|
ANAFİLYA YAYIN KURULU ÜYESİ SELİM ESEN İLE SÖYLEŞİ
SÖYLEŞİ: Erol Ars - Selim Esen
Bugüne değin siyaset, edebiyat ve müzik alanında
tanınmış pek çok isimle söyleşi gerçekleştirdim. Bu kez
konuğum Anafilya Şiir Bölümü Sorumlusu Selim Esen’di.
Esen’le yaptığımız söyleşide savaş, sanat, sanatçı,
yaşam ve insana dair konuları konuştuk. AKP ile birlikte
sürekli gündeme getirilen „türban“ konusuna da değinen
Esen, açıkça ifade etmese de, Türkiye’ye şeriatın
getirilmeye çalışıldığına işaret etti. Söyleşide
değinilen bir diğer konu Anafilya’ydı. E.A.
— Sevgili Selim Esen, yaşamınız süresince önemli
görevlerde bulundunuz. Özellikle gazetecilik ve
televizyonculukta etkin çalışmalarınız oldu, bu
alanlarda başarılara imza attınız. Size ilk sorum şu
olacak: Dünyamız, bitmez tükenmez savaşlar nedeniyle
yaşanılmayacak duruma geldi. Açlık, yoksulluk, kıyımlar,
gündelik olaylar halinde. Kazanç hırsıyla doğanın hiçe
sayıldığı sanayileşme sonucunda çevre dengesi bozuldu.
Gelecek adına bizi karamsarlığa götüren bu acımasız
gidişi durdurma olanağı var mı? Neler yapılabilir?
— Eric John Ernest Hobsbawn. Yüzyılımızın önemli
tarihçilerinden biri. 91 yaşında, Marksist. Mısır
doğumlu. Yaşamı Viyana, Berlin, Londra ve Cambridge gibi
farklı şehirlerde geçti. Hobsbawn, toplumsal yapıların
ve toplumsal değişim süreçlerinin altını çizen, sosyal
bilim yönelimli, tarih anlayışının önde giden
temsilcilerinden. Diyor ki:
“20. yüzyıl, yazılı tarihin en caniyane yüzyılıdır. Onun
yarattığı savaşların duracağına ilişkin bir işaret henüz
yok. Ama yine de, umutlar ve tutkular olmaksızın
insanlık bir değer taşımaz.”
Antonio Polito’yla yaptığı söyleşilerin yer aldığı “Yeni
Yüzyılın Eşiğinde” adlı kitabında Hobsbawn,
küreselleşmenin inanılmaz biçimde tırmandığı günümüzde,
20. yüzyıl boyunca olduğu gibi, bugün de olumsuzlukları
kontrol edebilecek ya da çözüme kavuşturabilecek bir
otoritenin olmadığının altını çiziyor.
Tarih, dünyada ne olup bittiğini onsuz anlayamayacağımız
bir araç. Bu nedenle, insan yaşamını, çevre ile
ilişkilendirmeden çözüm yolları üretmenin olanaklı
olmadığını düşünüyorum. Bunun için Hobsbawn’ın
değerlendirmesiyle söze girmek istedim.
Evet, gerçekten de geçtiğimiz yüzyıl bir “Savaşan Dünya”
idi. 20.inci yüzyılda temelleri atılan küreselleşme, bir
başka deyişle kuvvetlinin egemenliği, insanlığı hiçe
sayan bir güç olarak karşımıza çıktı. ABD’nin
önderliğindeki kulüp üyeleri; başta İngiltere olmak
üzere, diğer emperyalist ülkelerin diledikleri zamanda
diledikleri ülkeyi işgal etmeleri küreselleşmenin
korkutucu yüzünü gösterdi.
Tek başına işgaller bile güçsüz milletleri daha da
güçsüzleştirmekte, köle durumuna düşürmekte, beraberinde
yoksulluk, yolsuzluk, hırsızlık gibi insan değerleriyle
bağdaşmayan bağımlılıklar getirmektedir. Güçsüz
ülkelerin sanayisi küreselleşme kapsamında emperyalist
ülkelerle yarışamadığından, yaşam şansları da gün
geçtikçe azalmaktadır. Tabii ki, sanayileşme, kendi
çıkarları söz konusu olduğundan çevre dengesini de
bozacaktır.
