Ocak 2011, Konya- Savaş Arpacıoğlu'yla

 
   
 

TRT TELEVİZYONU’NDA İLK YASAKLAMALAR

-Kuruluşunun 40. yılında TRT televizyonu üzerine-

 

                1975 ve sonrası, sağcı partilerin, kendi deneyimleriyle “Milliyetçi Cephe”nin, TRT’ye yönelik saldırılarının arttığı bir dönemdir. 1971-1975 arasındaki dönemde, Anayasa ve çıkarılan diğer yasalar yoluyla özerkliği kaldırılan TRT, gerici partilerin silahı yapılmak istenmiştir.

                Sağcı partilerin TRT Genel Müdürünü yıpratma kampanyasının nedenleri açıktı. “Milliyetçi Cephe”nin iktidara gelebilme olasılığının giderek zayıfladığı, gelecek seçimlerde TRT gibi ulusal bir yayın organını ele geçirerek tıpkı 1960 öncesi Vatan Cephesi, hatta 12 Mart döneminde olduğu gibi, sermayenin borazanı yapma uygulaması hevesindeydiler.

       “Musa Devri”

       Sokakta terör estirerek adam öldürten halk düşmanları, elbette TRT içinde yeşeren en ufak demokratikleşme hareketine bile tahammül edemeyecek, kendilerinin görüşünde tutucu bir TRT yönetimi isteyeceklerdi. Özledikleri “Musa Devri”[1]geldi sonunda.

Neydi bu dönem?

Uygulama, gerçeklerin saptırılarak verildiği; radyonun ve televizyonun beyin yıkama aracına dönüştürüldüğü; yetenekli, yurtsever tüm programcıların, yapımcıların uzaklaştırıldığı, filmlerin, programların, kişilerin, isimlerin, sözcüklerin, kimi halk müziği türkülerinin ve sanatçılarının yasaklandığı, aynı zamanda etkili bir inandırma şebekesinin, elini çabuk tutarak ülke geneline yayılması dönemiydi ve onlar için gerekliydi… TRT’ye yapılan saldırılar; giderek bir rejim bunalımına dönüştürülme, hükümet bunalımı yaratılması çabasıydı. Aradan geçen onca zaman içersinde durup geriye bakıldığında, olayları değerlendirmek daha kolay olacaktır. Üniversiteler ve anayasal kuruluşlar üzerindeki baskı, ya da sokakta adam öldürmek bir rastlantı değildi. Art niyetli faşist özlemler ve ülke üzerinde oynanan oyunların kuralları çoktan belirlenmişti.

Saldırıların görünen yüzü farklıydı. Anlamsız ve seviyesiz suçlama iddiaları ortaya atılıyor, Meclis kürsüsünden TRT yönetimine ağır hakaretler savruluyordu. Büyük bir parti yetkilisinin, “Kerim Yaman’ın[2] cenaze törenini tüm ayrıntılarına kadar yayınladığına göre, töreni de TRT düzenlemiş olsa gerek…” demeye kadar vardırması olayı bize, ‘Kanlı Pazar’ filminin yayın aşamasında, kendilerince nasıl savsaklatılıp yayından kaldırıldığı hezimetini anımsatıyordu.

Oysa TRT, 1 Mart 1964 günü çıkarılan yasayla özerk kamu tüzel kişiliğine sahip bir kurum olarak radyo ve televizyon yayınları yapmak amacıyla kurulmuştu. Her ne hikmetse, “Özerk olma” nitelemesi ile anılan kurum, yasayı çıkaranlar tarafından sürekli didiklendi, eleştirildi. Bunun sonucunda 1972’de yapılan Anayasa değişikliğinde TRT’nin özerkliği kaldırıldı ve kurum, “tarafsız” bir kamu iktisadi kuruluşu olarak yeniden düzenlendi.

Bu satırların yazarı, TRT Haber Merkezi TV Haberlerinde muhabir olarak görevlendirilmiş ve 31 Ocak 1968 tarihinde deneme yayınlarına başlayan Ankara Televizyonu’nun, haber yayınları ekibinde yer almıştı. Bu nedenle ilk yayın gününden itibaren emekliye ayrıldığı 1992 yılına kadar TRT Televizyonu’ndaki yasaklamaları görevinin başında izleme olanağını bulmuştur. Bu yazıda, TRT Televizyonu’nun ilk 7 yılındaki uygulamaları -ki bunun büyük kısmı yasaklamaları içermektedir- özetlenmeye çalışılmıştır. Sıralanan örnekler sav değil, gerçektir.

 

Özet bir tarihçe

TRT Televizyonu 31 Ocak 1968 tarihinde, TRT Yönetim Kurulu’nun kararıyla, temelde hiçbir hazırlık yapılmadan, ilk yayınına başladı. Ancak dört aylık kısa bir süre içinde sadece eldeki olanakların yine eldeki koşullara uygun bir biçimde değerlendirilmesiyle deneme yayınına geçilebildi. İlk resmi yayınımızın, TRT’nin özerklik dönemine rastladığını belirtmekte yarar var. Çünkü bu dönem içinde radyoda yayınlanan pek çok program hakkında soruşturma açılsa da, hiçbir radyo programcısı mahkemeye düşmemişti. Özerk ve görsel, etki gücü yüksek olan tek kanal bir yayın organının, resmi Televizyon kanalı, tutucu çevreleri tedirgin etmiş, bu kuruluşun yayınlarını nasıl denetleyecekleri konusunda deneyimli sayılmazlardı.

31 Ocak 1968’deki ilk gün yayınından, 22 Şubat 1969’a dek geçen bir yıllık sürede Ankara Televizyonu, her hangi bir yayın yasağı ile karşılaşmadı. Gelişkin ülkelerde yıllardır yayınını sürdüren, yüzyılın belki de en önemli buluşlarından biri olan TV’ye başlangıçta aldırmayan siyasi yöneticilerimiz, şimdi sudan çıkmış balık gibi şaşkındılar. Önce onu Türkiye’ye getirip izleyiciye ulaştırmanın gururunu yaşarken ardından, getireceği sorunları düşünmeye başladılar.

