya Aydemir, bir iki kez
daha TV programlarında göründü. Ancak, 10 Kasım 1969
günü yayınlanan “Mustafa Kemal’i Tanımak” adlı
programda onun “Tek Adam” adlı kitabından yararlandığını
vurgulayan Mahmut Tali Öngören hakkında soruşturma
açıldı. Bu yasaklama, 12 Mart Muhtırası’yla pekişti ve
TRT’nin hazırladığı Atatürk’le ilgili dizi programa
çıkarılmamasını sağladı.
Osman Nuri Koçtürk ise yukarıdaki uyarıdan sonra TV
programlarına çıkarılmadı. Gerekçe, onun uzmanlık
alanıyla ilgili program yapılmayışıydı. Koçtürk bir
“beslenme” uzmanıydı.
İlk yasaklama
22 Şubat 1969 günü, Başbakanlıktan TRT’ye gelen bir
yazı, televizyon’daki ilk yasaklamanın habercisi oldu.
Yazı, “16 Şubat 1969 Pazar günü İstanbul’da meydana
gelen olayların” TRT Televizyonu’nda gösterilmesini 359
sayılı TRT Yasasının 17.maddesine göre engelliyordu. Söz
konusu film “Kanlı Pazar” olaylarının görüntüleriydi.
Bu çekim, Haber Merkezi ve Televizyon Müdürlüğü
tarafından öğrenilmiş, film İstanbul’dan istenmişti.
Oysa Başbakanlık’tan gelen söz konusu yayın yasağı
TRT’ye iletildiğinde, “Kanlı Pazar” filmi henüz
Ankara’ya ulaşmamıştı. Yani devrin iktidarı, henüz
TRT’ye ulaşmamış, yetkililerince izlenmemiş, yayınlanıp
yayınlanmamasına karar verilmemiş bir filmi yasaklamış
oluyordu. Film, “uygun görülürse” cumartesi günleri
yayınlanan “Panorama” programı içerisinde yer alacaktı.
Belli ki TRT programcıları birileri tarafından adım adım
izleniyor ve ne gibi bir program yayınlamayı
düşündükleri bile ilgili yerlere anında iletiliyordu.
Anlaşılan, garip bir haber alma örgütü kurulmuştu kurum
içinde. Ne ki yasak koyucuların unuttukları önemli bir
şey vardı. O da yayıncıların, yayınlamayı düşündükleri
belgelerin gizli değil, ortada oluşuydu. Bu durum iyi
niyetle iş yapanları şaşırtırken, yalakalar
ödüllendirilmeyi hatta hak etmedikleri yerlere gelmeyi
hedefliyorlardı.
Ortalıkta dolaşan konuşmalarda “Kanlı Pazar” filmini
göstermek isteyen TRT yayıncılarının “Devletin temeline
dinamit koymak isteyen hainler” olduğu belirtiliyor ve
bu suçlamalar, benzeri yayınlardan sonra, daha da
ısrarla sürdürülüyordu. İzleyiciyse, gerçeklerin siyasal
iktidar tarafından önlenmesine çalışıldığının henüz
ayırtına varamamıştı…
Yayın yasağından sonra İstanbul’dan gelen “Kanlı Pazar”
filmi TRT Ankara Televizyonu’nun Mithatpaşa Caddesindeki
binasının alt kat stüdyolarında izlendi. Karanlık
sahnelerle dolu, sessiz bir filmdi… Teknik açıdan
yayınlanması olanaksız değildi, ama bu yönden yetersiz
kalacaktı. İstanbul’daki olayların iç yüzünü gerçekçi
bir şekilde ortaya çıkarıyordu. Görüntüleri yayınlamayı
düşünen TRT Televizyonu dikkatleri üstüne çekmişti. Kimi
duyarlı çevreler, yayıncıların bu gibi konuları
işleyebileceğini ve bu gibi filmlerin gösterilmesi
gerektiğini belirttiler. TRT’nin üst kademesiyse -ki
1965-1975 yıllarında özerklik mücadelesi veriyor
görünümündeydi- yasak uygulamalarına “son dakikada bazı
programları engelleme” icadını getirdi.
“Türkiye’nin Kalbi Ankara”
TRT Televizyonu’ndaki bir başka büyük yasaklama
örneğine, belki de en büyüğüne, 10 Kasım 1969 tarihinde
rastlanır. Öykü uzun, ancak özet olarak şöyleydi: TRT
Genel Müdürlüğünde radyo ve TV programlarını yayından
önce denetlemekle görevli bir birim vardı. Ne ki,
TRT’nin kuruluşundan, yani 1964 yılından 10 Kasım 1969
tarihine kadar bu birim gerektiği gibi
çalıştırılmamıştı. Bu bağlamda 10 Kasım 1969 günü TRT
Televizyonu’nda yayınlanacak programların ve filmlerin
her hangi bir denetimden geçmesi söz konusu değildi. O
akşamki programda “Türkiye’nin Kalbi Ankara”
adlı bir film yer alıyordu. Film Sovyet yapımıydı. 1933
yılında Atatürk’ün çağrısıyla Ankara’ya gelen
sinemacılar ekibi tarafından çekilmiş ve Türkiye’de
çeşitli yerlerde gösterilmişti. Sonraları Türkiye
hakkında resmi kuruluşlar tarafından yaptırılan
filmlerde de bu filmden alıntılar yapılmıştı. Ama film,
10 Kasım 1969 günü yayın programından kaldırıldı. O gün
yayın akışı şöyleydi: TV Haberlerinden sonra “Saat 9.05”
adlı program. Programda, Ankara’da saatler dokuzu beş
geçerken halkın Atatürk’e saygı duruşu yansıtılıyordu.
