01.06.2010, SSK Sitesi-Kuşadası, Leyla Ergin, Sultan Su Esen ve Ferit Ergin'le

 
   
 

28 ŞUBATI GEÇTİĞİMİZ ŞU GÜNLERDE…

                Bir karar ki belleklerde yer etti… Savcılar ve Hâkimler Yüksek Kurulu’nun 17 Şubat 2010 tarihli kararı gibi Cumhuriyet tarihinde bir ilkti bu… Yorumunu siz okuyucuya bırakarak olanları özet olarak yineleyelim:

12 Eylül Darbesi’nin ortaya koyduğu siyasetin etkisiyle, sağ partiler giderek güçlendi ve bunun sonucu olarak Refah Partisi 1995 Genel Seçimlerinde birinci parti oldu. Ama Anayasa Mahkemesi, 1966 yılı seçimlerinin ardından kurulan DYP-ANAP koalisyon hükümetinin TBMM’deki güven oylaması hakkında hukuksal inceleme yapması için Refah Partisi’nin yaptığı başvuruyu haklı gördü, güven oylamasını geçersiz saydı. Bunun üzerine hükümet dağıldı, bu defa, Refah Partisi ile DYP arasında 54. Hükümet, yani Refahyol hükümeti kuruldu. Tansu Çiller’in başında olduğu DYP ile Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi 8 Temmuz 1996’da TBMM’de yapılan oylamada güvenoyu almayı başardı. Başbakanlık koltuğuna Erbakan oturdu.

Erbakan siyasal yaşamında üç parti kurdu. 1970 yılında kurduğu Nizam Partisi ile 1983 doğumlu Refah Partisi Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. 1973’de kurulan Milli Selamet Partisi ise 12 Eylül’ün gadrine uğradı.

Neyse,

Başbakan Erbakan ayağının tozuyla daha sonra siyasi yaşamına son verecek olan yolculuğunun ilk adımlarını atmaya başladı.

2-7 Ekim 1996 tarihleri arasında sırasıyla Mısır, Libya ve Nijerya’yı ziyaret etti. Libya’da, Kaddafi’nin Trablusgarp çölünün ortasındaki çadırına konuk oldu. Görüşme sona erdiğinde ilk açıklamayı Libya lideri yaptı:

“Türkiye’nin geleceği NATO üyesi olmakta, Kürtlere eziyet çektirmekte değildir. Ortadoğu’daki güneşin altında Kürt milleti de yerini almalıdır. Kürdistan kurulmalıdır. Ayrıca Türkiye’nin uyguladığı dış politikadan genel olarak memnun değiliz. Çünkü düşmanımız olan Siyonist İsrail’le ilişki içindesiniz. Türkiye iradesini kaybetmiştir, işgal altındadır.”

Basın mensupları ve Türk heyeti Kaddafi’nin açıkça Türkiye’yi aşağılayan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı fırçalayan konuşmasına gereken yanıtı vermesini beklerken Erbakan şu karşılığı verdi:

“Libya ile Türkiye kardeş ülkedir. Teröristler bilhassa Kürt kardeşlerimizi katlediyor. Bunların temel zihniyeti ateist ve komünist zihniyettir. Kökleri dış kaynaklıdır.”

Vay vay vayyy…

Libya faciası Türk basının gündemine bomba gibi düştü. Günlerce gündemin ilk sırasındaki yerini korudu. Tam unutulmaya yüz tutmuştu ki, 3 Kasım 1996 günü Susurluk’ta meydana gelen bir trafik kazasında mafya-siyasetçi-polis ilişkileri açığa çıktı. Basın mensupları Erbakan’a kaza konusunda ne düşündüğünü sorduklarında Başbakan’ın herkesi hayretler içinde bırakan yanıtı şu oldu:

“Faso fiso…”

Susurluk kazası ile Türkiye’de kirli çamaşırların yollara döküldüğüne inan toplum, lambalarını yakıp söndürerek ülkenin geldiği noktayı protesto etmeye başladı. Eylemin adına “Aydınlık için bir dakika karanlık” adı verildi. Bu toplumsal eylemi Refahyol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan şöyle değerlendirdi:

“Mum söndü oynuyorlar.”

