12.05.2012, Eddesa Şelalesi-Yunanistan, Ferdane Akpınar, Sultan Su Esen ve Celal Özcan'la

 
   
 

TARİHİ GERÇEK BUDUR

“Kürt açılımı”nın ortaya atılmasından bu yana bugüne kadar tartışılmayan konular çıktı önümüze. İyi de oldu. Örneğin “Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana bu ülke için kim savaştı, kim savaşmadı” tartışması hiç yapılmamıştı. Yapılmamıştı çünkü bu ülkeyi bölmeye çalışanlar yoktu. Ama şimdi ortada bölücü ve Türk düşmanı bir Kürt hareketi var, bu hareketin teorisyenleri, teröristleri var, bu hareketin milletvekilleri var ve bu hareketin destekçileri var. Bunların ortak görüşü: “Bu ülkeyi Kürtler ve Türkler birlikte kurdu ama Mustafa Kemal onlara ihanet etti, Kürtlerin hakkını vermedi.”

Şöyle bir bakalım, gerçekten Kürtler bu ülkeyi kurarken Türklerle birlikte miydi?

Bu konuda iki kaynağımız var: İlki Türksolu Gazetesi’nde yer alan bir yazı. Diğeri ise emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu’nun geçtiğimiz haftalarda konuk olduğu Haber Türk televizyonunda yaptığı açıklamalar. Her iki kaynak da bilimsel araştırmalara, Genelkurmay’ın rakamlarına ve tarihi belgelere dayanıyor.

Gazetedeki yazı, Çanakkale Şehitliklerini gezen DTP Muş milletvekili Sırrı Sakık’ın açıklamasıyla başlıyor:

“Bu ülkede burada yatan şehitlerin ruhuna uygun bir cumhuriyet oluşturmak istiyoruz. Eminim ki, onların ruhu bizi izliyor. Burada şehit düşen Muşlusu, Şırnaklısı, Vanlısı, Gazianteplisi, İstanbullusu, Trabzonlusu hepsinin ruhu bizi izliyor. Hepsi diyor ki, bizim ruhumuzun şad olması için barışı ve kardeşliği savunun. Hepimize görevler düşüyor, Kürdüyle, Türk’üyle. Demokrasiden yana olan herkese ortak bir vatan için ortak sorumluluklar düşüyor.”

Yazıda, Sakık’ın Çanakkale’ye, şehitlerimiz için değil! Partisinin il kongresi için geldiği, buraya kadar gelmişken şehitliklere de uğrayarak, “Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda Türklerin yanında savaşan Kürtlere Atatürk’ün ihanet ettiği”, yani şehitler üzerinden bölücülük yapmaya kalktığı oysa gerçeklerin öyle olmadığı belirtilerek şöyle deniliyor:

“Klasik bölücü Kürtçü tezleri tekrarlamış Sırrı Sakık. (…) Ama tarih elbette bambaşka. Kimileri inanmak istemese de, kabullenmek istemese de, Kürtler ne Çanakkale Savaşı’nda ne de Kurtuluş Savaşı’nda vardı.(…)”

Yazıda daha sonra Genelkurmay Başkanlığınca açıklanan Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında verilen şehit sayısının bölgelere ve illere dağılımı ele alınıyor. Buna göre, Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun resmi kaybı 48 bin asker. Bunların 992 tanesi Güneydoğu’dan katılmış. Yani %2’si. Ama bu 992 kişinin 502’si Antep’ten katılmış. Demokratik Toplum Partisi (DTP) milletvekili Sırrı Sakık’ın memleketi olan Muş’tan şehit sayısı 7, Diyarbakır’dan 49, Van’dan 36, Siirt’ten 40, Mardin’den 7 kişi.

Anlaşılan Kürtler pek Çanakkale’ye uğramamış!

Kurtuluş Savaşı’nda ise toplam 35 bin resmi şehidimiz var. Bunların 685’i Güneydoğu doğumlu. Oran olarak yine %2. Sırrı Sakık’ın memleketi Muş’tan bu kez katılım yüksek… 18! şehit vermiş Muş.