Türkiye’miz açısından baktığımızda talan edilen orman
alanlarının nasıl su sıkıntılarına, doğal felaketlere,
canlıların yok olmasına yol açtığını görmekteyiz.
Yeşilin yok edilerek yerine fabrikalar yapılmasının,
insanlığın hiçe sayılarak küreselleşme yolunda hızlı
adımlarla ilerlemek olduğunu geç de olsa anlamaktayız.
Bu arada din ile siyaset ilişkisinin de insanlığın
geleceğinde olumsuz rol oynayacağının altını çizmeliyiz.
Ne yapalım da önümüzdeki olumsuzluklardan kurtulalım?
Bence bilim olumsuzlukların çözümünde en güçlü araçtır.
Eğer eğitim, bilinci oluşturacaksa, toplumun bu anlamda
yönlendirilmesi gerekir, hatta bir görevdir. Bunu yerine
getiremeyen devlet karşısında, dışarıya bağımlı olmayan,
kendi toplumsal çıkarlarını düşünebilen sivil toplum
oluşumlarının rolü kaçınılmaz olacaktır.
Ne demişti Eric John Ernest Hobsbawn: “Umutlar ve
tutkular olmaksızın insanlık bir değer taşımaz.”
İnsanlar nerede yaşarsa yaşasın, eğitimli olsa da
olmasalar da, sanayileşseler de sanayileşmeseler de,
dünyada neler olup bittiğini izlerken köleliği,
küreselleşme karşılığı yok olmayı hak etmiyorlar.
İnsanlar umutlu olmak zorunda…
— İnsanlar sürekli aldatılarak yanılgılara
sürüklenmiş, sürüklenmeye de devam ediliyor. Başta ABD
olmak üzere emperyalist güçlerin sürdürdüğü egemenliğe
karşı çıkanlar “terörist” ilan ediliyor. ABD “dünyanın
kurtarıcısı” gibi gösteriliyor. Buna karşı çıkanlar,
çeşitli baskı yöntemleriyle saf dışı bırakılıyor.
Toplumda öncü rol oynayan sanatçıların büyük bir kısmı
ise susmayı yeğliyor. İşte bu noktada gerçek sanatçıya
ne gibi görevler düşer sizce?
— Aydın insan her toplumda farklı konumdadır. Bunu
biliyoruz. Kültür-sanat adamları, eğitimciler, yazarlar
çizerler “aydın” olarak tanımlanır. Aydınlar bir toplumu
ileriye götüren lokomotiflerdir. Çağdaş yaşama
ulaştıracak çalışmaların öznesidirler. Gerçek sanatçılar
ileri düşünce sahibi insanlardır.
Peki, bizde durum nasıl? Son 365 güne bir göz atalım:
AKP, Ağustos sıcağında nohut, kömür dağıtarak halkın
gözünü boyadı. 2 kilo makarna, 1 kilo patates
karşılığında oy veren kitlelerin omzunda yasama
koltuğuna oturdu.
Sanatçılar suskun kaldı.
Yetmedi, 430 + 70 el kalkınca “uzlaşmayla seçelim”
lafını unutup şeriat yanlısı olarak tanınan kişiyi
cumhurbaşkanlığı köşküne taşıdı.
Sanatçılar suskun kaldı.
“Sabır, sabır, sabır… Bıktık artık tabanımıza sözümüz
var” dedi, üniversitede türbana yol açan Anayasa
değişikliğini TBMM’den geçirdi.
Sanatçılar suskun kaldı.
Gözler Çankaya’ya çevrildi. Cumhurbaşkanı, laikliğin
teminatı Çankaya’dır diye düşünen toplumun gözüne baka
baka ve en hazini Türk askerinin PKK’nın üzerine
yürüdüğü günü seçerek, yangından mal kaçırırcasına
Anayasa değişikliğini onayladı.