Filmde kasketlerini ellerine almış köylüler de
görünüyordu. Ardından “Mustafa Kemal’i Tanımak” adlı
Osmanlı karşıtı bir program gösterime girecekti. Daha
sonra Türkiye’de Atatürkçülüğün uygulanmadığına ilişkin
konuşmaların yer aldığı bir açık oturum. En sonunda da,
“Türkiye’nin Kalbi Ankara” yer alıyordu. Film, Atatürk
öncesi Ankara ile Atatürk sonrası Ankara’yı
karşılaştırıyordu. Eski ve harap Ankara’dan sonra, yeni
ve modern Ankara’yı görüntülüyordu. İçeriğinde yer alan
Cumhuriyet’in 10. yıldönümünde yapılan geçit töreninden
izlenimler ve Atatürk’ün kendi sesinden konuşması da ilk
kez yayınlanmış oluyordu…
TRT üst yönetimi yine rahatsızdı ve Ankaralı
izleyicilerin filmin ikinci yarısını izlemelerine izin
vermedi. Ankara’nın eski, perişan hali ekrandayken film
birden kesildi. Çünkü kasketlilerin görüntüsüne bozulmuş
olanlar, bir de Ankara’nın perişan durumunu yayınlatmaya
katlanamazdı. Bu baylar, TRT Genel Müdürü Adnan
Öztrak’ın evini arayıp TV’nin vahametini anlattılar.
Sonunda Adnan Öztrak TV binasına geldi, yayın nöbetçisi
Adem Yavuz’a
filmin yayından kaldırılmasını söyledi. Adem Yavuz,
“yayının kesilemeyeceği”ni, bunun çok büyük bir gaf
olacağını söylemesine karşın, genel müdür onu dinlemedi,
-Atatürk’ü konu alan ikinci bölümünün- yayını yasakladı.
Ve Ankaralı izleyici belki de, dünyada ilk kez bir
filmin yayını sırasında yasaklanarak kesilmesi olayına
tanık oldu. Ama ne olup bittiğini de bir türlü
anlayamadı.
“Soylu Yabani”
İzleyen günlerde, söz konusu programların yapımcıları
ile Ankara Televizyonu Müdürü Mahmut Tali Öngören
hakkında TRT Genel Müdürlüğü’nün isteği üzerine savcılık
soruşturması açıldı, Öngören görevinden alındı. Ancak
yönetim kurulu’ndan beş üyenin karşı çıkması üzerine
uygulama durduruldu. Üç ay süren soruşturma sonucunda
savcılık 10 Kasım 1969 günü yayımlanan programlarda, suç
unsuru bulamadı. O gün görevli iki programcıya verilen
kıdem indirme cezası, TBMM’de bir soru üzerine zamanın
Devlet Bakanı tarafından da vurgulandı. Aynı akşam Haber
Merkezi’nce hazırlanan “TBMM’de Bugün” adlı programda
kamuoyuna duyuruldu. Gazeteler, 10 Kasım 1969 tarihinde
TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak’ın evine çeşitli kişilerin
telefon ettiğini, genel müdürün etki altına alınmak
istendiğini ve kısmen de olsa başarıya ulaşıldığını
yazdılar. İşte, TV yayıncılığı tarihimizin en önemli
yasaklama öykülerinden birisi bu olaydır.
Telefon ihbarcılığı bununla da kalmadı… “Soylu Yabani”
adlı film televizyonda gösterilirken, bu kez de zamanın
Adalet Bakanı’nın evine ısrarla telefon edilerek filmin
müstehcen olduğu ileri sürüldü. Benzerlerindeki gibi
konu savcılığa intikal etti. Sonuçta, bilirkişi
raporuyla, “Soylu Yabani” filminin müstehcen olmadığı
kararı verildi.
Kuşku yok ki, 1969 yılında başlayan, ilgili kişileri
evlerinden telefonla arayarak, TV yayınları hakkında
dikkat çekme geleneği, aradan geçen kırk yıl sonra hâlâ
sürdürülmektedir.