Rakamlar Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’nda da ortalıkta gözükmediklerini gösteriyor.

Dergi yazısı “Biz yine de geçmişi çok kurcalamaktan yana değiliz. Kürtler bu rakamları unutabilirler, biz de unutabiliriz, yeter ki günümüze gelelim ve anlaşalım”, cümlesiyle sürüyor ve PKK’nın Apo’dan sonra ikinci adamı ve şu anda hapiste olan Şemdin Sakık’ın kardeşi Sırrı Sakık ile diğer DTP’li milletvekillerine ya da onlarla aynı yolda yürüyenlere şu soruları yöneltiyor:

“Ailenizde kaç kişi Çanakkale Savaşı’nda, kaç kişi Kurtuluş Savaşı’nda şehit oldu? Şehit olmasa bile ailenizde hiç bu savaşlara katılmış dedeleriniz var mı? Onlar size Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı anılarını anlattılar mı? Ailenizde kaç kişi şu ana kadar PKK için savaşırken öldü? Hâlâ PKK’da savaşan akrabalarınız var mı? Kaç akrabanız PKK davasından içerde yatıyor?”

Bu sorulara verilecek yanıtların yeterince aydınlatıcı olacağı vurgulanarak, “(…) Evet bunları diyebilir misiniz: Biz Kürtler, Çanakkale’de İngilizlere karşı Türklerin yanında savaştık. Biz Kürtler, Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlara karşı Türklerin yanında savaştık. Biz Kürtler, Fransız işgali sırasında Antep’te, Maraş’ta, Urfa’da Fransızlara karşı Türklerin yanında savaştık. Biz Kürtler, İngilizler işgal ettiği sırada Musul ve Kerkük’te İngilizlere karşı Türkleri destekledik. Evet desinler görelim; Biz Kürtler, İngilizlere, Fransızlara, Yunanlara karşı savaştık desinler! Diyemezler, çünkü İngilizler, Fransızlar ve Yunanlar hemen arşivleri açar ve Kürtlerin kimin yanında olduğunu açıklarlar. Kaldı ki madem siz bize karşı savaştınız o zaman size desteğimizi çekiyoruz derler. Kolay mı? İngilizlerin, Fransızların desteğini çektiğini bir düşünün, Kürtler ne yapar!... Evet bu soruların cevabını alabilirsek o zaman biz de Türk-Kürt kardeşliğine inanabileceğiz.”

Türksolu Gazetesi böyle yazıyor…

Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu ise konuk olduğu televizyon programında aynı konuya değiniyor: “Kurtuluş Savaşı'nda ve Çanakkale'de Kürtler Türklerle birlikte savaşmadılar…” Pamukoğlu konuşmasında Türksolu Gazetesinin yayınladığı haritalar ve rakamların gerçeği yansıttığını belirtiyor.

Tabii tahmin edebileceğiniz gibi gerek Türksolu Gazetesi gerekse emekli paşa’ya tepkiler gecikmiyor. Hemen Türk ırkçılığı, Türk bölücülüğü yaftası yapıştırılıyor. Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’nda olduğu, hatta PKK’ya karşı en fazla şehidi Kürtlerin verdiği gibi komik ve zavallı açıklamalar yapılıyor. Sonuçta tarihe dayanacak bir tartışma başlatılıyor. Ve duyarlı kesimleri tarihi gerçekleri ortaya çıkarmaya yöneltiyor.

Peki nedir bu tarihi gerçekler? Sıralamaya çalışalım:

Osmanlı’da Kürt meselesi Doğu’da Rus destekli Kürt aşiretleri ile Osmanlı arasında çatışmalarla başlıyor. 1830-1855 tarihleri arasında 8 Kürt isyanı gerçekleşiyor. 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nde hem Balkanlar’da hem de Kafkaslar’da Ruslarla savaşan Osmanlı’ya karşı bir cephe de Kürt aşiretleri açıyor. Bedirhanlar ve Şeyh Ubeydullah isyanları tam dört yıl sürüyor. Rus General Korganof, Erzurum’a saldırıya geçmeden önce Zeylani ve Sepki aşireti reisleriyle buluşuyor kendilerini desteklemeleri karşılığında yüklü miktarda ödeme yapıyor.