Çalışanlar açısından ise, gözle görülür, temel bir hazırlık yapılmadığından, TV yayınlarının bir anlamda el yordamıyla, ama iyi niyetle sürdürülmesine çalışılıyordu. Çok yeni ve alışılmadık bu süper yayın organı, kendi iç sorunlarını dışa yansıtmadan haftada üç yayın gününü aksatmamak çabasındaydı.

 

Niyetler değişiyor

Yaklaşık bir yılı kapsayan başlangıç sürecinde, üst kademedeki TRT yöneticileri, zamanın TV Müdürü Mahmut Tali Öngören’e, iki isim üzerinde titizlikle durulması gerektiğini sözlü olarak bildirdiler. Bu iki isimden biri kesinlikle, ikincisi ise elden geldiğince TV yayınlarına çıkarılmayacaktı. Birinci isim Osman Nuri Koçtürk[3], ikincisi ise Şevket Süreyya Aydemir’di[4]. Bunun gerekçesi, Mart 1968’in başında yayınlanan “Halifeliğin Kaldırılması” adlı programdı. Aydemir, programda, halifeliğin ne olduğunu açıklıyordu. Yayından sonra, yapılan uyarıda, söz konusu yazarın bir kez daha programa çıkarılmaması gerektiği belirtildi. Osman Nuri Koçtürk’ün ise kesinlikle hiçbir TV programına çağrılmaması isteniyordu. Nedeni açıklanamayan bu garip gerekçede, “ısrarcı olmayın…” deniyordu. İlerleyen yıllarda “ısrarcı olanların” mimleneceği, karalanacağı da görülecekti.

Uyarılara karşın Şevket Süreyya Aydemir, bir iki kez daha TV programlarında göründü. Ancak, 10 Kasım 1969 günü yayınlanan  “Mustafa Kemal’i Tanımak” adlı programda onun “Tek Adam” adlı kitabından yararlandığını vurgulayan Mahmut Tali Öngören hakkında soruşturma açıldı. Bu yasaklama, 12 Mart Muhtırası’yla pekişti ve TRT’nin hazırladığı Atatürk’le ilgili dizi programa çıkarılmamasını sağladı.

Osman Nuri Koçtürk ise yukarıdaki uyarıdan sonra TV programlarına çıkarılmadı. Gerekçe, onun uzmanlık alanıyla ilgili program yapılmayışıydı. Koçtürk bir “beslenme” uzmanıydı.

 

İlk yasaklama

22 Şubat 1969 günü, Başbakanlıktan TRT’ye gelen bir yazı, televizyon’daki ilk yasaklamanın habercisi oldu. Yazı, “16 Şubat 1969 Pazar günü İstanbul’da meydana gelen olayların” TRT Televizyonu’nda gösterilmesini 359 sayılı TRT Yasasının 17.maddesine göre engelliyordu. Söz konusu film “Kanlı Pazar” olaylarının görüntüleriydi.[5] Bu çekim, Haber Merkezi ve Televizyon Müdürlüğü tarafından öğrenilmiş, film İstanbul’dan istenmişti. Oysa Başbakanlık’tan gelen söz konusu yayın yasağı TRT’ye iletildiğinde, “Kanlı Pazar” filmi henüz Ankara’ya ulaşmamıştı. Yani devrin iktidarı, henüz TRT’ye ulaşmamış, yetkililerince izlenmemiş, yayınlanıp yayınlanmamasına karar verilmemiş bir filmi yasaklamış oluyordu. Film, “uygun görülürse” cumartesi günleri yayınlanan “Panorama” programı içerisinde yer alacaktı. Belli ki TRT programcıları birileri tarafından adım adım izleniyor ve ne gibi bir program yayınlamayı düşündükleri bile ilgili yerlere anında iletiliyordu. Anlaşılan, garip bir haber alma örgütü kurulmuştu kurum içinde. Ne ki yasak koyucuların unuttukları önemli bir şey vardı. O da yayıncıların, yayınlamayı düşündükleri belgelerin gizli değil, ortada oluşuydu. Bu durum iyi niyetle iş yapanları şaşırtırken, yalakalar ödüllendirilmeyi hatta hak etmedikleri yerlere gelmeyi hedefliyorlardı.

Ortalıkta dolaşan konuşmalarda “Kanlı Pazar” filmini göstermek isteyen TRT yayıncılarının “Devletin temeline dinamit koymak isteyen hainler” olduğu belirtiliyor ve bu suçlamalar, benzeri yayınlardan sonra, daha da ısrarla sürdürülüyordu. İzleyiciyse, gerçeklerin siyasal iktidar tarafından önlenmesine çalışıldığının henüz ayırtına varamamıştı…

Yayın yasağından sonra İstanbul’dan gelen “Kanlı Pazar” filmi TRT Ankara Televizyonu’nun Mithatpaşa Caddesindeki binasının alt kat stüdyolarında izlendi. Karanlık sahnelerle dolu, sessiz bir filmdi… Teknik açıdan yayınlanması olanaksız değildi, ama bu yönden yetersiz kalacaktı. İstanbul’daki olayların iç yüzünü gerçekçi bir şekilde ortaya çıkarıyordu. Görüntüleri yayınlamayı düşünen TRT Televizyonu dikkatleri üstüne çekmişti. Kimi duyarlı çevreler, yayıncıların bu gibi konuları işleyebileceğini ve bu gibi filmlerin gösterilmesi gerektiğini belirttiler. TRT’nin üst kademesiyse -ki 1965-1975 yıllarında özerklik mücadelesi veriyor görünümündeydi- yasak uygulamalarına “son dakikada bazı programları engelleme” icadını getirdi.

