1.05.2006 Rıfat Ilgaz Sempozyumu-Kastamonu, Selim ESEN, Vecihi TİMUROĞLU

 
   
 

AÇIK ÇEKMECE

A.Şebnem Soysal[1]

 

 

Saat 19.00 suları, Hamamönü…

Saat kulesini çevreleyen banklardan birine oturdum. Bir zamanlar modernliğin simgesi olan bu saat kulesi, bugün bana değişen zamana karşın, sabit bir mekânda sıkışmış olduğumu hissettiriyor. Ardımdaki ciğerci, terzi ve bakkal, karşımdaki kahvehane bu hissi yaratmış olabilir. Bir de elimde tuttuğum kitap…

Açık Çekmece, bir kitap için oldukça davetkâr bir isim. Elimi çekmeceye soksam kim bilir neler bulacağım diye düşünüp, muzipçe gülümsüyorum. Çünkü, kitap geçmişin izlerini bugüne getiriyor. 40’lar, 50’ler ve 60’lar Ankarası… Böyle bir kitabı okumak için Hamamönün’den güzel mekân mı olur diye düşünüyorum. Başlıyorum kitabın sayfalarını çevirmeye. Ahmet Say’ın sunuşu karşılıyor beni. Herhangi bir anı kitabını elimde tutmadığımı anlıyorum o vakit. Ahmet Say okurun kulağına fısıldıyor çünkü, “dikkatli bir okur, yakın tarihin krokisini çıkarabilir anı kitaplarından…”

Çekmeceyi araladığımda arı, duru bir dil sarıveriyor zihnimi. Konuşur gibi ama bir o kadar da özenle kaleme alınmış Açık Çekemce. Bir solukta elli sayfayı zihnime indiriyorum. Yazar, okuru satırlarında tutmayı çok iyi biliyor. Tam olaylar yumağında kaybolacakken bir şairin dizleri ile buluyorsunuz.

“Ulan Ankara, ben senin oğlun değil miyim,

Kasketimin altında tepeden tırnağa bozkır,

Gönlümde ıslık ıslık bir türkü çağırır...”

Attila İlhan’ın dizelerini okuyunca içim bir hoş oluyor. Başımı kaldırıp hareketlenen sokağa bakıyorum. Cahit Külebi, Cemal Süreyya, Nazım Hikmet ve diğerlerini okuyorum. Sıra Orhan Veli’ye geldiğinde Karacabey Hamamı’yla yüzleşiyorum.

“(…) Lağımcının hamam riyasıdır, / Rüyaların en güzeli, / Uzanır yatar göbek taşına, / Tellaklar gelir dizilit yanı başına, / Biri su döker, / Biri sabunlar,/ Elinde kese sıra bekler biri, / Yeni müşteriler girerken içeri, / Lağımcı, pamuklar gibi çıkar dışarı.”

Kitabın sayfaları arasındaki yolculuğum ilerledikçe yarım yüzyıl öncesindeki Ankara’yı düşünüyorum. İsmi değişmiş, artık esamesi okunmayan mekânlar bir bir geçiyor gözümün önünden. “Akman…” diye mırıldanıyorum belli belirsiz, içim sızlayarak. Siyasi çekişmelerin, kısır tartışmaların gölgesindeki gri şehirden 60’ların renkli dünyasındaki Ankara’yı önce bir çocuğun sonra da bir delikanlının gözlerinden görmek ise çok keyifli.

Açık Çekmece’den, aklıma yazdıklarıma gelince… Üçüncü bölümü çok sevdim ben. Her daim çocukluğumu cebimde taşıdığımdandır belki. Gazete Solfasol, Oyuncak Müzesi’ne götürür ilerleyen sayılarda bizi. Yaşarız çocukluğumuzu doyasıya. Selim Esen’in tenekeden yapılmış buharlı botunun izini süreriz orada. Beşinci bölümdeki Kenan Öner ve Hasan Ali Yücel davası… Ama en çok dikkatimi çeken dönemin kitap ve dergileri, dinlenilen müzikler, edilen danslar ve gidilen mekânlar…

Çekmecenin yarısını bile göremeden kitabın bitmesi biraz burukluk yaratıyor. Ama, yazar son noktayı koymamış. Belki bu sonbahar Selim Esen’in kaleminden 70’ler, 80’ler ve 90’ların Ankara’sını okuruz.

Selim Esen- 2010 Açık Çekmece, Evrensel Basım Yayın, 245 sayfa…

[1] Solfasol Gazetesi, Eylül 2011.