29.09.2005 3.Kuşadası Öykü ve Şiir Günleri, Selim ESEN,
Belma ÖZGÜN,
Hüseyin GEÇEN

 

 
   
 

ÖYKÜ GÜVERCİNLERİ KUŞADASI’NDAN HAVALANDI

Ömer Lekesiz[1]

 

 

Yorgo adlı kitabıyla 1965 Sait Faik Armağanı’nı (Kamuran Şipal’le paylaşmalı olarak) kazandığı ve yakın geçmişte (1980’de) vefat ettiği halde çabuk unutulan öykücü Mahmut Özay, öğretmenliğinin son yıllarını, emeklilik dönemini yaşadığı Kuşadası’nda, Sultan Su-Selim Esen çiftinin özel çabaları, Kuşadası Belediye Başkanı Fuat Akdoğan’ın desteğiyle ilki 2004 yılında gerçekleşen “Öyküye ve Şiire Yolculuk” adlı etkinliklerde hayatına ve öykülerine ilişkin hazırlanan tebliğlerle tekrar gündeme geldi. Bu vesileyle, torunu Uğur Özay da o etkinliklerle eşzamanlı olarak dedesinin uzun süredir piyasada bulunmayan öykü kitaplarını yeniden yayınlamayı kendisine görev edindi.

Mahmut Özay, öykülerini Tireli Hafsa Hatun-Yıldırım Han Zevcesi (1946), O Mübarek Serviler (1950), Yorgo (1964), İhtiyar Elma Ağacı (1966), Babam Babam (1970) ve Deli Manda (1974) adlı kitaplarında toplamıştı. Özay'ın bu kitaplarındaki öykülerine ek olarak, kitaplarına girmemiş 7 öyküsünün de yer aldığı yeni kitabı “Deli Manda - Bütün Hikâyeleri” adıyla geçtiğimiz günlerde Yapı Kredi Yayınları arasından çıktı.

 

Mitsel Karakterler

Yazarın, O Mübarek Serviler başlığı altında yer alması gereken Efe, Deve Güreşi, Şanizade Ataullah, Mühürcü Hamdi Efendi gibi dört tarihi ve otobiyografik metni yeni kitaba alınmazken, Deli Manda başlığı altında yer verilen Kral Kızı Sofya, Afrodisyas Meleği, Yeşil Mağara ve Kuşdede adlı anı, anlatı, söylence metinlerine kitapta yer verilmiş. Elbette, Özay'ın öyküleri üstüne zihin yoranlar onun öykülerini, anılarından beslenen fıkralarını, mitsel karakter taşıyan anlatılarını, portre yazılarını tasnif etme gereği duyacaklardır. Fakat, kitabın bu emeği en aza indirecek şekilde sadece öyküler toplamından oluşması çok daha iyi olurdu.

 

Mahmut Özay’ın öyküleri:

Sohbet sadeliğiyle çocukluğa, eğitime, savaşa, köy ve kasaba hayatına, öğretmenlik mesleğine ve hayvanlara dair öyküler anlatan Özay, biraz da yaşadığı zor zamanların başkalarınca bilinmesini, onlardan bir ders çıkarılmasını sağlamak amacıyla, çoğu hikayenin içinde bizzat yer almayı seçmişti.

1909’da Manastır’da doğmuş, Balkan göçünü, savaşı yaşamış, Nazilli, Bozdoğan ve İzmir’deki eğitiminde, Kayseri, Söke, Aksaray, Merzifon, Aydın ve Kuşadası’ndaki öğretmenliğinde kasaba ve şehir hayatının güçlüklerine, ekonomik ve sosyal hayattaki sancılı değişmeye tanık olması, Özay'ı sanki başkalarının hayatını kolaylaştıracak anıların, tarihi tabloların ve ilginç olayların kaydını tutmaya sevketmişti.

Örneğin, Mevlana Ali Rıza Efendi öyküsünde, yerli çocuklarca “macur” sıfatıyla horlanan, tartaklanan, dışlanan göçmen çocuklarının, ebeveynlerinin koruma kaygısından korkular içinde tutsak hayatı yaşamalarını, eğitim döneminde yerli çocuklarla onları eşitleyen, öğrencileri arasında hiçbir ayrım yapmayan, hatta göçmen çocuklara daha sevecen, daha merhametli yaklaşan bir öğretmenin, minik yürekleri kazanışını, onlara öğretmene vefa ve öğrenme aşkını aşılayışını anlatmıştı.