 

“Türkiye’nin Kalbi Ankara”

TRT Televizyonu’ndaki bir başka büyük yasaklama örneğine, belki de en büyüğüne, 10 Kasım 1969 tarihinde rastlanır. Öykü uzun, ancak özet olarak şöyleydi: TRT Genel Müdürlüğünde radyo ve TV programlarını yayından önce denetlemekle görevli bir birim vardı. Ne ki, TRT’nin kuruluşundan, yani 1964 yılından 10 Kasım 1969 tarihine kadar bu birim gerektiği gibi çalıştırılmamıştı. Bu bağlamda 10 Kasım 1969 günü TRT Televizyonu’nda yayınlanacak programların ve filmlerin her hangi bir denetimden geçmesi söz konusu değildi. O akşamki programda “Türkiye’nin Kalbi Ankara”[6] adlı bir film yer alıyordu. Film Sovyet yapımıydı. 1933 yılında Atatürk’ün çağrısıyla Ankara’ya gelen sinemacılar ekibi tarafından çekilmiş ve Türkiye’de çeşitli yerlerde gösterilmişti. Sonraları Türkiye hakkında resmi kuruluşlar tarafından yaptırılan filmlerde de bu filmden alıntılar yapılmıştı. Ama film, 10 Kasım 1969 günü yayın programından kaldırıldı. O gün yayın akışı şöyleydi: TV Haberlerinden sonra “Saat 9.05” adlı program. Programda, Ankara’da saatler dokuzu beş geçerken halkın Atatürk’e saygı duruşu yansıtılıyordu. Filmde kasketlerini ellerine almış köylüler de görünüyordu. Ardından “Mustafa Kemal’i Tanımak” adlı Osmanlı karşıtı bir program gösterime girecekti. Daha sonra Türkiye’de Atatürkçülüğün uygulanmadığına ilişkin konuşmaların yer aldığı bir açık oturum. En sonunda da, “Türkiye’nin Kalbi Ankara” yer alıyordu. Film, Atatürk öncesi Ankara ile Atatürk sonrası Ankara’yı karşılaştırıyordu. Eski ve harap Ankara’dan sonra, yeni ve modern Ankara’yı görüntülüyordu. İçeriğinde yer alan Cumhuriyet’in 10. yıldönümünde yapılan geçit töreninden izlenimler ve Atatürk’ün kendi sesinden konuşması da ilk kez yayınlanmış oluyordu…

TRT üst yönetimi yine rahatsızdı ve Ankaralı izleyicilerin filmin ikinci yarısını izlemelerine izin vermedi. Ankara’nın eski, perişan hali ekrandayken film birden kesildi. Çünkü kasketlilerin görüntüsüne bozulmuş olanlar, bir de Ankara’nın perişan durumunu yayınlatmaya katlanamazdı. Bu baylar, TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak’ın evini arayıp TV’nin vahametini anlattılar. Sonunda Adnan Öztrak TV binasına geldi, yayın nöbetçisi Adem Yavuz[7]’a filmin yayından kaldırılmasını söyledi. Adem Yavuz, “yayının kesilemeyeceği”ni, bunun çok büyük bir gaf olacağını söylemesine karşın, genel müdür onu dinlemedi, -Atatürk’ü konu alan ikinci bölümünün- yayını yasakladı. Ve Ankaralı izleyici belki de, dünyada ilk kez bir filmin yayını sırasında yasaklanarak kesilmesi olayına tanık oldu. Ama ne olup bittiğini de bir türlü anlayamadı.

 

“Soylu Yabani”

İzleyen günlerde, söz konusu programların yapımcıları ile Ankara Televizyonu Müdürü Mahmut Tali Öngören hakkında TRT Genel Müdürlüğü’nün isteği üzerine savcılık soruşturması açıldı, Öngören görevinden alındı. Ancak yönetim kurulu’ndan beş üyenin karşı çıkması üzerine uygulama durduruldu. Üç ay süren soruşturma sonucunda savcılık 10 Kasım 1969 günü yayımlanan programlarda, suç unsuru bulamadı. O gün görevli iki programcıya verilen kıdem indirme cezası, TBMM’de bir soru üzerine zamanın Devlet Bakanı tarafından da vurgulandı. Aynı akşam Haber Merkezi’nce hazırlanan “TBMM’de Bugün” adlı programda kamuoyuna duyuruldu. Gazeteler, 10 Kasım 1969 tarihinde TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak’ın evine çeşitli kişilerin telefon ettiğini, genel müdürün etki altına alınmak istendiğini ve kısmen de olsa başarıya ulaşıldığını yazdılar. İşte, TV yayıncılığı tarihimizin en önemli yasaklama öykülerinden birisi bu olaydır.

Telefon ihbarcılığı bununla da kalmadı… “Soylu Yabani” adlı film televizyonda gösterilirken, bu kez de zamanın Adalet Bakanı’nın evine ısrarla telefon edilerek filmin müstehcen olduğu ileri sürüldü. Benzerlerindeki gibi konu savcılığa intikal etti. Sonuçta, bilirkişi raporuyla, “Soylu Yabani” filminin müstehcen olmadığı kararı verildi.

Kuşku yok ki, 1969 yılında başlayan, ilgili kişileri evlerinden telefonla arayarak, TV yayınları hakkında dikkat çekme geleneği, aradan geçen kırk yıl sonra hâlâ sürdürülmektedir.

 

            Pîr Sultan, Can Yücel, Necati Cumalı

1 Aralık 1969’da, TRT Genel Müdürlüğü’nün emriyle, uzman raporu ve TRT Genel Müdür Yardımcısı’nın bilgisi ve onayı çerçevesinde “Pir Sultan Abdal” adlı tiyatro oyunundan bazı sahnelerin televizyonda gösterilmesi engellendi. Oyunu, Ankara’da “Halk Oyuncuları” adlı ekip sahnelemişti. Aslında tiyatro oyunlarının yasaklanması TRT için hiç de şaşırtıcı değildi. TRT Yönetim Kurulu’ndan bazı üyelerin son derece gizli tuttuğu bir davranışla TRT Televizyonu yönetim kademesinde yapılan değişiklikten sonra, Can Yücel’in çevirisi olan “Salozun Mavalı” adlı tiyatro eseri de belli bir gerekçe gösterilmeden yasaklandı. 12 Mart 1971 tarihinden sonra da Çehov’un “Üç Kız Kardeş” adlı eseri “Türk Televizyonunda Rus subaylarının üniformaları gösterilemez” gerekçesiyle programa alınmadı. Her iki oyundan bazı sahnelere sonradan bir tiyatro programında yer verilecekti.

Bu dönemde, yani 12 Mart 1971’den sonra İstanbul’daki Dostlar Tiyatrosu ve Ankara’daki Ankara Sanat Tiyatrosu (AST), televizyonda sürekli yasaklanan iki topluluktu. Bu tiyatro topluluklarının sahnelediği oyunların adlarının duyurulması bile yasaktı.

