12.05.2012, Selanik-Yunanistan

 
   
 

TIP BAYRAMI

               

                İnsan yaşamında ya da toplum hayatında bazı olayların ve tarihlerin anılması bir gelenek ve zorunluluk haline gelmiştir. Bu nedenle fertler ve topluluklar, akıp giden zaman içinde eskiyen olayların yenilenmesini sağlayarak nesiller üzerindeki izlerini tazelerler.

                “Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” adlı tıp okulunun açılış tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul ediliyor.
14 Mart Tıp Bayramı da tıbbiyelilerin geleneksel bir bayram havasını her yıl, nesillerden nesillere aktarıyor. Bu anlamda 14 Mart’ın, gerek tıbbiyemiz ve gerekse tıbbiyelilerimiz için önemli bir yeri vardır. Tıp Bayramı yalnızca bir anma töreni değil tıbbiyelilerin ruhunu ateşleyen bir meşaledir.

Tıbbın ilk insanla birlikte başladığı söylense de, genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü Aesculapius’dur. Kendisinden ilk kez İlyada’da Homeros söz eder: “Çağır Asklepios oğlunu, kusursuz hekimi” der. Önce Zeus’un gazabıyla yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha sonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan edilir. Tıp amblemlerinde yer alan, temeli doğu kültürüne dayanan ve tarihi M.Ö. 3000’lere uzanan yılan figürü de, Asklepios ve O’nun asası ile bütünleşir. Hatta Asklepios sözcüğünün Yunanca “Askalabos” sözcüğünden geldiği söylenir ki, bu da yılan anlamına gelir. Ve Asklepios’un şifa veren gücünü yılandan aldığı, halkın da adaklarını Asklepios’a değil de bu yılana sunduğu söylenir. Öyle ya da böyle, yılanlı asası ile Asklepios tıp tarihinin önemli dönemeçlerinden birini tutan bir sembol olarak yerini almıştır. Tıp tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kırmızı yuvarlak bir zemin üzerinde birbirine kenetlenmiş, beyaz iki yılan başıyla temsil edilir.

Tıbbın babası olarak kabul gören isim ise Hippocrates’dir. (M.Ö. 450–460) Kos adasında doğan ve babası da doktor olan Hipokrat’ın tıbba katkıları ve getirdiği felsefe dünya tıp çevrelerince hâlâ kabul görür ve bu nedenle birçok ülkede hekimler mezun olurken “Hipokrat Andı” adı altında meslek yemini ederler.

Türk hekimliği ve tababeti, aslında, 14 Mart 1827 tarihinden çok eskidir. 10 yüzyıldır Anadolu’da yerleşmiş bulunan Türklerin tababet hayatları, Selçuk Hükümdarı Gıyaseddin Keyhüsrev’in kız kardeşi Gevheri Sultan’ın 1206’da açtıkları hastane ve medrese ile başlar. Bu da gösteriyor ki, Türk tıbbı ve tababeti 800 yıllık bir geçmişe sahiptir.

                İkinci Sultan Mahmud’un Yeniçeri ordusunu kaldırıp da, yerine kurduğu ordu’ya (Askair-i Mansure-i Muhammediye) hekim ihtiyacı ortaya çıkınca, tıp mektebi kurulması öngörülmüştü. Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin de katkıları bulunan Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire ilk tıp mektebi olarak 14 Mart 1827 Çarşamba günü Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağı’nda kuruldu. Ve yukarıda değindiğimiz gibi, 14 Mart, o günden bu yana tıbbiyelilerin bayramı olarak kutlanmaktadır.

Bu bağlamda, Türk hekiminin durumunu hekimin devletle, hekimin halkla, hekimin hekimle ilişkileri açısından gözden geçirmek yararlı olacaktır. Türk hekiminin dünden bugüne süregelen çalışması, toplumumuzdaki saygın yeri ve yaşama koşulları, toplumumuzun geçirmekte olduğu ekonomik ve sosyal sarsıntılar sonucunda oldukça değişiklikler göstermektedir. Nüfusumuzun artışı ve ekonomik düzenimizin bozulmuş mekanizması hekimliği, toplumumuzdaki tüm meslek dallarında meydana getirdiği sarsıntının kendisini en fazla hissettirdiği meslek dallarından birisi haline getirmiştir. Buna karşın hekimin halkla ilişkilerinde halka, halkın da hekime karşı saygı esasına dayanan karşılıklı görevleri vardır. Hekim görevlerinin en başında halkın sağlığını korumak ve hastalık anında hastanın sağlığına kavuşması için gerekli yardımlarda bulunmak, sağlığını korumanın mümkün olmadığı hallerde dahi sıkıntısını azaltmak ya da dindirmeye çalışmak gelir. Memleketimizde hekimin halka karşı görevlerini yerine getirmesi, hasta-hekim ilişkilerinin dışında, sosyal ve kültürel bakımdan da halk üzerinde etkili rol oynayabilir. Bir tür öğretmen titizliği ile halkı genel sağlık konularında uyarmak ve eğitim süzgecinden geçirmek, hekimin halkla olan ilişkilerini kuvvetlendirir. Hekimin halka karşı olan ilişkilerinde zaman zaman ahlaksızlığından söz edilmekte, bu da hekimler aleyhine olumsuz sonuçlara yol açılmaktadır. Ve bu olumsuzluklardır ki, hekimle halk arasındaki ilişkileri germekte ve bazen da koparmaktadır.

                Tüm Dünya’da, hekimin hekimle ilişkilerini sağlayan, hekim haklarını koruyan ve hekimleri bir çatı altında toplayan meslek kuruluşları oluşturulmuştur. Hekimlerimizin kendilerini ve mesleklerini savunmak amacıyla meslek birliklerinde toplanmaları, dinamik bir güç oluşturmaları kaçınılmazdır. Ne ki, bugün toplumumuzda her hekim kendi başının çaresine bakma yoluna sapmıştır. Bu nedenle, tabip odaları, atıl, alakasız bırakılarak yasal düzenlemelerine rağmen çalışır duruma getirilememektedir. Birlik beraberlik ruhu yerine kişisel gayretlerin ve ilişkilerin hâkim olduğu sürece hekimleri bekleyen geleceğin sağlam temellere oturtulması mümkün olamaz. Hekimin hekimle ilişkileri, bir çatı altında sağlam temellere dayandırılmadıkça, kişisel savaşım yerine birlikte savaşım olmadıkça, mesleğin önem ve vakarına layık bir kuruluşa sahip olmadıkça meslek mensuplarının, aralarındaki bağ da zayıf, cılız, her an kopmaya mahkûm bir pamuk ipliğinden ileri gidemeyecektir.

                Durumun böyle olmasına rağmen yukarıda dile getirdiğimiz gibi nesilden nesile intikal eden tıbbiyelik ruhunun kalıntıları bugün hekimler arasındaki ilişkilerin temelini oluşturmakta ve hekimlerimizin tek güvencesi olmaktadır.

800 yıllık tarihi bulunan hekim toplumuna 14 Mart Bayramı kutlu olsun…