Pîr Sultan, Can Yücel, Necati Cumalı
1 Aralık 1969’da, TRT Genel Müdürlüğü’nün emriyle, uzman
raporu ve TRT Genel Müdür Yardımcısı’nın bilgisi ve
onayı çerçevesinde “Pir Sultan Abdal” adlı tiyatro
oyunundan bazı sahnelerin televizyonda gösterilmesi
engellendi. Oyunu, Ankara’da “Halk Oyuncuları” adlı ekip
sahnelemişti. Aslında tiyatro oyunlarının yasaklanması
TRT için hiç de şaşırtıcı değildi. TRT Yönetim
Kurulu’ndan bazı üyelerin son derece gizli tuttuğu bir
davranışla TRT Televizyonu yönetim kademesinde yapılan
değişiklikten sonra, Can Yücel’in çevirisi olan “Salozun
Mavalı” adlı tiyatro eseri de belli bir gerekçe
gösterilmeden yasaklandı. 12 Mart 1971 tarihinden sonra
da Çehov’un “Üç Kız Kardeş” adlı eseri “Türk
Televizyonunda Rus subaylarının üniformaları
gösterilemez” gerekçesiyle programa alınmadı. Her iki
oyundan bazı sahnelere sonradan bir tiyatro programında
yer verilecekti.
Bu dönemde, yani 12 Mart 1971’den sonra İstanbul’daki
Dostlar Tiyatrosu ve Ankara’daki Ankara Sanat Tiyatrosu
(AST), televizyonda sürekli yasaklanan iki topluluktu.
Bu tiyatro topluluklarının sahnelediği oyunların
adlarının duyurulması bile yasaktı.
Mart 1974’de Necati Cumalı’nın “Nalınlar” adlı oyunu,
TRT Denetleme Kurulu tarafından “müstehcen” bulunarak,
yayınlanmadı. Aynı dönemde, Devlet Tiyatrosu tarafından
sahnelenen bir Amerikan oyunu da televizyonumuzun sanat
programına alınmadı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Melih Gökçek’in kulakları çınlasın, “Oyunun bir
sahnesinde, çıplak erkek heykeli görünüyor” gerekçesi,
yayıncıları güldürmüştü.
14 Ekim 1973 seçimlerinden sonra, iş başına gelen yeni
TRT yönetiminin de kendine özgü yasaklamaları oldu.
İlkin “Rüzgârın Mirası” adlı oyunu din sömürücülüğüne
yol açtığı ve bunu politikayla birleştirdiği
gerekçesiyle yasakladı. Olan olmuştu ama yasak,
iktidardaki koalisyon hükümetinin MSP kanadını çok
kızdırdı...
TRT Televizyonu’nun ilk yıllarındaki yasakların
arkasındaki anlayışla bugünkü anlayış arasında büyük bir
fark olduğu söylenemez.
Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal
Orhan Kemal’in ölümünden hemen sonra, ilk TV yönetimi
tarafından hazırlanan anma programının başına gelenler
ilginçtir. Televizyonumuzun ilk yıllarındaki kısıtlı
olanaklara karşın, çok kısa zamanda hazırlanan “Orhan
Kemal” programı, TRT’nin Denetleme Kurulundan geçmiş,
ancak TRT Genel Müdürlüğü’nün emriyle yayına girmesi
engellenmişti. Konu üzerindeki tartışmalarda, TV
yönetiminin tüm ısrarlarına karşın, TRT Genel Müdürlüğü
verdiği karardan geri dönmemişti. Ama, yazarın ölümünden
bir ay sonra aniden engelleme kalktı, geç de olsa
program yayına girdi. İlginç olan, bu kez programda
sakıncalı bir yan görülmemiş olmasıydı. Bu durumda akla
gelebilen olasılıklar arasında, Yayın Denetleme
Kurulunun ciddiyetsizliği sayılabilir. Bir başka
nedense, Orhan Kemal adını itici bulmalarıydı.
Bu inanılması güç olaylara TRT Televizyonu’nun ilk
yıllarında sıkça rastlandı. Radyo farklı mıydı? Hayır.
12 Mart Muhtırası’ndan hemen sonra Ankara Radyosu’nda
yayınlanmakta olan “İnce Memed”in yayını derhal
durduruldu. Eserin sahibi Yaşar Kemal’in nedenini
öğrenmek için gösterdiği çabalar boşa gitti. Kemal
Tahir’den ölümünün birinci yıldönümüne kadar hiç söz
edilmedi. Orhan Kemal ise yukarıda sözü edilen
programdan sonra belki de bugüne dek TRT Televizyonu’nda
ciddi şekilde ele alınamadı.
TRT Televizyonu’nun ilk yıllarında yasaklanan programlar
yalnız kültür programları değildi kuşkusuz. O dönemde
günlük sorunları irdeleyen çeşitli programlara
günümüzden çok daha etkin bir şekilde yer verilirdi. Söz
gelişi Türkiye’deki Amerikan üsleriyle ilgili kısa bir
bölümün, “silahsızlanma” alanına ilişkin bir program
konulması için çok uğraşılmış ve 15 Aralık 1969’da bu
konuda TRT Genel Müdürlüğüne yapılan başvuru geri
çevrilmişti. Doğal olarak program, Türkiye’deki yabancı
üslerin durumu incelenmeden yayınlanmıştı. Bu programda
konuyla ilgili görüşlerine yer verilmesi düşünülen CHP
İstanbul Milletvekili Sezai Orkunt ise sonraki yıllarda
TRT Yönetim Kurulu üyesi olarak görev almıştır.