Bir başka deyişle,
Başımıza önce çuval sonra türban geçirildi…
Sanatçılar suskun…
Bilmem anlatabildim mi?
— Şiir bölümü sorumluluğunu sürdürmekte olduğunuz
Anafilya’da doğa, insan, sevgi ve yaşama dair şiir,
makale, deneme, fotoğraf, belgesel vb. sanat değeri olan
sayfalar yayınlanmakta. İlkeleri doğrultusunda ödün
vermeksizin sürdürdüğü yayın yaşamında yakında yedi yılı
geride bırakacak olan Anafilya’nın okuru özendirici ne
gibi yeni projeleri var?
— Bu soruyu aslında Dr. Halit Umar yanıtlamalı… Sayın
Umar Anafilya’nın kurucusudur. Bu yaşına ulaşmasında
emeği geçen insandır. Okurun ilgisi, güveni ve desteğini
de unutmamak gerekir. Dergi, gelişen düşüncelere paralel
olarak kendisini yenilemektedir. Kuşkusuz bu,
izleyicilerin görüş ve önerileri doğrultusunda yayın
kurulunun çalışmalarıyla gerçekleşmektedir. Anafilya’nın
yayın ilkeleri “Ana sayfa”da belirtilmiştir ve
ilkelerden ödün verilmesi düşünülemez. Zaten Anafilya’yı
benzerleri karşısında farklı kılan da ilkelerdir.
Anafilya bir okul, bir kütüphane, bir dost durağı, bir
sığınaktır okur için.
Yeni projeleri tek tek saymak yerine, okurun bilgi ve
belleğini tazeleyecek her yeni girişim özenle uygulamaya
konulmaktadır diyelim.
— Edebi anlatımda dilin kullanımı açısından temel
bilgi son derece önemli. Sevgili Dr. M. Halit Umar’ın
tarafıma ilettiği öneri ve örneklerde bunu daha iyi
anladım. Fakat bir gerçek var ki bir çoğumuz dil
kullanımının temel dil bilgisi ile bağıntılı olduğu
gerçeğinden uzak durarak ısrarla, inatla, yazmaya devam
ediyoruz.
— Türkçemiz duygu ve düşüncelerin anlatımında eşsiz
zenginliğe sahip bir dildir. Roman, öykü dili farklıdır.
Şiir farklıdır. Yani edebiyat dili farklıdır, konuşma
dili farklıdır. Bir de haber dili vardır. O da
farklıdır. Konuşulduğu gibi yazmak habercilerin işidir.
Anlatım diliyle okumak yine habercilerin işidir.
Edebiyat ise yazarların işidir. Özel donanım gerektirir.
Özneyi tümleci yüklemi yerli yerine oturtmak,
sözcüklerin vurgularını yerinde ve zamanında kullanmak
dilin temel ilkeleridir. Dil basit tanımıyla insanların
haberleşmesini sağlayan önemli bir araçtır. Konuşarak,
yazarak dili doğru kullanmayı öğreniyoruz. Önemli olan
yanlışları düzelterek, doğrusunu öğrenerek yazmak,
okumaktır.
— İçerik ve anlatım üzerine değişik görüşler var.
Belirleyici edebi/sanatsal temel öğe içerik mi, anlatım
mı sizce?
İçerik yazının özüdür. Anlatım içeriğe şeklini biçimini
verir. Bir yazının edebi olabilmesi için, içerik
dışındaki öğelerin tam olması gerekir.
Yazma tekniği estetik, konu ve dilidir. Konu öyle bir
üslupla anlatılmalı ki sarsın, akıldan çıkmasın. Anlatım
yani dil, içeriği güçlendirir konuya egemen olur.
Anlatılan ne olursa olsun, asıl olan içeriğini
anlatabilme yetisidir. Yazar okuru düşünmeli, ona konuyu
anlaşılır, biçimsel ölçülerde vermelidir. İçerik,
anlatım yoluyla farklı alanlara taşınabilir, sevimli ya
da sevimsiz olabilir. Buna yazar yön vermelidir.