Derken 10 Kasım günü geldi çattı… Atatürk anılacaktı. Her yıl olduğu gibi Türkiye’nin dört bir köşesinde görkemli törenler düzenlendi. Her yerde Atatürk ilke ve devrimlerinin Cumhuriyetimizin temel taşları olduğu vurgulandı. Kayseri’de de bir etkinlik vardı…

Kayseri’nin Refah Partili Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, Partisinin 10 Kasım 1996 gününe denk gelen İl Divanı Toplantısında kürsüye çıktı, Türkiye’de henüz gerçek demokrasinin olmadığını, hâkim güçlerin herkesi kendi görüşleri doğrultusunda hareket etmeye zorladığını söyledi. Konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim nedeniyle bugün törene katıldım. Belki başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. Ey Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur.”

Karatepe’nin şeriat özlemini adeta haykırdığı konuşmasının üzerinden 31 gün geçmişti ki, 11 Ocak 1997 Cumartesi günü, Kayseri İl Başkanıyla aynı görüşleri paylaşan Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık konutunda tarikat liderleri ile şeyhlere iftar yemeği verdi. Bu da Cumhuriyet tarihinde bir ilkti. Ortam geriliyordu. Toplumun tüm kesimleri gergindi, ama iktidar ortağı Refah Partisi yoluna devam ediyordu. İşin ilginç yanı ortak Doğruyol Partisi’nin çıtı çıkmıyordu…

Bu kez meydanı boş bulan Refah Partili Sincan Belediyesi, 30 Ocak 1997 günü “Kudüs gecesi” düzenledi. Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile onur konuğu İran Büyükelçisi yan yana, salonu dolduranlar da harem selamlık düzeninde, sahnelenen ‘cihad’ oyununu izlediler. Bu arada konuyu, görevli olduğu yayın organı için izlemeye çalışan Star muhabiri Işın Gürel başı açık olduğu gerekçesiyle saldırıya uğradı, salon dışına çıkarıldı.

 Bekir Yıldız’ın tutuklanmasıyla olayın yatışacağı sanılırken, 5 Şubat günü, Sincan’da hiç alışılmadık bir başka olay yaşandı: Beldenin merkezinden 20 tank ve 15 zırhlı araç geçti.

Beklenmedik şeyler oluyordu…

5 Şubat günü Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Erbakan’a üst üste birkaç mektup gönderirken, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, “İrtica, PKK’dan daha tehlikelidir” açıklamasını yaptı. Bir kuvvet komutanı ülkenin tehlike içinde olduğunu söylüyordu. Anlaşılan asker de huzursuzdu.

MGK, 28 Şubat günü Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında Çankaya Köşkü’nde toplandı. 9 saat sürdü toplantı. Başbakan ve MGK’nın sivil üyeleri Köşk’ten ayrılırken, yüzleri asıktı. Bir satır halinde açıklanan bildiride, “laikliğin Türkiye’de demokrasi ve hukukun teminatı olduğu”na vurgu yapıldı, diğer konulara değinilmedi. Başbakan Necmettin Erbakan’ın uzun süre imzalamakta direndiği fakat sonunda imzalamak zorunda kaldığı asıl metin daha sonra açıklanacak ve adına ‘28 Şubat Kararları’ denecekti.

Kararları, bugün Cumhurbaşkanı olan zamanın Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Abdullah Gül açıklamadı ama gazeteler, “28 Şubat 1997’deki MGK kararları hükümete bildirildi” başlığı altında sıraladılar:

“Laiklik için yasaların uygulanması istendi, tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB’e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran kursları denetlenmeli, Tevhid-i Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı.”

Refahyol macerası bir başka deyişle, şeriatın ayak seslerinin yükseldiği bir dönem Erbakan’ın istifası, Cumhurbaşkanı Demirel’in hükümeti kurma görevini Tansu Çiller yerine ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a vermesi, ANASOL-D hükümetinin kurulmasıyla sonuçlandı. 21 Mayıs’ta Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, “Ülkeyi iç savaşa sürüklediği” iddiasıyla Refah Partisi’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

“Postmodern darbe” ya da “Demokrasiye balans ayarı” biçiminde değerlendirilen 28 Şubat kararlarının, 13 yıl sonra bugün yaşadıklarımızla örtüştüğünü görmekteyiz. Öyleyse, laik Cumhuriyet düşmanlarının ders almamakta direndiklerini söyleyebiliriz.

Acaba tarih, gerçekten tekerrürden mi ibaret!