“Gençliğin Kavgası”
İlgili dipnotta belirttiğimiz gibi, 2. Kıbrıs Barış
Harekâtı (14-21 Ağustos 1974) günlerinde yitirdiğimiz
Adem Yavuz’un programları en çok yasaklanan yapımlar
arasında yer aldı. Adem Yavuz’un yasaklanan en önemli
programı “Gençliğin Kavgası” adını taşıyordu, 15 Ocak
1970 günü yayımlanacaktı. Program, beş aşamalı olan
denetim mekanizmasının
“metin denetimi”ni konu alan 3’üncü aşamasını geçemedi
ve yayın gününde yasaklandı. Yerine “Denizlerde Mercan
Kayalıkları” adlı yabancı kaynaklı bir film kondu.
“Gençliğin Kavgası”nın yasaklanma gerekçesi açıklanmadı.
Kararı verenlerin adları, yasak gerekçesinin altında da
yer almıyordu. Söylentilere göre; Genel Müdürlük,
programdaki “…gençler öldürüldü, zindanlara atıldı”,
“üniversitelerin, yüksek okulların halktan uzak olduğu
bir ülkede, gençlik hareketlerine uzak kalmak
imkânsızdı” ve “bugün Türkiye’de kişiler ve bölgeler
arasında okuma eşitliği farklılığı rakamlarla ortadadır”
gibi cümlelere takılmış, yine programdaki “Vietnam
pasifikasyon harekâtını CIA adına yöneten Komer’in
Türkiye’ye gelişi…”, “…Taylan Özgür’ü kimin öldürdüğü
ortaya çıkarılamadı. Bu tip ölümlerin arkası
gelmiyordu…” biçimindeki cümleleri üzerinde durmuştu.
Yapımcı Adem Yavuz, imzasız denetim raporuna, imzasıyla
karşı çıktı. Türkiye’nin sosyal ve ekonomik ortamı
içinde gençlik hareketlerinin incelenmesinin ve bu
hareketlere bir ad konulmasının niçin gerektiğini
belirtti ve raporunu şöyle noktaladı: “Biz daha ad
koymayı bırakın bu hareketlerin doğuşunu, gelişmesini
bile veremiyoruz.”
Adem Yavuz “Gençliğin Kavgası” adlı programının
yasaklanmasını izleyen çalışmalarında da aynı çizgide
başarılı programlara imza attı. “31 Mart Olayı” ile
ilgili olarak hazırladığı TV programı yasaklanmadan
yayınlandığında geniş yankı uyandırdı. Ne ki, 12 Mart
1971 sonrasında, TRT’den ayrılarak askere giden Yavuz,
dönüşünde kuruma alınmadı. 14 Ekim 1974 seçimlerinden
sonra işbaşına gelen TRT yönetimi de ona görev vermedi.
Mesleğini sürdürmek amacıyla ANKA Ajansına muhabir
olarak girdi. Ajans adına Kıbrıs’ta ikinci harekâtı
izlerken Rum kurşunlarına hedef oldu, yaralandı.
Ankara’ya gelemeden Adana’da öldü.
“Şeyh Sait İsyanı”nın başına gelenler
TRT Televizyonu’nun, 12 Mart Muhtırası’nın verilişine
dek sürdürdüğü dönem içinde yasaklanan programlarının
sayısı hayli yüksektir. Fakat birisi vardır ki
değinmeden geçilemez. Program, “Şeyh Sait İsyanı”nın
incelenmesiydi. Yapımcısı Varlık Özmenek’ti. Özmenek,
programın metnini hazırladı ve Anadolu’da bir iki yerde
film çekti. Program, TRT Genel Müdürlüğü’nün beş
kademede uyguladığı denetim kademelerinden geçilerek
hazırlanmıştı. Konunun onaylandığına dair belge TV
Müdürlüğüne gönderildi. Fakat daha program ortaya
çıkmadan, basında eleştirisi başladı. Böylece “Şeyh Sait
İsyanı” yayınlanmadan eleştirilen dünya üzerindeki ilk
program unvanını kazandı. TRT Genel Müdürlüğü gerekçe
göstermeden programın yayınını yasakladı. İlginçtir,
sonradan olayı araştıranlar, bu denli eleştirilen
programın asıl metnini TRT arşivinde bulamadılar.
Yapımcı Özmenek TRT’den uzaklaştırılmalıydı. Ama nasıl?
TRT’nin yangın yönetmeliğinde yer alan güvenlikle ilgili
bir maddeden yararlanarak Özmenek’in işine son verdiler.
Aynı dönemin yapımcılarından Melih Aşık, boraks konusuna
önem verdi. Program TRT Genel Müdürlüğünce onaylandı.
