10.05.2012, Karaferye-Yunanistan, Sultan Su Esen'le

 
   
 

KAYBOLAN KIRMIZI ÇİZGİLER

                Duyduğumda “bravo” demiştim, “tam da benim düşüncelerime tercüman olmuş…” Ne demişti:

“Rasmussen’e güvenimiz yok, NATO Genel Sekreterliği için destek vermeyiz.”

Haklıydı, haklıydık… Gerekçelerimiz vardı: “ROJ TV, Hz. Peygambere yönelik karikatür krizi.” Başbakan bunları dile getirmişti. Türkiye yıllardır bu konularda Danimarka Başbakanını uyarıyor, önlem almasını istiyordu.

Danimarka ne yaptı: Bir yandan “PKK terör örgütüdür” dedi, öte yandan teröristleri ve yayın organını içinde barındırdı, tüm uyarılara ve belgelere karşın PKK destekçisi ROJ TV’yi kapatmadı. Uluslararası kuralları hiçe saydı. Sonra iş Türkiye olur demezse Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olamayacağına geldi dayandı. Zamanlama da iyi sayılırdı. Danimarka’ya yönelik terörü destekleyen ve bizim ülkemizden yayın yapan bir TV’yi Danimarkalılar içlerine sindirebilirler miydi? Sonra, Hıristiyanların, Musevilerin ve ülkelerinde bulunan diğer dinlere mensup kişilerin Peygamberlerine hakaret edilse Danimarkalılar ne derlerdi?

Büyüklüğünü kanıtlamış, toplumlara lider olmuş, hele de manevi değerlere sahip kutsal sayılan kişiliklere, durduk yerde maksadını aşan dokunmalar hatadır, ayıptır, saygısızlıktır…

Saygısızlık kırgınlıklara neden olabilir. Dahası tartışmalara hatta çatışmalara yol açabilir. Böylesi uç görüşlere sahip olanlar dünya ve bölge barışının bozulmasına da yol açabilirler. Böylesi uçuk zihniyeti koruyup kollayan Rasmussen NATO Genel Sekreteri olmak için devreye girince, Türkiye’nin kırgınlığı ve eski uyarılarıyla karşılaştı. Başbakan RTE,

“Sen benim kutsalıma saldıranları susturmadın. Beni bölmek isteyen teröristlerin yayın organını belge ve bilgilere rağmen susturmadın. Sen şimdi dünya barışına katkıda bulunan bir kurumun yönetimine nasıl gelirsin?” dedi.

İlkeli bir duruştu. Dik bir duruştu.

Peki, sonra ne oldu?

Araya aracılar girdi. Pazarlık başladı:

“Sayın Rasmussen Peygambere hakaret konusunda özür dilesin… NATO’da sorumlu komutan ile Afganistan’da yetkili komutan Türk olsun” diye geveleyince, bu noktada ilke falan kalmadı. Dik duruş sona erdi.

Bu işi, ya açığa çıkarmadan götürmeliydi, ya da attığı adımdan dönmemeliydi. Devlet adamlığı bunu gerektiriyordu. Rasmussen de baktı karşısında devlet adamı yok, özür falan dilemedi. Dediği dedik, çaldığı aynı düdüktü:

“Ben özgürlüklerden yanayım…”

Bizim sözde devlet adamları ise, “Beyefendi, dini hakaretlerin özgürlüklerle ne ilgisi var? Diyemediler. “PKK terör örgütünün yayın organının sizde bulunmasının ne alakası var? Demediler.

Neyse ki, etme bulma dünyası, adam merdivenden düştü omuzu çıktı…

ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyaretinde de bir Rasmussen örneği yaşandı.

Obama, Çankaya Köşkü’ndeki konuşmadan sonra basının sorularını yanıtlarken, “Ermeni soykırımı ile ilgili görüşüm değişmedi. Ama, öncelikle Cumhurbaşkanı Gül ve arkadaşlarının yürüttükleri barış çabalarının sonucunu görmek lazım” derken, demek istiyordu ki: “Ermenistan sınır kapısının açılmasını, diplomatik ilişkilerin başlatılmasını” bekliyoruz.

Haklıydı. Amerika’daki diasporaya da hesap vermek zorundaydı!

Obama’nın soykırım konusundaki görüşünü koruduğunu açıklamasını Türkiye hayret ve ibretle izledi.

Sonuçta demek istememiz odur ki, sürekli ödünler verince kırmızı çizgilerimiz kendiliğinden kalkmış oluyor. Nedir kırmızı çizgilerimiz? Örneğin, Kuzey Irak’ta bir Kürt Devletine karşı olmamız. Hoş orada ne kırmızı ne de tonları kaldı ya…

Başka?

“Ermenistan, işgal ettiği Azeri topraklarından askerlerini çekmeden bizim bu ülke ile ilişki kurmamız imkânsızdır.”

Siz öyle sanın… Obama’nın konuşmasından sonra bu kırmızı çizgi de ortadan kalkacak, Ermenistan sınır kapısını açacağız!

Anımsarsanız, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev işte bu olasılık nedeniyle Medeniyetler Konferansı’na katılmayacağını açıklamıştı.

Evet, Yurtta Barış, Dünyada Barış… Tamam da hep karşımızdakilere mi yontulacak bu ülke? Çevremizdeki sorunlar bitti mi?

Hem NATO’da hem de Ermenistan ilişkilerinin çözümünde işe Türk gibi başladık… Sonra, ne dik duruşumuz kaldı ne de kırmızı çizgilerimiz.

Yarın sırada Kıbrıs var…