Diyelim ki yemek pişiriyoruz, tuzu fazla koysak yenmez.
Tuzsuz olsa yine yenmez. Usta ahçı, tadı tuzu
ayarlayabilmelidir. Hani denir ya ektiğim nohut biçtiğim
nohut kentte leblebi olmuş!
İşte öyle bir şeydir içerik-anlatım ilişkisi…
— Şiir için tarifi olmayan bir yazın türü olduğu
söyleniyor. Şiir gerçekten tanımsız bir sanat mıdır?
— Ali Canip, Türk Edebiyatı Antolojisi (İst. Devlet
Matbaası,1931) kitabında şiiri şöyle tanımlıyor:
“İki satır sözün her birindeki sükûn (durma,
durgunluk) ve harekâtın (devinimin) müsavi
(eşit, denk) olmasından ibarettir.”
Şiir en basit söylemle, dilin anlam, ses ve ritim
öğelerini belli düzen içinde, konu hâkimiyetini
kaçırmadan iletmektir okura. Şiir, duygusal ve düşünsel
anlatımı yoğunlaşmış ve damıtılmış bir yazın türüdür
bence. Şiirde dil, yalnızca bir iletişim aracı olmakla
kalmaz, başlı başına sanatsal bir amaca dönüşür. Yine de
şiirin hem genel ve kapsayıcı hem anlamlı bir tanımını
yapmak kolay değildir.
Bence şiir bir dize kurma sanatıdır. Anlam dizelerde
yatar. Yukarıda da değindiğim gibi, şiirsel dille
gündelik konuşma dili arasında kesin bir ayrım vardır.
— Şiir yazmanın olmazsa olmaz koşulu nedir?
— Önce şair olmadığımı, bu konuda söz sahibi hiç
olmadığımı söylemeliyim. Ben belli bir bilgi birikimini
aktaran, bunu yaparken de ilkeleri gözetmeye özen
göstermek durumundayım.
Kaynaklar Türk şiirinin özde ve biçimde bazı temel
özelliklerinin olduğunu belirtiyor. Nedir bunlar?
Önce şair didaktizmin sınırlarını aşabilmeli. Yalın
Türkçeyi şiir dili düzeyine yükseltebilmeli. Özde ve
biçimde içtenlik, duruluk, pürüzsüzlük olmalı.
Hece şairleri, dize şairleri gibi tanımlamalar vardır
şiirimizde. İlerici toplumcu şairlerden söz edilir. Ben
etken, başkaldırıcı vurgular ararım şiirde. Toplumsal
temalar işleyen toplumsal bilinç ve duyarlıkla eğilen,
güncel, kavgacı şiir örneklerini severim.
Yine bence şiirde önde giden koşul dilde ve anlatımda
damıtık olanı seçmektir.
— Anafilya, bizim için bir okuldan farksız. Her
sayısında aydınlanıyor, yeni bir ufka yelken açıyoruz.
Demokrasi ve laiklik ilkeleri, aydınlanmacı çizgisinden
sapma da olmadı. Denebilir ki zaman içinde boyutları
genişledi. Sanal ortamda yayımlanan Türkçe edebiyat
dergilerine güzel bir örnek. Gerek okuru gerekse
katılımcısı olarak Anafilya konusunda bize söylemek
istediğiniz, bilmediğimiz ama öğrenmemizde yarar olan
konular nelerdir?
— Değerli dost Dr. Halit Umar, geçtiğimiz yıl 4,üncüsünü
birlikte düzenlediğimiz “Kuşadası Öykü ve Şiir Günleri”
kapsamında Anafilya’yı tanıtan kapsamlı bir konuşma
yapmıştı. Aklımda kalanlar şöyle:
Anafilya, yurtdışında doğup büyüyen üçüncü kuşak Türk
çocuklarını öncelikle yabancı dil baskısından kurtarmak,
sonra da ana dilleri olan bağlarını güçlendirmek
amacıyla yapılandı. Anadilini doğru düzgün konuşamayan,
bunu yazıda ve okumada kullanamayan çocuğun kökleriyle
organik bağlarının kesilerek asimilasyona uğrayacağı
gerçeği karşısında Anafilya bir görev üstlendi. Bu
doğrultuda önce Anafilya sanal dergisi ardından da
Anafilya Vakfı yaşama geçirildi.