Aşık, boraks konusunda araştırma yapmak ve film çekmek
üzere çeşitli gezilere çıktı, konuyu enine boyuna
inceledi. Türkiye’de boraks konusunda dönen dolapların
iç yüzünü araştırdı. Ortaya her bakımdan başarılı bir
program çıkmıştı. Ancak, bu programın yayımlanması da
önlendi. Dönem 12 Mart dönemiydi ve hükümetin madenlerin
millileştirilmesini gündeme getirmesine rağmen Melih
Aşık’ın programı yayınlanmadı.
Melih Aşık da Adem Yavuz ve Varlık Özmenek gibi TRT’den
uzaklaştırılacak, önce İsveç ve Almanya’da işçi olarak
çalışacak, 1974 yılından sonra Günaydın ve Güneş
gazetelerinde yazacak, son olarak da Milliyet
Gazetesi’nde ilginç konuları gündeme getiren “Açık
Pencere” köşesinden okurlarına seslenecektir. Aynı
yıllarda haber merkezinde görev yapan gazeteci Örsan
Öymen de gerekçe gösterilmeksizin kurumdan
uzaklaştırılacak, Milliyet gazetesinde çalışacaktı.
“Yeni Bir Dünya İstiyorum”
TRT Televizyonunun deneme yayını sürecinde hayret
uyandıran bir başka yasağına 31 Aralık 1970 gecesi
rastlandı. Yapımcı Tunca Yönder “Yeni Bir Dünya
İstiyorum” adlı dört beş dakikalık bir film
hazırlamıştı. Filmde küçük bir çocuk patlayan bombalar
altında oraya buraya koşuyor ve en sonunda bu
sorunlardan arındırılmış bir dünya istediğini dile
getiriyordu. Program yayın akışında yeni yıla girdikten
hemen sonra yayınlanacağı ilan edilmiş olmasına karşın
bu film de yayınlanmadı. Film, TV yayını başladıktan
sonra yasaklanan ilk program olarak tarihteki yerini
aldı.
Yapımcı Tunca Yönder de programları yasaklanan diğer
yapımcılar gibi TRT’den atıldı.
1963’de Ankara Sanat
Tiyatrosu’nun kuruluş kadrosunda yer alan Yönder, 1968
yılında “Halk Oyuncuları” topluluğuna geçmiş, 1970
yılından sonra sadece televizyon ve sinema ile
ilgilenmişti. Sanatçı, 6 Şubat 1969 gecesi TRT Ankara
Televizyonu’nda yayınlanan ilk TV drama programı olan
Şair Evlenmesi’nin yönetmenliğini yapmıştı. 1971
sonrasında başlayan çağdaş Türk reklamcılığının ilk üç
yönetmeninden birisi olan Yönder, yönetmen ve yapımcı
olarak binin üzerinde reklam filmi ile dizi filme imza
attı. Yönder’i TRT’nin dışına iten yöneticiler daha
sonra ona dışarıdan TV programı hazırlamasına itiraz
etmediler.
12 Mart 1971’den sonra TRT yönetimi sık sık programsız
kaldı ve eskiden yayınlanmış olan, ama sakıncalı (!)
sayılmayan bazı programları yinelemek yoluna gitti. Bu
programlardan beş altı tanesi Adem Yavuz, Melih Aşık,
Varlık Özmenek gibi programcılar tarafından
hazırlanmıştı. Ve tümü de TRT’nin yangın yönetmeliğinin
güvenlik maddesine uygun olarak Kurum’dan
çıkarılmışlardı. Peki, yinelenen programlarda
yapımcıların adları nasıl dışlanacaktı? Adlarını çıkarıp
programları defalarca yayınladılar… Adem Yavuz’un
hazırladığı “Silifke Folkloru” adlı yapım da bunlardan
birisiydi. İkinci kez gösterildiğinde büyük ilgi çekti.
Çünkü televizyonun yayın alanı genişlemiş, seyirci
sayısı artmıştı.
“Mustafa Kemal” adına yasak
12 Mart’ı izleyen dönem içinde özellikle radyo
yayınlarında yasaklanan adlardan biri de “Mustafa
Kemal”dir. Kurtuluş savaşı ve savaşı izleyen günlerde
yazılmış olan belgeler bile radyodaki programlarda
okunduğu zaman, “Atatürk” adı kullanılırdı. Fakat
Atatürk’le ilgili en büyük yasaklardan birine TRT
Televizyonu’nda rastladık: 10 Kasım 1970 anma günü için
TV programları planlanırken, Atatürk’ün konuşmalarından
birinden esinlenerek “Ordularının Selamı” adlı bir yapım
düşünüldü. Bu programda “Atatürk’ün Orduları” olarak
Silahlı Kuvvetlerimiz, gençlik, işçilerimiz,
köylülerimiz ve tüm çalışanlar arasında röportajlar
yapılacak ve genel durum 1970 yılının koşulları altında
irdelenecekti. Fakat TRT Genel Müdürlüğü bu programı
alelacele yazdığı bir yazı ile yasakladı. Yazıda
Atatürk’ün “sadece bir ölü olarak” anılması istendi. Üç
dört gün sonra da Ankara TV Müdürü Mahmut Tali Öngören
görevinden alındı.
