Ankara Kitap Fuarı'nda, Nisan 2011

 
   
 

ANKARA’NIN TARİHSEL DOKUSUNDA YOLCULUK’

Selim Esen’le ‘Açık Çekmece’yi konuştuk

Gülseren Engin[1]

 

 

Gülseren Engin: Cemal Süreya’nın “Ey Ankara / Ey iyi kalpli üvey ana…” diye tanımladığı Ankara hakkında yazdığınız ve anılarınızla harmanladığınız “Açık Çekmece” adlı kitabınız Evrensel Yayınları’ndan 2010 yılının son aylarında yayımlandı. Siz de biliyorsunuz Ankara hakkında bu güne dek pek çok kitap yazıldı. Sizi bu kitabı yazmaya iten nedenleri bize anlatır mısınız?

 

Selim Esen: Kuşkusuz çok kitap yayımlandı Ankara hakkında… Kimi doğrudan anı, kimi roman, kimisi de anı/roman formatında. Anı/biyografi de deniliyor. Her ne kadar kitabın üzerinde “Anı-Biyografi” yazıyorsa da benim yazdıklarım bir belgeseldir. Bir cumhuriyet yaşayanı olarak Ankara’da hayata gözlerimi açtım. 68 yılım burada geçti. Hemen her kaldırım taşına ayak basmışımdır. Dolu dolu solumuşumdur ilkbaharını, yazını ve kışını. Burası Cumhuriyeti kuran şehirdir. Kuruluşu hazırlayanlar burada yaşamışlardır. Aydınları ve bilim adamlarının yanı sıra sanat kültür adamlarına da ev sahipliği yapmıştır Ankara.

Eee, bir yandan böyle bir kentte yaşayan bir Ankaralı olmak öte yandan, başkent unvanını taşıyan bir kentin inanılmaz yaşamı, ister istemez insanı kendi penceresinden, değişik bir bakış açısıyla yazmaya zorluyor.

 

GE: Son yıllarda kentlerle ilgili diziler hazırlandı, hazırlanmakta… Kuşkusuz kentleri orada yaşamış yazarların aynasından tanımak çok güzel ve anlamlı… Ancak kentlerin, içinde yaşayanlardan bağımsız, onların kısacık yaşamlarının öncesini ve sonrasını kapsayan tarihleri var. Bir kenti tanımak için kuşkusuz bu tarihi de bilmek gerek. Resmi tarih olarak bize sunulanlar ne yazık ki yetersiz kalıyor. Bu yüzden ben kişilerin anılarını yazmalarını, günlük tutmalarını çok önemsiyorum. Hepimiz aslında farkında olmadan yaşadığımız tarihe tanıklık ediyoruz. Bunu yazmak, tarihi belgelemektir. Resmi tarihin dışına ancak böyle çıkılabilir. Hatta resmi tarih ancak bu belgeler ve kitaplarla doğrulanabilir. Bu yüzden böyle kitaplar çok önemli. Yazar olsun, olmasın her insanın günlük tutmasını ya da anılarını yazmasını/yazdırmasını diliyorum ben. Keşke… Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

 

SE: Tabii günlük tutmadan, bir koltuk kitaplığına sahip olmadan tarihe tanıklık edilemez. Şöyle düşünüyorum:

İnsan yaşamı kentle iç içe. İnsan yaşamı yıllar içinde değişirken ve gelişirken yaşadığı kenti de değiştiriyor, geliştiriyor. Burada eski binayı yık, yenisini dik; şu bakanlığı al öte yana götür demek istemiyorum. Alışkanlıklar değişiyor, yaşam biçimi değişiyor. Eski binaların kullanım amaçları farklılaşıyor. Böyle bir süreçten geçtiyseniz tarihe tanıklık etmiş oluyorsunuz. Yazıya dökerseniz, tarihi belgelemiş oluyorsunuz. Yok, eğer o kentte yaşamış bir okuyucu iseniz kendinizi yazılanlarla özdeşleştiriyor, hoş bir gülümsemeyle sayfaları çeviriyorsunuz.  “Neydi o günler…” diyorsunuz. “Nostalji” denilen kavram sizi geriye, eskilere doğru bir yolculuğa çıkarıyor. O rüzgârla kent içinde savruluyorsunuz.

 

GE: Siz de bu kitapla hem Ankara’nın yirmi yıllık bir dönemini (1943–1963) anlatıyor, hem de önemli olayların altını çiziyorsunuz. Bu konuda bir araştırma yaptığınız, belgelere dayandığınız anlaşılıyor. Kitaba başlamadan önce nasıl bir hazırlık dönemi geçirdiniz?

 

SE: Önce, ben yirmi yılda yaşanan her olayı dile getirmedim. Bende iz bırakan olaylardan kısa kısa söz ettim. Dediğim gibi, günlük tutmadan, bir koltuk kitaplığına sahip olmadan böyle bir kitaba soyunulmaz… Oldukça iyi bir arşive sahip olduğum söylenebilir. Ailemden kalanları iyi muhafaza ettim. Bir bakıma bu kitabı yazmaya da onları karıştırırken karar vermiştim. Yaşadığım çevreyi, ailemi, ortamı, arkadaşlarımı, dostlarımı, dolaştığım yerleri yanıma aldım; kentin tarihsel dokusu içinde yolculuğa çıktım.