Yol Boyunca, Teslim Bayrağı, Gelin Ablam, Kınalı Bozgununda, Doktor İlya öykülerinde, Balkan Savaşı'ndaki baskın korkusu, canı ve malı koruma telaşı, soygun, vurgun, kaçış, gömülmeden bırakılmış cesetler ve yardımlaşma konularını işlemiş, Deeh... Deh! Öyküsünde "Gavurluk, Müslümanlık toprağın üstündedir; bizim icadımızdır, hey oğul, (...) toprağın altına girince ne gavurluk kalır, ne Müslümanlık!. Hep kavgaların bir başı da bu ya!" sözleriyle savaşın nedenlerini dolaylı olarak özetlerken, çocuğun, "Doktor İlya'nın babama verdiği büyük paketleri açtık. Pamuk ve sargı bezlerinin, ilaç kutularının, şişelerin üzerinde (Kızılhaç) vardı; ağabeylerim onları karaladılar." sözleriyle de kültürel farkın beslediği hınç ve düşmanlığı vurgulamıştı.

O Mübarek Serviler'de minarelerle, servilerin birer simgeye dönüşerek düşmana nasıl rahatsızlık verdiğini, özgürlüğün ve toprak adiyyetinin anıtları olarak servilerin kendilerini nasıl koruduklarını, direniş duygusunu nasıl beslediklerini işlerken, İnanç öyküsünde öğrencilere tarih bilincinin işlenmesini, Yorgo'da sanatkar bir esirin, milliyetçi bir çocuğun suçlamaları karşısındaki acizliğini vermişti.

Vazifeye Müdahale, Papatyalar Açarken, İhtiyar Elma Ağacı, Nerden Tanıyacağım Ben Sana, Bir Soygun, Geçen Seneki (Yılki) Gibi, Mıstafendi, Şemsiyeler, Bu Böyledir İşte Bey, Temizlik Ekibi, Hazırlık, Çile Bülbülüm Çile, Rayko, Kütükler öykülerinde savaş sonrasındaki sosyo-kültürel değişimi, kasabalardaki kaba-saba resmi yapılaşmayı, yeni ulaşım hizmetlerini, makinalaşmayı izleyen değişmeleri öykülemiş, onlarda üzüntüleri, küçük sevinçleri, aşk acısını, sefaleti, hayat sevgisini, mizahı, dayanışmayı, köşe dönmeciliği, devlet/memur baskısını, aydın tutumunu, rutinleşen törenleri, taşra bürokratlarının sıkıntılarını iç içe sunmuştu.

                                       

Özgür Eşek Ahırı Özler

Ben Beni Nidem öyküsünde, Malatya il merkezinde, barınma güçlüğü çeken dört öğretmene halkın olumsuz bakışıyla birlikte, onların kendi dar bütçeleriyle yardım etmeye çalıştıkları yoksul bir ailenin dramını, Azadlı öyküsünde sakatlandığı için serbest bırakılan bir eşeğin, alıştığı ahır ortamını özgürlüğe tercih edişini, merhametsiz, sorumsuz insanların elinde ölümünü, Deli Manda öyküsünde bağımsızlık imgesi, emperyalizme muhalefet çevresinde genç bir mandanın, ihraç edilmek üzere gemiye yüklenirken vinçten kurtulup kaçışını ve öldürülerek durduruluşunu anlatmıştı.

Bu birkaç örnekten anlaşılan odur ki, Mahmut Özay'ın, İkinci Meşrutiyet'in ilan edildiği yıl doğan, bebeklikten çocukluğa geçerken Balkan Savaşları'na ve Anadolu'ya göçe, çocukluktan ergenliğe geçerken Birinci Dünya Savaşı'na, ergenliğinde ise Kurtuluş Savaşına, Cumhuriyet idaresinin yapılanma yıllarında aydın, vatansever, geleneklerine, inancına bağlı bir öğretmen olarak savaşın yaralarını yeni yeni saran Anadolu'daki yoksulluğa, rızık kaygısından doğan göçlere, sömürüye, kültürel değişime, haksızlıklara, tanık olması onda, yaşadıklarını başkalarıyla öykü üstünden paylaşma arzusu doğurmuştur. O, tüm bunları, adına tecrübe dediğimiz damıtılmış, içselleştirilmiş, hakça bir insanlık anlayışı çevresinde, sanatsal kaygıları da gözeterek birer hayat tablosu, birer ibret vesikası olarak sunmuş, böylelikle geçmişin edebi birikimiyle, geleceğin edebiyatına yön verme çabası içinde olmuştur.

Görülen odur ki, dedesinin öykülerini derleyen Uğur Özay'la, o öyküleri bir kitapta toplayan Yapı Kredi Yayınları Mahmut Özay'a vefa ve Türk öykücülüğüne hizmet adına üstlerine düşeni fazlasıyla yapmışlar, öykü güvercinlerini Kuşadası'ndan havalandırmışlardır.

Şimdi görev sırası has okurlardadır.

 

[1] Yeni Şafak Gazetesi, 05.09.2007