TRT Ankara Televizyonu ilk yayın günlerinde bir sonraki
yayın gününün programını da açıklıyordu. 29 Ocak 1970
gecesi yayını sona ererken de öyle yapıldı. Devamlılık
spikeri Nuran Devres, ertesi yayın günü olan 31 Ocak
1970 gününün yayın akışını okudu. Yılın son günü
programında saat 21.05’te Televizyonun 2’nci kuruluş
yıldönümü nedeniyle Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay’la yapılan bir röportajın yayınlanacağını
duyurdu. Ama 31 Ocak 1970 gecesi o saatte
televizyonlarının karşısında olanlar Cumhurbaşkanıyla
yapılan söyleşi yerine Nesrin Sipahi’nin şarkılarını
izlediler. Ne olmuştu da röportaj programı
yayınlanmamıştı?
Ayla Erdemli’nin yapımcısı olduğu programda Mete Akyol,
Cumhurbaşkanı’na sorular yöneltmişti. Önceden verilen
soruların yanıtları da söyleşi gününden önce
hazırlanmıştı tabii. Yanıtlarının bir bölümünde
Cumhurbaşkanı, “Kendi zamanında askerliğin şerefli bir
meslek olduğunu” söylemişti. Tam o sırada araya giren
Akyol’un, “Şimdi öyle değil mi?” sorusunu da
Cumhurbaşkanı “Öyle gibi görünüyor ama, değil” biçiminde
yanıtlamıştı. İşte bu cümle başta TV Müdürü Mahmut Tali
Öngören olmak üzere program ilgililerini tedirgin
etmişti. Yapımcılar “Konuşmanın bu bölümünü nasıl
çıkarırız?” diye düşünedursunlar Sunay, “aynen
yayınlansın” emriyle herkesi şaşkına çevirdi. Film
hazırlandı, yayın yönetimine teslim edildi. Ne ki haber
bülteni yayını sırasında, stüdyolara gelen iki üst
rütbeli asker, filmi Genelkurmay’a götüreceklerini
belirterek alıp gittiler. Buna tanık olan Haber
yönetmeni Haluk Tuncalı yayın sonrasında, Sultan Otel’in
barında bir araya geldiği arkadaşlarına olayı ve
yarattığı şaşkınlığı aktardı. “Hayret,” dedi, “filmi
asker aldı gitti, arkasından bakakaldık…”
Sanatçılık yasak!
12 Mart dönemi, TRT içinde en çok kültürel yayınları
biçti. Ne denli ilerici yazar, sanatçı ve yaratıcı
varsa, radyo ve TV programlarına alınmadı. Hatta 1971
Mayıs’ında Devlet Tiyatrosu sanatçısı Kerim Afşar’ın
Sait Faik’le ilgili program yapması da yasaklandı. Aynı
sanatçının 1972’de Ahmet Arif’in şiirlerini okuması
da...
Her faşist dönemde olduğu gibi, 12 Mart döneminde de
radyoda ve televizyonda yüzeyde kalan bazı yasaklarla
ahlak sözde korunmaya çalışıldı. Bazı müzik programları
kaldırıldı, reklamlardaki “Lambayı aç kız, oh de de aç
kız” gibi şarkıların yayınına izin verilmedi, ayıp
sözleri kapsadığı öne sürülen halk türküleri yasaklandı.
Bu arada toplumsal konulara ya da noktalara değinen
parçaların önlendiği de görüldü.
Genel Müdür Musa Öğün, kafa yapısından çok, giyime önem
verirdi. Onun döneminde uzun saçlı ve bıyıklı
sanatçıların ekrana çıkması sağlandı. Ama bir süre
sonra, özellikle şov ve hafif müzik programları için
kısa saçlı ve bıyıklı sanatçı bulamayan TRT Televizyonu
büyük zorluklarla karşılaştı. Kılık-kıyafet konusu
izleyicilere kadar ulaştığında iş çığırından çıktı.
Hürriyet gazetesi 7 Şubat 1973 tarihli sayısında
manşetten şu haberi verdi:
“TRT’nin Arı Stüdyosunda Cumartesi Gecesi Eğlence
Programı çekimi sırasında TRT Genel Müdürü ani bir
kravat teftişi yapıverince, haftalar önce parayla
davetiye satın alan spor kıyafetli seyirciler içeriye
alınmamış, hele kravatsız TRT görevlileri aniden ortadan
kaybolmuşlardır.”
TRT Televizyonu’nun ikinci yıldönümü olan 31 Ocak
1969’da ilk kez bir TV programına çıkarılan Ruhi Su,
ölümüne az bir süre kala, nasılsa ekrana çıkarılmış,
rahatça program yapabilmiştir. Kanser olduğu ve yurt
dışına tedaviye gönderilmediği de izleyiciler tarafından
bilinirdi. Gariptir, aynı anlayışı bir Can Yücel ya da
Balaban için söyleyemiyoruz. Şubat 1974’te TRT
Televizyonu’nda “50 Yılda Türk Şiiri” adlı programda
Fazıl Hüsnü Dağlarca, Melih Cevdet Anday ve Nazım
Hikmet’ten söz edilmesi yasak olduğu gibi, 12 Mart
döneminin başında, TRT’nin 1970’de açtığı yarışmalarda
ödül alan filmlerin pek çoğunun televizyonda
gösterilmesi de yasaklanmıştı.