Mart 1974’de Necati Cumalı’nın “Nalınlar” adlı oyunu, TRT Denetleme Kurulu tarafından “müstehcen” bulunarak, yayınlanmadı. Aynı dönemde, Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen bir Amerikan oyunu da televizyonumuzun sanat programına alınmadı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in kulakları çınlasın, “Oyunun bir sahnesinde, çıplak erkek heykeli görünüyor” gerekçesi, yayıncıları güldürmüştü.

14 Ekim 1973 seçimlerinden sonra, iş başına gelen yeni TRT yönetiminin de kendine özgü yasaklamaları oldu. İlkin “Rüzgârın Mirası” adlı oyunu din sömürücülüğüne yol açtığı ve bunu politikayla birleştirdiği gerekçesiyle yasakladı. Olan olmuştu ama yasak, iktidardaki koalisyon hükümetinin MSP kanadını çok kızdırdı...

TRT Televizyonu’nun ilk yıllarındaki yasakların arkasındaki anlayışla bugünkü anlayış arasında büyük bir fark olduğu söylenemez.

 

Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal

Orhan Kemal’in ölümünden hemen sonra, ilk TV yönetimi tarafından hazırlanan anma programının başına gelenler ilginçtir. Televizyonumuzun ilk yıllarındaki kısıtlı olanaklara karşın, çok kısa zamanda hazırlanan “Orhan Kemal” programı, TRT’nin Denetleme Kurulundan geçmiş, ancak TRT Genel Müdürlüğü’nün emriyle yayına girmesi engellenmişti. Konu üzerindeki tartışmalarda, TV yönetiminin tüm ısrarlarına karşın, TRT Genel Müdürlüğü verdiği karardan geri dönmemişti. Ama, yazarın ölümünden bir ay sonra aniden engelleme kalktı, geç de olsa program yayına girdi. İlginç olan, bu kez programda sakıncalı bir yan görülmemiş olmasıydı. Bu durumda akla gelebilen olasılıklar arasında, Yayın Denetleme Kurulunun ciddiyetsizliği sayılabilir. Bir başka nedense, Orhan Kemal adını itici bulmalarıydı.

Bu inanılması güç olaylara TRT Televizyonu’nun ilk yıllarında sıkça rastlandı. Radyo farklı mıydı? Hayır. 12 Mart Muhtırası’ndan hemen sonra Ankara Radyosu’nda yayınlanmakta olan “İnce Memed”in yayını derhal durduruldu. Eserin sahibi Yaşar Kemal’in nedenini öğrenmek için gösterdiği çabalar boşa gitti. Kemal Tahir’den ölümünün birinci yıldönümüne kadar hiç söz edilmedi. Orhan Kemal ise yukarıda sözü edilen programdan sonra belki de bugüne dek TRT Televizyonu’nda ciddi şekilde ele alınamadı.

TRT Televizyonu’nun ilk yıllarında yasaklanan programlar yalnız kültür programları değildi kuşkusuz. O dönemde günlük sorunları irdeleyen çeşitli programlara günümüzden çok daha etkin bir şekilde yer verilirdi. Söz gelişi Türkiye’deki Amerikan üsleriyle ilgili kısa bir bölümün, “silahsızlanma” alanına ilişkin bir program konulması için çok uğraşılmış ve 15 Aralık 1969’da bu konuda TRT Genel Müdürlüğüne yapılan başvuru geri çevrilmişti. Doğal olarak program, Türkiye’deki yabancı üslerin durumu incelenmeden yayınlanmıştı. Bu programda konuyla ilgili görüşlerine yer verilmesi düşünülen CHP İstanbul Milletvekili Sezai Orkunt ise sonraki yıllarda TRT Yönetim Kurulu üyesi olarak görev almıştır.

 

   

            “Gençliğin Kavgası”

İlgili dipnotta belirttiğimiz gibi, 2. Kıbrıs Barış Harekâtı (14-21 Ağustos 1974) günlerinde yitirdiğimiz Adem Yavuz’un programları en çok yasaklanan yapımlar arasında yer aldı. Adem Yavuz’un yasaklanan en önemli programı “Gençliğin Kavgası” adını taşıyordu, 15 Ocak 1970 günü yayımlanacaktı. Program, beş aşamalı olan denetim mekanizmasının[8] “metin denetimi”ni konu alan 3’üncü aşamasını geçemedi ve yayın gününde yasaklandı. Yerine “Denizlerde Mercan Kayalıkları” adlı yabancı kaynaklı bir film kondu. “Gençliğin Kavgası”nın yasaklanma gerekçesi açıklanmadı. Kararı verenlerin adları, yasak gerekçesinin altında da yer almıyordu. Söylentilere göre; Genel Müdürlük, programdaki “…gençler öldürüldü, zindanlara atıldı”, “üniversitelerin, yüksek okulların halktan uzak olduğu bir ülkede, gençlik hareketlerine uzak kalmak imkânsızdı” ve “bugün Türkiye’de kişiler ve bölgeler arasında okuma eşitliği farklılığı rakamlarla ortadadır” gibi cümlelere takılmış, yine programdaki “Vietnam pasifikasyon harekâtını CIA adına yöneten Komer’in[9] Türkiye’ye gelişi…”, “…Taylan Özgür’ü kimin öldürdüğü ortaya çıkarılamadı. Bu tip ölümlerin arkası gelmiyordu…” biçimindeki cümleleri üzerinde durmuştu.

Yapımcı Adem Yavuz, imzasız denetim raporuna, imzasıyla karşı çıktı. Türkiye’nin sosyal ve ekonomik ortamı içinde gençlik hareketlerinin incelenmesinin ve bu hareketlere bir ad konulmasının niçin gerektiğini belirtti ve raporunu şöyle noktaladı: “Biz daha ad koymayı bırakın bu hareketlerin doğuşunu, gelişmesini bile veremiyoruz.”

Adem Yavuz “Gençliğin Kavgası” adlı programının yasaklanmasını izleyen çalışmalarında da aynı çizgide başarılı programlara imza attı. “31 Mart Olayı” ile ilgili olarak hazırladığı TV programı yasaklanmadan yayınlandığında geniş yankı uyandırdı. Ne ki, 12 Mart 1971 sonrasında, TRT’den ayrılarak askere giden Yavuz, dönüşünde kuruma alınmadı. 14 Ekim 1974 seçimlerinden sonra işbaşına gelen TRT yönetimi de ona görev vermedi. Mesleğini sürdürmek amacıyla ANKA Ajansına muhabir olarak girdi. Ajans adına Kıbrıs’ta ikinci harekâtı izlerken Rum kurşunlarına hedef oldu, yaralandı. Ankara’ya gelemeden Adana’da öldü. 

