07.09.2007, 4.Kuşadası Öykü ve Şiir Günleri katılımcılarıyla

 
   
 

DİCLE, ATALAY, CİHANER

 

 

Yargının nasıl ve nerede siyasallaştığını, bir tarafta, aylardır Silivri’de haklarındaki suç iddiasının ne olduğunu bekleyen Cumhuriyet ilkelerine inanmış insanların çaresizliğini izleyerek öte yandan, Deniz Feneri olayında Alman yargısının somut kararı karşısında Türkiye’de elini kolunu sallayarak gezinenleri görerek anladık. Ama şu son günlerde yaşananlar sanki kör gözün parmağına misali yargının, siyasallaşmanın da ötesinde toplum karşısında ne yazık ki önemli bir tehlikeye dönüştüğüne işaret ediyor. Nasıl derseniz:

Hatırlayacaksınız…

Geçtiğimiz Aralık ayında Diyarbakır’da gerçekleştirilen, PKK’nın gizli şehir yapılanması, Kürdistan Toplulukları Birliği Türkiye Meclisi (KCK/TM) operasyonu kapsamında hâkim karşısına çıkan eski DEP milletvekili Hatip Dicle şöyle konuşmuştu:

“Diyarbakırlıyım ve bir Kürdüm. Bu bölgede yaşamaktayım. 35 yıldan bu yana legal alanda siyaset yapmaktayım. Öğrenciliğimden beri Kürt olmamdan dolayı ötekileştirildiğimi fark ettim. Dilimi kullanamadım, bununla ilgili legal alanda faaliyet yürüttüm. Öğrenci derneklerinde, insan hakları derneklerinde, meslek odalarında yöneticilik yaptım. Bir dönem parti genel başkanlığı ve milletvekilliği yaptım. 10.5 yıl hapis cezası çektim. Sıkıyönetim ve DGM’lerde yargılandım. Bu 35 yıllık sürecin hem tanığı, hem sanığı, hem de mağduruyum. Bu süreç bu aşamada sorgulanmaya başlamıştır. Süreç sona erdiğinde, diğer ülkelerde yaşandığı gibi mağduriyetimden dolayı davacı olacağım.”

Hatip Dicle ifadesinde, bölücü başı Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine 19 Ekim’de Kandil ve Mahmur’dan yola çıkarak Habur’dan giriş yapan 34 PKK’lının gelişine ilişkin de şok bir iddia ortaya atmıştı:

“15 Ekim 2009 tarihinde DTP Genel Başkanı Ahmet Türk beraberindeki bir heyetle birlikte İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı ziyaret etti. Ziyarette 4 gün sonra 19 Ekim’de Mahmur ve Kandil’den grupların geleceği, bunların tutuklanmayıp serbest bırakılması durumunda dağdan inişin hızlanacağı, dağa çıkışın da duracağı bildirildi. İçişleri Bakanı da bu heyete ‘Konuyla ilgileniyorum. Müsteşarımı Diyarbakır’a gönderdim. Hâkim ve savcılar ayarlandı, geldikleri gibi geçecekler’ dedi. Bu aşamada 4 gün sonra Silopi’den gelen 8 kişi, ‘Biz gerillayız. Önder Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile barış için geldik’ dedi ve bunlar sürecin olumlu sonuçlanması için gerektiği gibi tutuklanmayıp serbest bırakıldı.”

Ortalık karıştı… Yalanın bini bin para demeçler, açıklamalar yağdı…

Ahmet Türk, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile aralarında geçtiği iddia edilen diyalogu yalanlamadı. Kandil ve Mahmur’dan o tarihte gelecek gruplar hakkında beraberindeki bir heyet ile beraber İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı ziyaret ettiklerini hatırlatarak,

“Gelecek olan gruba olumlu yaklaşımın, açılımın seyri açısından olumlu olacağını Sayın İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a ilettik. Sayın Atalay’da bu konuda ellerinden geleni yapacaklarını söyledi” dedi.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay ise, kapatılan DEP’in Diyarbakır eski Milletvekili Hatip Dicle’nin tutuklandığı mahkemedeki ifadesindeki, ‘Kandil ve Mahmur Kampı’ndan gelen 34 PKK’lının Habur Sınır Kapısı’ndan geçişleri’ ile ilgili sözlerinin doğru olmadığını söyledi.

Kamuoyunun gözünün önünde yaşananlar Hatip Dicle’yi haklı çıkarıyordu. Televizyon ekranından yansıyanlar gerçeğin ta kendisiydi. PKK için savaşan komutanlar, vatanın birlik ve beraberliği konusunda ödün vermeyen aydınlar, tarafsız gazeteciler gece yarısı baskınlarıyla tutuklanıp yargıç önüne taşınırken; yargıç, Devlete kurşun sıkanların ayağına gitmişti. Atatürkçü düşünceyi koruyan ve kollayanlar sindirilirken PKK’lılar serbest bırakılmıştı. Gerekçe ise çok ama çok komikti: “PKK’lının teslim olmasına gerek yok. Kendi iradesiyle gelmesi pişmanlık ifadesidir. Pişman olan neden tutuklansın ki!...”

Haydaaa…

Habur’da çadır mahkemesi kurulmasına önayak olan İçişleri Bakanı’nın “ayarladığı” Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak 20 Şubat günü yaklaşık bu ifadeyi kullandı.

Tarikatları soruşturmaya kalkışınca başına gelenleri 32 kısım tekmili birden izlediğimiz Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in tutuklanması ise yargının siyasallaştığının son ve en güçlü kanıtı oldu.

 Adı üstünde Cumhuriyet Başsavcısı, yani, Cumhuriyetin varlığına göz dikenleri bu toplumdan arındıracak kişi… Bu görevde birisi hapse atılıyor…

Peki, ‘Balyoz’ adı verilen operasyonda tutuklanan Ordu Komutanı Orgenerallere, Oramirallere ne diyelim… Korkuyla, şaşkınlıkla, hayretle izliyoruz. Ve yarının Türkiye için çok geç olmamasını diliyoruz.