93 Harbi’nden sonra hem Kürt meselesinin yanı sıra bir de Ermeni meselesi ortaya çıkacak, Doğu illerimiz Rus işgaline girdiğinde hem Kürtlerin hem de Ermenilerin isyanları aralıksız devam edecektir.

Demek ki, Türk devleti ne zaman bir düşmanla savaşsa mutlaka bir Kürt isyanı başlıyor.

1890 yılında Türk halkına yönelik Ermeni katliamlarını önlemek amacıyla Hamidiye Alayları kurulur. Abdülhamit tarafından kurulan bu birliklerde Kürt aşiretleri de yer alır ama bu aşiretler Osmanlı silahlarını ele geçirip daha sonra Ermenilerden boşaltılan arazilere el koymaya başlar… Yani Kürtlerin amacı Türklere destek olmak değil Ermeni topraklarını ele geçirmektir.

1914 yılının 28 Temmuz günü Birinci Dünya Savaşı başlar. Ne tesadüftür ki aynı yıl Kürt isyanları da başlar. Doğu Anadolu’yu işgal eden Rusların kendilerine bağımsızlık vereceğini hayal ederler. Sykes-Picot Antlaşması’na göre Doğu’da Ermenistan ve Kürdistan kurulacak ve Rusya’ya bağlanacaktır.

İşte Kürtlerin Çanakkale’de savaşmamalarının nedeni budur.

Birinci Dünya Savaşı’nda Kürtler Rusların yanı sıra bu kez hem İngilizlerle hem Fransızlarla hem de Amerikalılarla işbirliği yapar. Yani Türkiye’yi işgal eden kuvvetlerle birlikte hareket eder. Rus araştırmacı V.A. Gordlevski’nin konuyla ilgili saptaması bu görüşümüzü doğrulamaktadır:

“Türkler, vatan savunmasına katılmadıkları için Kürtlere çok kızmaya başladılar.”

Ne ki, Rusya’da Bolşevik İhtilali gerçekleşince işler değişir. Çünkü Lenin Kürtleri değil Mustafa Kemal’i destekler. Türkiye’deki Komünistler de Mustafa Kemal'i destekleyecektir. Lenin Sykes-Picot Antlaşması’nı fesheder, Türk-Sovyet Antlaşması yürürlüğe girer, Kürtler yalnız kalır. Kürtler İngilizlere dönecektir…

Buraya kadar anlatılanlardan Kürtlerin neden Çanakkale Savaşı’na katılmadığını anlamak kolaylaşıyor. Çanakkale uzak olduğu için değil Türklere uzak oldukları için katılmadılar savaşa.

Genelkurmay arşivleri de doğruluyor bu savı…

Kürtler Sarıkamış’ta da yok…

Kurtuluş Savaşımız idare etmek üzere 24 Ağustos 1919’da Heyet-i Temsiliye oluşturuldu. 9 kişilik bu kurulda bir de Kürt vardı. Mutki Aşireti reisi Kürt ağası Hacı Musa Bey. Hacı Musa Bey, 1923 yılı Mayıs ayında Erzurum’da kurulan Kürt Azadi Cemiyeti’nin lideriydi ve bir haindi. Azadi Cemiyeti’nin bir diğer üyesi de Şeyh Sait’ti… Azadi Cemiyeti İngilizlerle, Fransızlarla ve Sovyetler Birliği ile temas kurarak Bağımsız Kürdistan için destek aradı. İngiliz desteği ile başlayan Nasturi Ayaklanması’na katıldı. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra İran’a kaçtılar. Mustafa Kemal bu hain Kürt aşiret reisini Nutuk’ta tanıtıyor.

Neyse…

O dönemki mecliste de bugünkü Mecliste olduğu gibi bölücü Kürt milletvekilleri var. Bunlar Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na yardım etmemiş, tam tersine bu Kurtuluş Savaşı’na karşı bir ayaklanma örgütlemişlerdir.

