11.05.2012,Duvrista-Yunanistan, Selanik mübadilleriyle

 
   
 

ORTA BOYLU, ZAYIF, SARIŞIN ADAM

Sakarya Zaferi, Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktasıdır. Bu zafer Yunanlıların Anadolu’yu ele geçirme düşlerinin sona ermesi anlamını taşır. Yunanlıların başarılarına güvenmiş olan büyük ülkeler için de bu bir düş kırıklığıdır. Anadolu’da bir direniş eylemi vardır ve Mustafa Kemal’in çevresinde oluşan yeni devlet, hiç de öyle küçümsenecek güçte bir devlet değildir. Yunanın Sakarya’da yenilgisi, yeni birtakım gelişmelere yol açacaktır. Mustafa Kemal, o alçak gönüllülüğü, o büyüleyici kişiliği ile bunu şöyle seslendirir:

“Hiç kimsenin hakkına saldırıda bulunmadığımız gibi, başkaları tarafından da hakkımıza ve bağımsızlığımıza saygı gösterilmesini beklemekten başka bir davamız yoktur. Silahlarımızı ancak amacımıza tümüyle ulaştıktan sonra bırakacağız.”

Yunan saldırısı sürerken Meclis’te Mustafa Kemal’i cepheye gitmemekle suçlayanlar 19 Eylül 1921 günü o’nu alkışlar ve coşkun gösterilerle karşılarlar. O gün Mustafa Kemal’e ‘Mareşal rütbesi’ ve ‘Gazi’ unvanı verilir. Gazi kürsüye çıkar ve:

“13 Eylül günü Sakarya Nehri’nin doğusunda düşman ordusundan eser kalmadı. 22 gün ve 22 gece aralıksız devam eden Sakarya Meydan Muhaberesi, yeni Türk Devletinin tarihine cihan tarihinde eşi olmayan bir örnek kazandırdı.” der.

Zafer haberleri Ankara’ya ulaşınca bütün halk bayram eder. Böyle bir şenlik görülmemiştir. Davullar, zurnalar çalınır, oyunlar oynanır.

20 Temmuz 1922’de Büyük Millet Meclisi kendisine başkumandanlık yetkisi verir. Sonrası malum… Neye mal olursa olsun düşman denize dökülecek, bağımsızlıktan ödün verilmeyecektir. İşte böyle yazılmıştır kurtuluşun tarihi… Büyük kurtarıcının o eşsiz dehası, o akıl almaz kararlılığı Türk milletine hürriyetini kazandırmıştır.

Mustafa Kemal’i birçok yazar, birçok kitap anlatmış, anlatır, anlatacaktır. Ama bir anlatım vardır ki çok anlamlı, çok özeldir. 1921 yılı Haziran’ında Ankara’ya gelen İstanbul’da çıkan İkdam gazetesi temsilcisi Yakup Kadri, Mustafa Kemal’e ilişkin izlenimlerini şöyle aktarır:

“Mustafa Kemal Paşa sivil giyinmiş, ortadan biraz daha uzun boylu, zayıf ve sarışın bir zattı. Gazetede gördüğümüz resimlerin hiçbirine benzemiyordu. Kendisi bu resimlerin hepsinden daha sevimli, daha canlı, daha müstesna bir simaydı. Yüzü, renk ve çizgi bakımından, bir tunç parçası üzerine oyulmuş eski bir madalyonu andırıyordu. Elmacık kemikleri çıkık, ağız kemikleri kuvvetli ve alnı sertti. Bu yüzün bütününde çok zahmet görmüş, çok uğraşmış, çok düşünmüş kimselerin yüzündeki anlam vardı, fakat hiçbir yorgunluk belirtisi göstermemek üzere kısık ve sıcak bir sesle konuşuyor, mavi gözleri anlaşılmayan bakışlarla bakıyor, vücudunun kımıldamaları genç bir parsın kımıldamaları gibi sevimli, munis bir biçimde haşin ve çevikti. Elleri durmadan iri taneli bir kehribar tespihle oynuyor, bu tespihi kâh bileğine geçiriyor, kâh bir ucundan tutup çeviriyor, sağdan sola, soldan sağa sallıyordu.

Benimle bir akran gibi konuştu. Şu dakikada oynamakta olduğu muazzam tarihsel rolün heybetini benim kadar hissediyor muydu? Hayır. Her büyük adam gibi Mustafa Kemal Paşa’da da yıldızının parıltısıyla gözleri kamaşmamış ve talihinin ihtiraslı aşkından habersiz olanların sadeliği ve alışkanlığı vardı.”

İşte ömrünü bir milletin bağımsızlığı uğruna tüketen insan…

Büyük Türk, büyük insan…