TRT Televizyonu’ndaki yasakları 1968-1975 yılları
arasında gözden geçirirsek bu yazıda kısaca belirtilen
örneklerle yetinemeyiz. Ne ki burada üzerinde durduğumuz
yasaklar ilk 6 yıl içinde tek kanal yayın kuruluşumuz
televizyon ve kısmen de radyoda bugüne kadar üstü örtülü
kalmış konular hakkında bir değinme bağlamında olanları
dile getirmektir amacımız.
Musa Öğün, 1920’de Kars'ın Sarıkamış ilçesinde
doğdu. 1954’te Kara Harp Akademisi’ni bitirdi.
Albay ve tuğgeneral rütbeleriyle Moskova’da
Askeri Ataşe olarak çalıştı. “12 Mart
Muhtırası”nı o gün 13 haber bülteninde okunması
için TRT’ye getirenler arasında yer aldı.
Genelkurmay Muhabere ve Elektronik Dairesi
Başkanı iken Adnan Öztrak’ın istifasıyla boşalan
TRT Genel Müdürlüğü’ne 2 Ağustos 1971’de atandı.
Kurumu 30 Ağustos 1973 tarihine kadar yönetti,
Ağustos 2007 tarihinde Ankara’da öldü.
23 Ocak 1975 sabahı, İstanbul’da Ülkücü faşist
gençler, kentte terör estirmeye başladı. Önce Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi’nde direniş yapan sağlık
emekçilerine saldırdılar, ardından Trabzon
Yurdu önünde
iki devrimciyi bıçakla yaraladılar. Bu topluluk,
İstanbul Vatan Mühendislik Yüksek Okulu’nu
basıtı; okul kantinini işgal ederek kantinciden
10 bin lira “bağış” (yani haraç) istedikten
sonra, kantincinin parayı vermemesi üzerine
boykot ilan ettiler. Öğleden
sonra
durumun güvenilir
olmadığını gören
devrimci öğrenciler,
birkaç kişilik gruplar halinde okuldan ayrılmaya
başladı. Ancak,
bir grup komando dışarıda da mevzilenmişti. Çıkanları
görünce ateş açmaya başladılar. Herkes bir
yana kaçıyordu. Komandolar ise
silah atmaya devam ederek kaçanları
kovalıyorlardı.
Sayıları elliyi
bulan bir grup faşist, Fatih yönüne
doğru kaçan Kerim Yaman ve
arkadaşlarını bir ara sokakta sıkıştırarak ateş
açtı. Açılan ateş
sonucunda Vatan Mühendislik Yüksek
Okulu 2.
sınıf öğrencisi Kerim Yaman kalbinden vurularak
ölürken, yanında bulunan arkadaşları Erol
Erdoğan karnından,
Erdinç Demirpolat da gırtlağından ağır
yaralı olarak hastaneye kaldırıldı... Kerim
Yaman’ın cenazesi gece Çapa
Tıp Fakültesi morgundan İYÖKD’lü öğrenciler
tarafından kaçırılarak bir evde saklandı. Devrimciler sabaha
karşı İstanbul
Üniversitesi merkez
binasını işgal ettiler. İstanbul’daki üniversite
ve yüksek okullarda boykot ilan edildi. Olaylar üzerine
İstanbul
Üniversitesi süresiz
olarak kapatıldı.
Osman Nuri Koçtürk, yüksek
öğrenimini Veteriner Fakültesi’nde tamamladı.
Askeri veteriner Akademisi’ne asistan olarak
girdi (1945). İzleyen yıllarda Askeri Biyoloji
Enstitüsü kimyagerliği, Askeri Veteriner
Akademisi Biyo Analitik Kimya Bölümü
başasistanlığı yaptı. Ankara Tıp Fakültesi
Biyokimya Kürsüsü’nde uzman, besin kontrolü ve
sağlık bilgisi doçenti oldu. Besin ve beslenme
konusunda 70 kadar kitap yazdı. Bazı eserleri
şunlardır: Çağımızın Beslenme
Sorunları, Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda
Emperyalizmi.
16
Şubat 1969 tarihinde ABD’nin
6. Filo’sunu protesto etmek için Beyazıt
meydanında başlayıp Taksim’de sona eren olaylar
zinciri. Valilikten izin alınan gösteri
yapılmadan önceki günlerde Komünizmle
Mücadele Derneği uyarılarda bulunarak halkı
tepkiye çağırdı. Sayıları 30 bini bulan 76
gençlik örgütünün Beyazıt meydanında toplanıp
yürüyüşe geçen grubunu Taksim’de taşlı sopalı
gerici grup karşıladı. Olaylar sırasında Ali
Turgut Aytaç ve Duran
Erdoğan adlı
gençler bıçaklanarak öldürüldü, yaklaşık 200
kişi de yaralandı. Ertesi gün Günaydın gazetesinde
Ali Turgut Aytaç’ın bıçaklandığı anın fotoğrafı
yayımlandı. O sırada yanında duran polisin
hiçbir müdahalede bulunmadığı görülüyordu.