 

“Şeyh Sait İsyanı”nın başına gelenler

TRT Televizyonu’nun, 12 Mart Muhtırası’nın verilişine dek sürdürdüğü dönem içinde yasaklanan programlarının sayısı hayli yüksektir. Fakat birisi vardır ki değinmeden geçilemez. Program, “Şeyh Sait İsyanı”nın incelenmesiydi. Yapımcısı Varlık Özmenek’ti. Özmenek, programın metnini hazırladı ve Anadolu’da bir iki yerde film çekti. Program, TRT Genel Müdürlüğü’nün beş kademede uyguladığı denetim kademelerinden geçilerek hazırlanmıştı. Konunun onaylandığına dair belge TV Müdürlüğüne gönderildi. Fakat daha program ortaya çıkmadan, basında eleştirisi başladı. Böylece “Şeyh Sait İsyanı” yayınlanmadan eleştirilen dünya üzerindeki ilk program unvanını kazandı. TRT Genel Müdürlüğü gerekçe göstermeden programın yayınını yasakladı. İlginçtir, sonradan olayı araştıranlar, bu denli eleştirilen programın asıl metnini TRT arşivinde bulamadılar.

Yapımcı Özmenek TRT’den uzaklaştırılmalıydı. Ama nasıl? TRT’nin yangın yönetmeliğinde yer alan güvenlikle ilgili bir maddeden yararlanarak Özmenek’in işine son verdiler.

Aynı dönemin yapımcılarından Melih Aşık, boraks konusuna önem verdi. Program TRT Genel Müdürlüğünce onaylandı. Aşık, boraks konusunda araştırma yapmak ve film çekmek üzere çeşitli gezilere çıktı, konuyu enine boyuna inceledi. Türkiye’de boraks konusunda dönen dolapların iç yüzünü araştırdı. Ortaya her bakımdan başarılı bir program çıkmıştı. Ancak, bu programın yayımlanması da önlendi. Dönem 12 Mart dönemiydi ve hükümetin madenlerin millileştirilmesini gündeme getirmesine rağmen Melih Aşık’ın programı yayınlanmadı.

Melih Aşık da Adem Yavuz ve Varlık Özmenek gibi TRT’den uzaklaştırılacak, önce İsveç ve Almanya’da işçi olarak çalışacak, 1974 yılından sonra Günaydın ve Güneş gazetelerinde yazacak, son olarak da Milliyet Gazetesi’nde ilginç konuları gündeme getiren “Açık Pencere” köşesinden okurlarına seslenecektir. Aynı yıllarda haber merkezinde görev yapan gazeteci Örsan Öymen de gerekçe gösterilmeksizin kurumdan uzaklaştırılacak, Milliyet gazetesinde çalışacaktı.

 

“Yeni Bir Dünya İstiyorum”

TRT Televizyonunun deneme yayını sürecinde hayret uyandıran bir başka yasağına 31 Aralık 1970 gecesi rastlandı. Yapımcı Tunca Yönder “Yeni Bir Dünya İstiyorum” adlı dört beş dakikalık bir film hazırlamıştı. Filmde küçük bir çocuk patlayan bombalar altında oraya buraya koşuyor ve en sonunda bu sorunlardan arındırılmış bir dünya istediğini dile getiriyordu. Program yayın akışında yeni yıla girdikten hemen sonra yayınlanacağı ilan edilmiş olmasına karşın bu film de yayınlanmadı. Film, TV yayını başladıktan sonra yasaklanan ilk program olarak tarihteki yerini aldı.

Yapımcı Tunca Yönder de programları yasaklanan diğer yapımcılar gibi TRT’den atıldı. 1963’de Ankara Sanat Tiyatrosu’nun kuruluş kadrosunda yer alan Yönder, 1968 yılında “Halk Oyuncuları” topluluğuna geçmiş, 1970 yılından sonra sadece televizyon ve sinema ile ilgilenmişti. Sanatçı, 6 Şubat 1969 gecesi TRT Ankara Televizyonu’nda yayınlanan ilk TV drama programı olan Şair Evlenmesi’nin yönetmenliğini yapmıştı. 1971 sonrasında başlayan çağdaş Türk reklamcılığının ilk üç yönetmeninden birisi olan Yönder, yönetmen ve yapımcı olarak binin üzerinde reklam filmi ile dizi filme imza attı. Yönder’i TRT’nin dışına iten yöneticiler daha sonra ona dışarıdan TV programı hazırlamasına itiraz etmediler.

12 Mart 1971’den sonra TRT yönetimi sık sık programsız kaldı ve eskiden yayınlanmış olan, ama sakıncalı (!) sayılmayan bazı programları yinelemek yoluna gitti. Bu programlardan beş altı tanesi Adem Yavuz, Melih Aşık, Varlık Özmenek gibi programcılar tarafından hazırlanmıştı. Ve tümü de TRT’nin yangın yönetmeliğinin güvenlik maddesine uygun olarak Kurum’dan çıkarılmışlardı. Peki, yinelenen programlarda yapımcıların adları nasıl dışlanacaktı? Adlarını çıkarıp programları defalarca yayınladılar… Adem Yavuz’un hazırladığı “Silifke Folkloru” adlı yapım da bunlardan birisiydi. İkinci kez gösterildiğinde büyük ilgi çekti. Çünkü televizyonun yayın alanı genişlemiş, seyirci sayısı artmıştı.