Bitlisli Kürt milletvekili Yusuf Ziya Bey de Azadi örgütünün içindedir. Aynı zamanda İngiliz ajanıdır. Mustafa Kemal Paşa, Yusuf Ziya Bey’den kuşkulanır ve onu takip ettirir. Mustafa Kemal haklı çıkar. Yusuf Ziya Bey Nasturi İsyanı’na katılır. Yusuf Ziya Bey’in askeriye içinde adamları vardır. İsyanı bastırmakla görevli birlikten, Fırka komutanı İhsan Nuri, Vanlı Rasim, Tevfik Cemal ve Teğmen Ali Rıza Kürt örgütünün üyesidir ve isyan sırasında 270 askerle birlikte karşı tarafa geçerler! Yani bunlar, Kurtuluş Savaşımıza katılan ve Türklerle birlikte savaşan Kürtlerle değil, Kurtuluş Savaşı’nın içine sızan, ayrılıkçı Kürt örgütlenmesini destekleyen, İngiliz, Fransız işgalcilerle işbirliği yapan ve en sonunda da Türk askerine karşı cephe açan Kürtlerdir… Bu örgütün İngiliz desteğini sağlamak için Nasturi isyanından üç yıl önce 1920 yılında yine Hakkari’de başka bir isyan çıkarttığını da hatırlatalım.

Peki Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’in idam emrini veren kim dersiniz?

Kürt Mustafa Paşa! Paşa’nın eniştesi Kürt İzzet Bey. İzzet Bey İstanbul Hükümeti’nin İçişleri Bakanı ve İngiliz ajanı… Kürt İzzet Bey’in yeğeni Şerif Paşa ise Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Paris temsilcisi.

İstanbul Hükümeti ve İngilizler’in Mustafa Kemal hareketini engellemek için kullanmayı düşündükleri kütle Kürtlerdir. Damat Ferit, Kürdistan Teali Cemiyeti ile görüşecek ve onlara özerklik karşılığında Mustafa Kemal’e karşı savaşmayı teklif edecektir. Damat Ferit İngiliz Yüksek Komiseri Sir John De Robeck ile de görüşür. Sevr koşulları gereğince 15 bin kişilik bir Kürt ordusu kurulmasını ve Kürtlerin Mustafa Kemal’e saldırmasını teklif eder.

Öte yandan, İngiliz ajanı Binbaşı Noel, Elazığ Valisi Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderleri Malatya’da bir araya gelirler. Burada bir Kürt birliği kuracak, Sivas yolunda Mustafa Kemal’i öldürecek ve Kongre’nin toplanmasına engel olacaklardır. Bu girişimi haber alan Mustafa Kemal önlemini alır. Malatya’daki Türk birlikleri İngiliz ajanı Binbaşı, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderlerini kıstırırlar. Hainler kaçar…

İngiliz gizli belgeleri Kürtlerin Sivas Kongresi öncesinde bile İngilizlerle, İstanbul Hükümeti ile birlikte Mustafa Kemal’e karşı olduğunu göstermektedir. Mr. Kindson’un Londra’ya gönderdiği 28 Kasım 1919 tarihli raporda şöyle yazılıdır: “Kürtlere her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir.” Yüksek Komiser De Robeck’in 9 Aralık 1919’da Lord Curzon’a ilettiği raporda ise şunlar yazılıdır: “Kürtler bütün ümitlerini İngiliz hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kullanmak için para ödemeye hazırdırlar.”

İngiliz Gizli Belgelerine göre Kürtler Yunanlılarla da dirsek temasındadır. Amasya’da Yunan temsilcisi ile görüşen Kürtler, Yunanlılara Türk ordusunda ele geçirilen Kürt esirlere iyi davranılmasını ve bu esirlerin Türk ordusuna karşı kullanılmasını önerir. Teklif kabul edilir ve esir Kürtler Yunan ordusunun hizmetine girerler.