Bu çerçevede iki film
yapıldı. İlki ünlü Sovyet yönetmen Sergey
Yutkeviç ve Lev Oskaroviç’in hazırladığı
“Türkiye’nin Kalbi Ankara” ikincisi ise, ünlü
film montajcısı Esther Schub’un eldeki belgeleri
kullanıp yeniden kurgulayarak oluşturduğu “Türk
İnkılâbında Terakki Hamleleri”ydi. “Türkiye’nin
Kalbi Ankara” filmini çeken Yutkevich, filmin
geri kalan kısmında 10. Yıl kutlamalarından
görüntülere, -daha sonra tüm belgesel filmlerde
kullanılacak olan- Atatürk’ün ‘10.Yıl Nutku’na
ve modern Türkiye’nin başkenti Ankara’dan
gelişmişlik göstergesi binalar ile Ankaralıların
yaşamlarına yer vermişti. Filmde, köyünden
Ankara’ya gelen bir büyükbaba ile izci olmuş kız
torunu arasındaki konuşmalarda Cumhuriyet’ten
duydukları övünç ve gurur yansıtılırken bu
sahneler belgeseldeki dramatizasyon öğesi
olmuştu. Filmde Türk ve Sovyet devletleri
arasındaki dostluğa da sık sık vurgu yapılmıştı.
1934 yılında gösterilen film daha sonraki
yıllarda yasaklanacak, TRT döneminde gösterim
programına alındıktan sonra ani bir müdahale ile
yayından kaldırılacaktı.
Âdem Yavuz (1943-26
Ağustos 1974) Gazeteci, TV programcısı. İlkokulu
Çınarlı’da okuyan Yavuz, orta ve liseyi
İstanbul’da bitirdi. Ankara
Üniversitesi Sosyal
Bilimler Fakültesinde öğrenimine devam ederken
Günaydın Gazetesi’nde Ankara muhabiri olarak
gazeteciliğe başladı. TRT Televizyonunun kuruluş
yıllarında Programcı olarak görev aldı. 12 Mart
1971’de Kurumdan uzaklaştırıldı.
1974 yılında
Kıbrıs Barış Harekâtında Anka Ajansı Muhabiri
iken Kıbrıs'a gitti. Rumlar tarafından tutsak
edildi ve gözleri bağlıyken ateş edilerek
yaralandı.
26 Ağustos’ta kaldırıldığı
Adana Tıp
Fakültesi Hastanesi’nde öldü.
İstanbul Gazeteciler Cemiyeti tarafından
Çınarlı’da yaptırılan anıt mezara defnedildi.
1968 sonbaharında Vietnam’da görev yapmış CIA
uzmanı Robert
Komer, Türkiye’ye Büyükelçi olarak atandı. Komer’in
atanması anti-emperyalist çevrelerin tepkisini
topladı, peşi sıra eylemlere yol açtı. Basında,
Vietnam devrimcilerinin Honço (kasap) adını
verdikleri Komer’in Vietnam’da görev yaptığı
sırada “Vietnam Kurtuluş Cephesi”ne karşı
faaliyetleri sıklıkla işlendi. Komer’e karşı
tepkiler büyürken, ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş
yetkili kurullardan herhangi birine haber
vermeden 6 Ocak 1969’da kendisini ODTÜ’ye
çağırdı. Komer’in üniversiteye geldiği haberini
alan ODTÜ’lüler, ABD Büyükelçisinin arabasının
park halinde bulunduğu Rektörlük binasının
önünde toplanmaya başladı. Sayıları gittikçe
artan öğrenciler, Komer’in arabasını devirip
ters çevirdiler; ardından arabanın deposundan
aldıkları benzinle, Sinan
Cemgil, Taylan
Özgür, Ulaş
Bardakçı ve
İbrahim Seven arabayı ateşe verdiler. ODTÜ’de
Komer’in arabasının yakılması antiemperyalist
mücadelede önemli bir yer edinirken, ODTÜ’lüler
eylemlerinin devamını da getirdiler. Olaydan
sonraki gün, üniversite
yönetimi üniversiteyi bir ay kapatma kararı aldı
ancak kararı tanımayan öğrenciler, üniversiteyi
işgal ederek “öğrenime devam etme eylemi” yaptı.
Ankara Cumhuriyet Savcılığı, Komer’in arabasını
yaktıkları savıyla 9 Ocak 1969’da yedi öğrenci
hakkında gıyabi tutuklama kararı verdi. Kararın
ardından 3 binden fazla ODTÜ öğrencisi
imzaladıkları dilekçelerle savcılığa başvurarak
kendilerinin de yakma eylemine katıldığını
bildirdi. Öğrencilerin tepkisine dayanamayan
Rektör Kurdaş ise bir süre sonra görevinden
ayrıldı.
|