 

GE: Ankara’nın tarihini anlatırken onun sanat tarihine de eğilmiş, Ankara’nın bağrından çıkan sanatçı ve edebiyatçıları anlatmışsınız. Araya serpiştirdiğiniz şiirler kitaba ayrı bir güzellik vermiş. Kutlarım sizi. Şiirle ilginiz nedir?

 

SE: Şiir, eğer sizi okumaya davet ediyorsa şiir’dir. Yani ilk satır ikincisine yöneltecekse devam edersiniz. Bir mesaj vermelidir. Yaygın bir kanı vardır: Herkes kendince şairdir. Öyledir de her şiir yazan şair değildir. Okul sıralarından edinmiştim şiir okuma alışkanlığını. Yazmayı bir iki kez denedim, bir yerlerde duruyor. Kendimi bu konuda yeterli ve becerikli bulmadım hiçbir zaman, ama şiir eleştirebiliyorum. Uzun süre www.anafilya.org adlı sanal edebiyat sitesinin şiir eleştirmenliği görevini sürdürdüm. Şairleri üç sınıfa ayırırım: Büyük şair, birinci sınıf şair ve şair olma heveslisi şair.

 

GE: Ankara’nın yirmi yıllık dönemini kendi çocukluğunuz ve gençliğinizi anlatarak harmanlamışsınız. Çok güzel, rahat, akıcı bir anlatımınız var. Diliniz sade ve temiz. Bu yüzden tarihi olayları anlatırken bile okuru sıkmıyorsunuz. Yer yer bir roman içinde gezinir gibi okuyoruz kitabınızı… Belli ki “yazar kumaşınız” var. Daha önce edebiyat çalışmalarınız oldu mu? Şimdiye kadar nerelerdeydiniz? Neler yaptınız?

 

SE: Uzmanlık alanım olan Radyo-Televizyon Haberciliği ve televizyon yapım tekniklerine ilişkin kitaplarım var. Bu konuda dersler verdim. TRT Haber Merkezi’nde, Radyo Televizyon Yüksek Kurulu’nda ve Anadolu Ajansı’nda gazetecilik mesleğine ilişkin görevlerde bulundum. Bu konuda sayısız yazılarım var. Emekli olduktan sonra bir süre Türkiye Gaziler Vakfının Genel Başkanlığına getirildim -Asker değilim. Kıbrıs Barış Harekâtı’nı TRT adına izlediğim için ‘Gazi’ unvanı verildi- ve “İlk Hedef” isimli bir dergi çıkarttım. Kültür-sanat ağırlıklı bir dergiydi. Sanırım edebiyata ilk adımımı böyle atmıştım. Sonra eşim Sultan Su, yaz aylarını geçirdiğimiz Kuşadası’nda “Öykü ve Şiir Günleri” düzenleyelim dediğinde Adalıları kültür-sanatla buluşturmanın kutsal bir görev olacağını düşünmüştüm. 2004 yılında başladığımız “Kuşadası’nda Öykü ve Şiir Günleri”ni 2009 yılına kadar sürdürdük. Yakından tanık olmuştunuz, etkinlikleri birer kitapla taçlandırdık; “Kuşadası’nda Öykü’ye ve Şiir’e Yolculuk”. Hepside kütüphanelerde bulabileceğiniz edebi birer eserdir. Kuşadası’nda günlük bir gazeteye haftada bir siyasi içerikli yazı yazıyorum. Kimi edebiyat dergilerine de fırsat buldukça yazı gönderiyorum.

 

GE: “Açık Çekmece”, adı üstünde henüz kapanmamış bir çekmece… İçinde kimbilir daha neler var? 1960’dan sonraki dönemleri de anlatmayı düşünüyor musunuz?

 

SE: Evet, kapanmadı çekmece… Hazırlıklarım var, devam etmeyi düşünüyorum. Bakalım günler ne gösterecek!

 

GE: Bu kitabınız, başka kitaplarınızın da geleceği konusunda umutlandırıyor beni. Yeni kitap çalışmalarınız var mı? Ne tür kitaplar olacak bunlar?

 

SE: Yaklaşık bir yıldır yine anı/belgesel türünde bir yapıt üzerinde çalışıyorum. Konu: 1966-1980 arasında TRT Haber Merkezi… Kimler vardı, kimler yoktu. Ne yaptılar, ne yapmadılar; Haberler yanlımıydı, tarafsız mıydı? Gelen genel müdürlerin katkısı ne oldu? TRT toplumun beklentilerini karşılayabildi mi? Olayların sarmalında anlatmaya çalışıyorum. Umarım yıl sona ermeden okuyucu ile buluşur.

 

GE: Teşekkür ederim.

 

SE: Ben teşekkür ederim.


 

[1] Cumhuriyet Kitap Eki, 25 Ağustos 2011.