DİCLE, ATALAY, CİHANER
Yargının nasıl ve nerede siyasallaştığını, bir tarafta,
aylardır Silivri’de haklarındaki suç iddiasının ne
olduğunu bekleyen Cumhuriyet ilkelerine inanmış
insanların çaresizliğini izleyerek öte yandan, Deniz
Feneri olayında Alman yargısının somut kararı karşısında
Türkiye’de elini kolunu sallayarak gezinenleri görerek
anladık. Ama şu son günlerde yaşananlar sanki kör gözün
parmağına misali yargının, siyasallaşmanın da ötesinde
toplum karşısında ne yazık ki önemli bir tehlikeye
dönüştüğüne işaret ediyor. Nasıl derseniz:
Hatırlayacaksınız…
Geçtiğimiz Aralık ayında Diyarbakır’da gerçekleştirilen,
PKK’nın gizli şehir yapılanması, Kürdistan Toplulukları
Birliği Türkiye Meclisi (KCK/TM) operasyonu kapsamında
hâkim karşısına çıkan eski DEP milletvekili Hatip Dicle
şöyle konuşmuştu:
“Diyarbakırlıyım ve bir Kürdüm. Bu bölgede yaşamaktayım.
35 yıldan bu yana legal alanda siyaset yapmaktayım.
Öğrenciliğimden beri Kürt olmamdan dolayı
ötekileştirildiğimi fark ettim. Dilimi kullanamadım,
bununla ilgili legal alanda faaliyet yürüttüm. Öğrenci
derneklerinde, insan hakları derneklerinde, meslek
odalarında yöneticilik yaptım. Bir dönem parti genel
başkanlığı ve milletvekilliği yaptım. 10.5 yıl hapis
cezası çektim. Sıkıyönetim ve DGM’lerde yargılandım. Bu
35 yıllık sürecin hem tanığı, hem sanığı, hem de
mağduruyum. Bu süreç bu aşamada sorgulanmaya
başlamıştır. Süreç sona erdiğinde, diğer ülkelerde
yaşandığı gibi mağduriyetimden dolayı davacı olacağım.”
Hatip Dicle ifadesinde, bölücü başı Abdullah Öcalan’ın
çağrısı üzerine 19 Ekim’de Kandil ve Mahmur’dan yola
çıkarak Habur’dan giriş yapan 34 PKK’lının gelişine
ilişkin de şok bir iddia ortaya atmıştı:
“15 Ekim 2009 tarihinde DTP Genel
Başkanı Ahmet Türk beraberindeki bir heyetle birlikte
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı ziyaret etti. Ziyarette 4
gün sonra 19 Ekim’de Mahmur ve Kandil’den grupların
geleceği, bunların tutuklanmayıp serbest bırakılması
durumunda dağdan inişin hızlanacağı, dağa çıkışın da
duracağı bildirildi. İçişleri Bakanı da bu heyete
‘Konuyla ilgileniyorum. Müsteşarımı Diyarbakır’a
gönderdim. Hâkim ve savcılar ayarlandı, geldikleri gibi
geçecekler’ dedi. Bu aşamada 4 gün sonra Silopi’den
gelen 8 kişi, ‘Biz gerillayız. Önder Abdullah Öcalan’ın
çağrısı ile barış için geldik’ dedi ve bunlar sürecin
olumlu sonuçlanması için gerektiği gibi tutuklanmayıp
serbest bırakıldı.”
Ortalık karıştı… Yalanın bini bin para demeçler,
açıklamalar yağdı…
Ahmet Türk, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile aralarında
geçtiği iddia edilen diyalogu yalanlamadı. Kandil ve
Mahmur’dan o tarihte gelecek gruplar hakkında
beraberindeki bir heyet ile beraber İçişleri Bakanı
Beşir Atalay’ı ziyaret ettiklerini hatırlatarak,
“Gelecek olan gruba olumlu yaklaşımın, açılımın seyri
açısından olumlu olacağını Sayın İçişleri Bakanı Beşir
Atalay’a ilettik. Sayın Atalay’da bu konuda ellerinden
geleni yapacaklarını söyledi”
dedi.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay ise, kapatılan DEP’in
Diyarbakır eski Milletvekili Hatip Dicle’nin
tutuklandığı mahkemedeki ifadesindeki, ‘Kandil ve Mahmur
Kampı’ndan gelen 34 PKK’lının Habur Sınır Kapısı’ndan
geçişleri’ ile ilgili sözlerinin doğru olmadığını
söyledi.
Kamuoyunun gözünün önünde yaşananlar Hatip Dicle’yi
haklı çıkarıyordu. Televizyon ekranından yansıyanlar
gerçeğin ta kendisiydi. PKK için savaşan komutanlar,
vatanın birlik ve beraberliği konusunda ödün vermeyen
aydınlar, tarafsız gazeteciler gece yarısı baskınlarıyla
tutuklanıp yargıç önüne taşınırken; yargıç, Devlete
kurşun sıkanların ayağına gitmişti. Atatürkçü düşünceyi
koruyan ve kollayanlar sindirilirken PKK’lılar serbest
bırakılmıştı. Gerekçe ise çok ama çok komikti:
“PKK’lının teslim olmasına gerek yok. Kendi iradesiyle
gelmesi pişmanlık ifadesidir. Pişman olan neden
tutuklansın ki!...”
Haydaaa…
Habur’da çadır mahkemesi kurulmasına önayak olan
İçişleri Bakanı’nın “ayarladığı” Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcısı Durdu Kavak 20 Şubat günü yaklaşık bu ifadeyi
kullandı.
Tarikatları soruşturmaya kalkışınca başına gelenleri 32
kısım tekmili birden izlediğimiz Erzincan Cumhuriyet
Başsavcısı İlhan Cihaner’in tutuklanması ise yargının
siyasallaştığının son ve en güçlü kanıtı oldu.
Adı üstünde Cumhuriyet Başsavcısı, yani, Cumhuriyetin
varlığına göz dikenleri bu toplumdan arındıracak kişi…
Bu görevde birisi hapse atılıyor…
Peki, ‘Balyoz’ adı verilen operasyonda tutuklanan Ordu
Komutanı Orgenerallere, Oramirallere ne diyelim…
Korkuyla, şaşkınlıkla, hayretle izliyoruz. Ve yarının
Türkiye için çok geç olmamasını diliyoruz.
|