 

“Mustafa Kemal” adına yasak

12 Mart’ı izleyen dönem içinde özellikle radyo yayınlarında yasaklanan adlardan biri de “Mustafa Kemal”dir. Kurtuluş savaşı ve savaşı izleyen günlerde yazılmış olan belgeler bile radyodaki programlarda okunduğu zaman, “Atatürk” adı kullanılırdı. Fakat Atatürk’le ilgili en büyük yasaklardan birine TRT Televizyonu’nda rastladık: 10 Kasım 1970 anma günü için TV programları planlanırken, Atatürk’ün konuşmalarından birinden esinlenerek “Ordularının Selamı” adlı bir yapım düşünüldü. Bu programda “Atatürk’ün Orduları” olarak Silahlı Kuvvetlerimiz, gençlik, işçilerimiz, köylülerimiz ve tüm çalışanlar arasında röportajlar yapılacak ve genel durum 1970 yılının koşulları altında irdelenecekti. Fakat TRT Genel Müdürlüğü bu programı alelacele yazdığı bir yazı ile yasakladı. Yazıda Atatürk’ün “sadece bir ölü olarak” anılması istendi. Üç dört gün sonra da Ankara TV Müdürü Mahmut Tali Öngören görevinden alındı.

TRT Ankara Televizyonu ilk yayın günlerinde bir sonraki yayın gününün programını da açıklıyordu. 29 Ocak 1970 gecesi yayını sona ererken de öyle yapıldı. Devamlılık spikeri Nuran Devres, ertesi yayın günü olan 31 Ocak 1970 gününün yayın akışını okudu. Yılın son günü programında saat 21.05’te Televizyonun 2’nci kuruluş yıldönümü nedeniyle Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’la yapılan bir röportajın yayınlanacağını duyurdu. Ama 31 Ocak 1970 gecesi o saatte televizyonlarının karşısında olanlar Cumhurbaşkanıyla yapılan söyleşi yerine Nesrin Sipahi’nin şarkılarını izlediler. Ne olmuştu da röportaj programı yayınlanmamıştı?

Ayla Erdemli’nin yapımcısı olduğu programda Mete Akyol, Cumhurbaşkanı’na sorular yöneltmişti. Önceden verilen soruların yanıtları da söyleşi gününden önce hazırlanmıştı tabii. Yanıtlarının bir bölümünde Cumhurbaşkanı, “Kendi zamanında askerliğin şerefli bir meslek olduğunu” söylemişti. Tam o sırada araya giren Akyol’un, “Şimdi öyle değil mi?” sorusunu da Cumhurbaşkanı “Öyle gibi görünüyor ama, değil” biçiminde yanıtlamıştı. İşte bu cümle başta TV Müdürü Mahmut Tali Öngören olmak üzere program ilgililerini tedirgin etmişti. Yapımcılar “Konuşmanın bu bölümünü nasıl çıkarırız?” diye düşünedursunlar Sunay, “aynen yayınlansın” emriyle herkesi şaşkına çevirdi. Film hazırlandı, yayın yönetimine teslim edildi. Ne ki haber bülteni yayını sırasında, stüdyolara gelen iki üst rütbeli asker, filmi Genelkurmay’a götüreceklerini belirterek alıp gittiler. Buna tanık olan Haber yönetmeni Haluk Tuncalı yayın sonrasında, Sultan Otel’in barında bir araya geldiği arkadaşlarına olayı ve yarattığı şaşkınlığı aktardı. “Hayret,” dedi, “filmi asker aldı gitti, arkasından bakakaldık…”

 

Sanatçılık yasak!

12 Mart dönemi, TRT içinde en çok kültürel yayınları biçti. Ne denli ilerici yazar, sanatçı ve yaratıcı varsa, radyo ve TV programlarına alınmadı. Hatta 1971 Mayıs’ında Devlet Tiyatrosu sanatçısı Kerim Afşar’ın Sait Faik’le ilgili program yapması da yasaklandı. Aynı sanatçının 1972’de Ahmet Arif’in şiirlerini okuması da...

Her faşist dönemde olduğu gibi, 12 Mart döneminde de radyoda ve televizyonda yüzeyde kalan bazı yasaklarla ahlak sözde korunmaya çalışıldı. Bazı müzik programları kaldırıldı, reklamlardaki “Lambayı aç kız, oh de de aç kız” gibi şarkıların yayınına izin verilmedi, ayıp sözleri kapsadığı öne sürülen halk türküleri yasaklandı.[10] Bu arada toplumsal konulara ya da noktalara değinen parçaların önlendiği de görüldü.

 Genel Müdür Musa Öğün, kafa yapısından çok, giyime önem verirdi. Onun döneminde uzun saçlı ve bıyıklı sanatçıların ekrana çıkması sağlandı. Ama bir süre sonra, özellikle şov ve hafif müzik programları için kısa saçlı ve bıyıklı sanatçı bulamayan TRT Televizyonu büyük zorluklarla karşılaştı. Kılık-kıyafet konusu izleyicilere kadar ulaştığında iş çığırından çıktı. Hürriyet gazetesi 7 Şubat 1973 tarihli sayısında manşetten şu haberi verdi:

“TRT’nin Arı Stüdyosunda Cumartesi Gecesi Eğlence Programı çekimi sırasında TRT Genel Müdürü ani bir kravat teftişi yapıverince, haftalar önce parayla davetiye satın alan spor kıyafetli seyirciler içeriye alınmamış, hele kravatsız TRT görevlileri aniden ortadan kaybolmuşlardır.”

TRT Televizyonu’nun ikinci yıldönümü olan 31 Ocak 1969’da ilk kez bir TV programına çıkarılan Ruhi Su, ölümüne az bir süre kala, nasılsa ekrana çıkarılmış, rahatça program yapabilmiştir. Kanser olduğu ve yurt dışına tedaviye gönderilmediği de izleyiciler tarafından bilinirdi. Gariptir, aynı anlayışı bir Can Yücel ya da Balaban için söyleyemiyoruz. Şubat 1974’te TRT Televizyonu’nda “50 Yılda Türk Şiiri” adlı programda Fazıl Hüsnü Dağlarca, Melih Cevdet Anday ve Nazım Hikmet’ten söz edilmesi yasak olduğu gibi, 12 Mart döneminin başında, TRT’nin 1970’de açtığı yarışmalarda ödül alan filmlerin pek çoğunun televizyonda gösterilmesi de yasaklanmıştı.

TRT Televizyonu’ndaki yasakları 1968-1975 yılları arasında gözden geçirirsek bu yazıda kısaca belirtilen örneklerle yetinemeyiz. Ne ki burada üzerinde durduğumuz yasaklar ilk 6 yıl içinde tek kanal yayın kuruluşumuz televizyon ve kısmen de radyoda bugüne kadar üstü örtülü kalmış konular hakkında bir değinme bağlamında olanları dile getirmektir amacımız.