Anafilya sanal dergisi, yedi yıldır Avrupa’daki Türk
toplumu ve anavatana yönelik Türkçe, edebiyat, kültür ve
sanat hizmeti sunmaktadır. Ulaştığı bu noktada en önemli
özelliği okurla birliktelik, paylaşımcılıktır.
Rotterdamlı büyük düşünür Erasmus’un “Bütün yeryüzü
vatanındır” deyişi Anafilya’nın yayın sloganı. Bu
anlamda Anafilya, bütün yeryüzünü vatanı olarak gören ve
yaşayanların, insanlığa saygılı, başta çocuklar olmak
üzere herkese sevgiyle bakan, paylaşan ve paylaşımı
özendiren bir sanal düzlemdir.
Bu arada Anafilya’nın, büyük bir sabır ve özveriyle
gönüllü bir çalışma sergilemekte olduğu unutulmamalıdır.
Anafilya ailesinin bir bireyi olarak edebiyat, kültür ve
sanata katkıda bulunmaktan onurluyum, gururluyum.
— Selim Esen’in yazılarını severek okuyorum. Değindiği,
dikkat çektiği öyle konular var ki insanı düşünmeye
zorluyor. Ülkemizde sürekli gündeme getirilen türban ile
ilgili yazılarınızda laiklik ve demokrasi karşıtı büyük
bir tehlikeye ısrarla işaret ediyorsunuz. Türkiye
gerçekten tehdit altında mı?
—Ben gazeteci kökenliyim. Olaylara öncelikle haberci
kimliğimle bakıyorum. Toplum neye duyarlı, hangi konuda
aydınlatılmayı bekliyor sezebiliyorum. Anafilya’daki
yazılarımı bu temel üzerine kuruyorum. Gündemi
belirleyen ya da gündemden düşmeyen olayları ele
alıyorum.
Yazılarımda haber dili kullanırım. Kısa ve öz,
anlaşılır. “Ne? Nedir? Niçin? Nasıl? Nerede? ve Kim?”
sorularına yanıt arayan bir kurgu izlerim.
Atatürk ilkeleriyle büyüdüm. Cumhuriyetin kazanımlarına
yürekten bağlıyım. Kendimi her duyarlı Türk vatandaşı
gibi Cumhuriyetin temel ilkelerini korumak ve kollamakla
görevli görüyorum.
Anayasamızın vazgeçilemez ilkesi laiklik bugün tehdit
altındadır. Atatürk’ün çağdaş Türkiyesi’nden bugün
gelinen nokta gözler önündedir. 1923’te başı açık çağdaş
Türk kadını, 2008’de başı türbanlı kadın. Kamuda
dayatılan türban, camiye götürülen çocuklar,
lokantalarda içki yasakları, kadın ve erkeklerin ayrı
toplu taşıma araçlarına bindirilmeleri,
haremlik-selamlık toplantılar, çıkarcılık, avantacılık,
beleşçilik, yağmacılık, rüşvetçilik, avanta-suiistimal,
rüşvet-yağma, Devletin tepesinde türbanlı bir eş,
yurtdışında her geçen gün eriyen, yitip giden onurumuz…
Bütün bunlar koşar adımla din devletine gidildiği
izlenimini bırakmaktadır.
Evet, tehlike büyüktür.
Zor günler bekliyor bizi.
Bugün öncelikli görevimiz, cumhuriyetimizi dinci
görüşlerin egemenliğinden kurtarmak olmalıdır.
- Bu denli yoğunluğunuz arasında bana vakit
ayırdığınız için teşekkür ederim.
- Ben teşekkür ederim. |