Kürt-Yunan işbirliğinin en verimli sonucu Koçgiri İsyanı olacaktır. Yunan ordusu büyük ilerleyişe geçmeden hemen önce Kürtler isyan eder. Yunan ordusu Bursa’ya doğru ilerlerken Kürtler Sivas’a yürürler. Amerikan Askeri Ataşesi durumu şöyle rapor eder: “... Yunanlılar önemli bir zafer kazanırlarsa Kürt isyanı Türkiye’nin arkasını ciddi bir şekilde tehdit edebilir. Ancak Batıdaki savaş Türklerin lehine gelişirse, Türkler, ellerindeki yarım düzine yetenekli liderden biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler kuşkusuz bu durumu bilmektedirler. Gene de Kürt sorunu ile meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürt akımına yardımcı olmaktadırlar.”

Koçgiri İsyanı’nın liderlerinden Baytar Nuri isyan programını şu şekilde açıklar:

“İlk önce Dersim’de Kürt istiklali ilan edilecek, Hozat’a Kürdistan bayrağı çekilecek, Kürt milli kuvveti Erzincan, Elazığ ve Malatya istikametlerinden Sivas’a doğru hareket ederek Ankara Hükümeti’nden Kürdistan istiklalinin tanınmasını isteyecek. Türkler bu isteği kabul edecekler. Çünkü isteğimiz silah kuvvetiyle desteklenmiş olacak.”

Ayaklanma büyür ve isyancılar Ankara Hükümeti’ne bir muhtıra yollarlar. Telgraf yoluyla iletilen muhtıra şu maddelerden oluşmaktadır:

“1. İstanbul Hükümeti’nce kabul edilen Kürdistan özerkliğinin Ankara Hükümeti’nce de tanınıp tanınmayacağının açıklanması, 2. Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal hükümetinin ivedi yanıt vermesi, 3. Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesi, 4. Kürt çoğunluğu bulunan illerden Türk memurlarının çekilmesi, 5. Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması.” (DTP’nin önerileriyle ne kadar da benzeşiyor değil mi? SE)

Muhtıra yetmez bu defa 25 Kasım 1920 tarihinde Batı Dersim Aşiretleri reisleri adına TBMM’ye başvurulur: “Sevr Antlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdır. Yoksa, bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz.”

Ankara Hükümeti, Batıda Yunanların Bursa’yı ele geçirmesine rağmen Kürtlere karşı geri adım atmaz. Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa isyanı bastırmak için bir plan hazırlar. Topal Osman komutasındaki Giresun alayı da Nurettin Paşa’nın emrine verilir. 11 Nisan 1921 günü Kürtlerin üzerine yürüyüş başlar. 45 bin kişilik Kürt milisleri ile çarpışmalar 3 ay sürer. 17 Haziran 1921 günü isyancılar teslim alınır.

İşte Kürtler, daha Sivas Kongresi’nin toplanma hazırlıklarından başlanarak Kurtuluş Savaşı için çalışmamışlar, tam tersine Kurtuluş Savaşı’na karşı savaşmışlardır. Koçgiri ayaklanması bunun en büyük kanıtıdır. Genelkurmay Başkanlığı da isyanı şöyle değerlendirmektedir: “Siyasi bakımdan büyük bir önem taşıyan bu harekât dolayısıyla, Kürt bağımsızlık davasının ilk basamağının Koçgiri olayları ile kurulmak istendiği, bu dış etkilerin en açık ve kesin delilidir.”

Yani bu isyan bir davanın ilk adımıdır! Ardından gelecek olan Kürt isyanları da bunu kanıtlayacaktır. Nitekim isyanın liderleri de olayı böyle değerlendireceklerdir: “Koçgiri, Kürt İstiklal Savaşı’nın bir merhalesidir, onunla bir meydan muharebesi kaybettik, fakat harp bitmedi. Biz son zaferi kazanacağız.”

Evet Kürtler, Türk İstiklal Savaşı için değil Kürt İstiklal Savaşı için savaşmışlar. Tarihi gerçek budur, bunu kimse değiştiremez.