 

[1] Musa Öğün, 1920’de Kars'ın Sarıkamış ilçesinde doğdu. 1954’te Kara Harp Akademisi’ni bitirdi. Albay ve tuğgeneral rütbeleriyle Moskova’da Askeri Ataşe olarak çalıştı. “12 Mart Muhtırası”nı o gün 13 haber bülteninde okunması için TRT’ye getirenler arasında yer aldı. Genelkurmay Muhabere ve Elektronik Dairesi Başkanı iken Adnan Öztrak’ın istifasıyla boşalan TRT Genel Müdürlüğü’ne 2 Ağustos 1971’de atandı. Kurumu 30 Ağustos 1973 tarihine kadar yönetti,  Ağustos 2007 tarihinde Ankara’da öldü.

                                                                       

[2] 23 Ocak 1975 sabahı, İstanbul’da Ülkücü faşist gençler, kentte terör estirmeye başladı. Önce Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde direniş yapan sağlık emekçilerine saldırdılar, ardından Trabzon Yurdu önünde iki devrimciyi bıçakla yaraladılar. Bu topluluk, İstanbul Vatan Mühendislik Yüksek Okulu’nu basıtı; okul kantinini işgal ederek kantinciden 10 bin lira “bağış” (yani haraç) istedikten sonra, kantincinin parayı vermemesi üzerine boykot ilan ettiler. Öğleden sonra durumun güvenilir olmadığını gören devrimci öğrenciler, birkaç kişilik gruplar halinde okuldan ayrılmaya başladı. Ancak, bir grup komando dışarıda da mevzilenmişti. Çıkanları görünce ateş açmaya başladılar. Herkes bir yana kaçıyordu. Komandolar ise silah atmaya devam ederek kaçanları kovalıyorlardı. Sayıları elliyi bulan bir grup faşist, Fatih yönüne doğru kaçan Kerim Yaman ve arkadaşlarını bir ara sokakta sıkıştırarak ateş açtı. Açılan ateş sonucunda Vatan Mühendislik Yüksek Okulu 2. sınıf öğrencisi Kerim Yaman kalbinden vurularak ölürken, yanında bulunan arkadaşları Erol Erdoğan karnından, Erdinç Demirpolat da gırtlağından ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı... Kerim Yaman’ın cenazesi gece Çapa Tıp Fakültesi morgundan İYÖKD’lü öğrenciler tarafından kaçırılarak bir evde saklandı. Devrimciler sabaha karşı İstanbul Üniversitesi merkez binasını işgal ettiler. İstanbul’daki üniversite ve yüksek okullarda boykot ilan edildi. Olaylar üzerine İstanbul Üniversitesi süresiz olarak kapatıldı.

 

[3] Osman Nuri Koçtürk, yüksek öğrenimini Veteriner Fakültesi’nde tamamladı. Askeri veteriner Akademisi’ne asistan olarak girdi (1945). İzleyen yıllarda Askeri Biyoloji Enstitüsü kimyagerliği, Askeri Veteriner Akademisi Biyo Analitik Kimya Bölümü başasistanlığı yaptı. Ankara Tıp Fakültesi Biyokimya Kürsüsü’nde uzman, besin kontrolü ve sağlık bilgisi doçenti oldu. Besin ve beslenme konusunda 70 kadar kitap yazdı. Bazı eserleri şunlardır: Çağımızın Beslenme Sorunları, Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi.

 

[4] Şevket Süreyya Aydemir, Edirne’de topraksız bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Küçük yaşlardan itibaren siyasetle ilgilendi. Henüz on bir yaşında iken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu.  Edirne Rüştiyesi ve Öğretmen Okulunda öğrenim gördü. 1. Dünya Savaşı’nda Kafkasya cephesinde çarpışmalara katıldı, yaralandı. 19191920 yılları arasında Azerbaycan’da bulundu. Bakü’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı’na Azerbaycan Delegesi olarak katıldı. Moskova İktisadi ve Sosyal Bilimler Okulu’nda eğitim gördü. Burada  Sosyalizm üzerine incelemeler yaptı. 1923 yılında Türkiye’ye döndü. 1925’de TKP Merkez Komite Üyesi idi. 1927’de Vedat Nedim Tör’le birlikte TKP’den ayrıldı. Partiyi polise ihbar etmekle suçlandı. Yüksek bürokrat olarak Ankara’da çalışmaya başladı. 1932 yılında Atatürk’ün isteği üzerine Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile birlikte Kadro Dergisi’ni çıkarttı. Bir dönem, Ekonomi Bakanlığı’nca İsmail Hüsrev Tökin’le birlikte bir kalkınma planı hazırlamakla görevlendirildi. Fakat İsmet Paşa bu planı kabul etmedi. 27 Mayıstan sonra oluşan yeni düşünce ortamında kurulan sosyalist eğilimli Devrim ve Yön gibi dergilerde yazıları yayımlandı. 25 Mart 1976’da öldü.

[5]  16 Şubat 1969 tarihinde ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek için Beyazıt meydanında başlayıp Taksim’de sona eren olaylar zinciri. Valilikten izin alınan gösteri yapılmadan önceki günlerde Komünizmle Mücadele Derneği uyarılarda bulunarak halkı tepkiye çağırdı. Sayıları 30 bini bulan 76 gençlik örgütünün Beyazıt meydanında toplanıp yürüyüşe geçen grubunu Taksim’de taşlı sopalı gerici grup karşıladı. Olaylar sırasında Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan adlı gençler bıçaklanarak öldürüldü, yaklaşık 200 kişi de yaralandı. Ertesi gün Günaydın gazetesinde Ali Turgut Aytaç’ın bıçaklandığı anın fotoğrafı yayımlandı. O sırada yanında duran polisin hiçbir müdahalede bulunmadığı görülüyordu.

 

[6] Bu çerçevede iki film yapıldı. İlki ünlü Sovyet yönetmen Sergey Yutkeviç ve Lev Oskaroviç’in hazırladığı “Türkiye’nin Kalbi Ankara” ikincisi ise, ünlü film montajcısı Esther Schub’un eldeki belgeleri kullanıp yeniden kurgulayarak oluşturduğu “Türk İnkılâbında Terakki Hamleleri”ydi. “Türkiye’nin Kalbi Ankara” filmini çeken Yutkevich, filmin geri kalan kısmında 10. Yıl kutlamalarından görüntülere, -daha sonra tüm belgesel filmlerde kullanılacak olan- Atatürk’ün ‘10.Yıl Nutku’na ve modern Türkiye’nin başkenti Ankara’dan gelişmişlik göstergesi binalar ile Ankaralıların yaşamlarına yer vermişti. Filmde, köyünden Ankara’ya gelen bir büyükbaba ile izci olmuş kız torunu arasındaki konuşmalarda Cumhuriyet’ten duydukları övünç ve gurur yansıtılırken bu sahneler belgeseldeki dramatizasyon öğesi olmuştu. Filmde Türk ve Sovyet devletleri arasındaki dostluğa da sık sık vurgu yapılmıştı. 1934 yılında gösterilen film daha sonraki yıllarda yasaklanacak, TRT döneminde gösterim programına alındıktan sonra ani bir müdahale ile yayından kaldırılacaktı.

 

[7] Âdem Yavuz (1943-26 Ağustos 1974) Gazeteci, TV programcısı. İlkokulu Çınarlı’da okuyan Yavuz, orta ve liseyi İstanbul’da bitirdi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesinde öğrenimine devam ederken Günaydın Gazetesi’nde Ankara muhabiri olarak gazeteciliğe başladı. TRT Televizyonunun kuruluş yıllarında Programcı olarak görev aldı. 12 Mart 1971’de Kurumdan uzaklaştırıldı. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtında Anka Ajansı Muhabiri iken Kıbrıs'a gitti. Rumlar tarafından tutsak edildi ve gözleri bağlıyken ateş edilerek yaralandı. 26 Ağustos’ta kaldırıldığı Adana Tıp Fakültesi Hastanesi’nde öldü. İstanbul Gazeteciler Cemiyeti tarafından Çınarlı’da yaptırılan anıt mezara defnedildi.

 

[8] TRT Televizyonunda denetim beş aşamadan oluşuyordu. İlki “program fikri”ydi. Onay alması halinde ikinci kademede TV Müdürlüğü’nün hazırladığı “bir aylık liste”de onaylanmış programın adı aranırdı. Liste onaylandıktan sonra sırada her program metninin TRT Genel Müdürlüğü tarafından denetlenmesi gelirdi. Daha sonra yine her programın görüntü yayınının denetimi vardı ve her yayım günü TRT Genel Müdür Yardımcısı’nın o gün yayımlanacak tüm TV programlarını bir kez daha denetlemesi beşinci kademeyi oluştururdu.

[9] 1968 sonbaharında Vietnam’da görev yapmış CIA uzmanı Robert Komer, Türkiye’ye Büyükelçi olarak atandı.  Komer’in atanması anti-emperyalist çevrelerin tepkisini topladı, peşi sıra eylemlere yol açtı. Basında, Vietnam devrimcilerinin Honço (kasap) adını verdikleri Komer’in Vietnam’da görev yaptığı sırada “Vietnam Kurtuluş Cephesi”ne karşı faaliyetleri sıklıkla işlendi. Komer’e karşı tepkiler büyürken, ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş yetkili kurullardan herhangi birine haber vermeden 6 Ocak 1969’da kendisini ODTÜ’ye çağırdı. Komer’in üniversiteye geldiği haberini alan ODTÜ’lüler, ABD Büyükelçisinin arabasının park halinde bulunduğu Rektörlük binasının önünde toplanmaya başladı. Sayıları gittikçe artan öğrenciler, Komer’in arabasını devirip ters çevirdiler; ardından arabanın deposundan aldıkları benzinle, Sinan Cemgil, Taylan Özgür, Ulaş Bardakçı ve İbrahim Seven arabayı ateşe verdiler. ODTÜ’de Komer’in arabasının yakılması antiemperyalist mücadelede önemli bir yer edinirken, ODTÜ’lüler eylemlerinin devamını da getirdiler. Olaydan sonraki gün, üniversite yönetimi üniversiteyi bir ay kapatma kararı aldı ancak kararı tanımayan öğrenciler, üniversiteyi işgal ederek “öğrenime devam etme eylemi” yaptı. Ankara Cumhuriyet Savcılığı, Komer’in arabasını yaktıkları savıyla 9 Ocak 1969’da yedi öğrenci hakkında gıyabi tutuklama kararı verdi. Kararın ardından 3 binden fazla ODTÜ öğrencisi imzaladıkları dilekçelerle savcılığa başvurarak kendilerinin de yakma eylemine katıldığını bildirdi. Öğrencilerin tepkisine dayanamayan Rektör Kurdaş ise bir süre sonra görevinden ayrıldı.

 

[10] TRT Genel Müdür Program ve Haber Yardımcısı Şemsettin Gönenç, Ankara Radyosu Müdürlüğü’ne gönderdiği “Yurttan seslerde okunan türkü sözleri hk.”daki 25.4.1972 tarih ve 083-51/994 sayılı yazısında şöyle diyordu: “Radyonuz Yurttan Sesler korosunca söylenen ve sakıncalı olabileceği düşünülen türkü sözlerinin ve buna benzer olanların bugünkü ortam göz önüne alındığında programlara konulmamasında yarar vardır. Bilindiği gibi konu yalnız radyonuzu ilgilendiren bir konu değildir. Kısa zaman içinde kurulacak Repertuar Kurulları aracılığıyla radyoların tüm repertuarları gözden geçirilecek ve sakıncalı parçalar ayıklanacaktır. Bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.” Bu yazının ekinde gönderilen 54 türkülük listeden birkaç örnek şöyleydi: “Çıktım kozanın dağına/Karı dizleyi dizleyi/Yaralarım göz göz oldu/Cerrah gözleyi gözleyi”, “İhtiyatlar silah çatmış yolun üstüne/Nazlı yârim gelivermiş sol dizin üstüne”, “Sarı zeybek bu dağlara yaslanır/Yağmur yağar silahları ıslanır/Yazık oldu telli doru şanına/Eğil bir bak mor cepkenin kanına”, “Mahpushane içinde mermerden direk/Kimimiz on beşlik kimimiz kürek/İdam cezasına dayanmaz yürek”.