|
TIP BAYRAMI
İnsan yaşamında ya da toplum hayatında
bazı olayların ve tarihlerin anılması bir gelenek ve
zorunluluk haline gelmiştir. Bu nedenle fertler ve
topluluklar, akıp giden zaman içinde eskiyen olayların
yenilenmesini sağlayarak nesiller üzerindeki izlerini
tazelerler.
“Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” adlı tıp
okulunun açılış tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde
modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul ediliyor.
14 Mart Tıp Bayramı da tıbbiyelilerin geleneksel bir
bayram havasını her yıl, nesillerden nesillere
aktarıyor. Bu anlamda 14 Mart’ın, gerek tıbbiyemiz ve
gerekse tıbbiyelilerimiz için önemli bir yeri vardır.
Tıp Bayramı yalnızca bir anma töreni değil
tıbbiyelilerin ruhunu ateşleyen bir meşaledir.
Tıbbın ilk insanla birlikte başladığı söylense de,
genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü Aesculapius’dur.
Kendisinden ilk kez İlyada’da Homeros söz eder: “Çağır
Asklepios oğlunu, kusursuz hekimi” der. Önce Zeus’un
gazabıyla yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha
sonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan
edilir. Tıp amblemlerinde yer alan, temeli doğu
kültürüne dayanan ve tarihi M.Ö. 3000’lere uzanan yılan
figürü de, Asklepios ve O’nun asası ile bütünleşir.
Hatta Asklepios sözcüğünün Yunanca “Askalabos”
sözcüğünden geldiği söylenir ki, bu da yılan anlamına
gelir. Ve Asklepios’un şifa veren gücünü yılandan
aldığı, halkın da adaklarını Asklepios’a değil de bu
yılana sunduğu söylenir. Öyle ya da böyle, yılanlı asası
ile Asklepios tıp tarihinin önemli dönemeçlerinden
birini tutan bir sembol olarak yerini almıştır. Tıp
tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kırmızı yuvarlak
bir zemin üzerinde birbirine kenetlenmiş, beyaz iki
yılan başıyla temsil edilir.
Tıbbın babası olarak kabul gören isim ise
Hippocrates’dir. (M.Ö. 450–460) Kos adasında doğan ve
babası da doktor olan Hipokrat’ın tıbba katkıları ve
getirdiği felsefe dünya tıp çevrelerince hâlâ kabul
görür ve bu nedenle birçok ülkede hekimler mezun olurken
“Hipokrat Andı” adı altında meslek yemini ederler.
Türk hekimliği ve tababeti, aslında, 14 Mart 1827
tarihinden çok eskidir. 10 yüzyıldır Anadolu’da
yerleşmiş bulunan Türklerin tababet hayatları, Selçuk
Hükümdarı Gıyaseddin Keyhüsrev’in kız kardeşi Gevheri
Sultan’ın 1206’da açtıkları hastane ve medrese ile
başlar. Bu da gösteriyor ki, Türk tıbbı ve tababeti 800
yıllık bir geçmişe sahiptir.
İkinci Sultan Mahmud’un Yeniçeri
ordusunu kaldırıp da, yerine kurduğu ordu’ya
(Askair-i Mansure-i Muhammediye) hekim
ihtiyacı ortaya çıkınca, tıp mektebi kurulması
öngörülmüştü. Hekimbaşı
Mustafa Behçet Efendi’nin de katkıları bulunan Tıphane-i
Amire ve Cerrahhane-i Amire ilk tıp mektebi olarak 14
Mart 1827 Çarşamba günü Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı
Konağı’nda kuruldu.
Ve yukarıda değindiğimiz gibi, 14 Mart, o günden bu yana
tıbbiyelilerin bayramı olarak kutlanmaktadır.
Bu bağlamda, Türk hekiminin durumunu hekimin devletle,
hekimin halkla, hekimin hekimle ilişkileri açısından
gözden geçirmek yararlı olacaktır. Türk hekiminin dünden
bugüne süregelen çalışması, toplumumuzdaki saygın yeri
ve yaşama koşulları, toplumumuzun geçirmekte olduğu
ekonomik ve sosyal sarsıntılar sonucunda oldukça
değişiklikler göstermektedir. Nüfusumuzun artışı ve
ekonomik düzenimizin bozulmuş mekanizması hekimliği,
toplumumuzdaki tüm meslek dallarında meydana getirdiği
sarsıntının kendisini en fazla hissettirdiği meslek
dallarından birisi haline getirmiştir. Buna karşın
hekimin halkla ilişkilerinde halka, halkın da hekime
karşı saygı esasına dayanan karşılıklı görevleri vardır.
Hekim görevlerinin en başında halkın sağlığını korumak
ve hastalık anında hastanın sağlığına kavuşması için
gerekli yardımlarda bulunmak, sağlığını korumanın mümkün
olmadığı hallerde dahi sıkıntısını azaltmak ya da
dindirmeye çalışmak gelir. Memleketimizde hekimin halka
karşı görevlerini yerine getirmesi, hasta-hekim
ilişkilerinin dışında, sosyal ve kültürel bakımdan da
halk üzerinde etkili rol oynayabilir. Bir tür öğretmen
titizliği ile halkı genel sağlık konularında uyarmak ve
eğitim süzgecinden geçirmek, hekimin halkla olan
ilişkilerini kuvvetlendirir. Hekimin halka karşı olan
ilişkilerinde zaman zaman ahlaksızlığından söz
edilmekte, bu da hekimler aleyhine olumsuz sonuçlara yol
açılmaktadır. Ve bu olumsuzluklardır ki, hekimle halk
arasındaki ilişkileri germekte ve bazen da
koparmaktadır.
Tüm Dünya’da, hekimin hekimle
ilişkilerini sağlayan, hekim haklarını koruyan ve
hekimleri bir çatı altında toplayan meslek kuruluşları
oluşturulmuştur. Hekimlerimizin kendilerini ve
mesleklerini savunmak amacıyla meslek birliklerinde
toplanmaları, dinamik bir güç oluşturmaları
kaçınılmazdır. Ne ki, bugün toplumumuzda her hekim kendi
başının çaresine bakma yoluna sapmıştır. Bu nedenle,
tabip odaları, atıl, alakasız bırakılarak yasal
düzenlemelerine rağmen çalışır duruma
getirilememektedir. Birlik beraberlik ruhu yerine
kişisel gayretlerin ve ilişkilerin hâkim olduğu sürece
hekimleri bekleyen geleceğin sağlam temellere
oturtulması mümkün olamaz. Hekimin hekimle ilişkileri,
bir çatı altında sağlam temellere dayandırılmadıkça,
kişisel savaşım yerine birlikte savaşım olmadıkça,
mesleğin önem ve vakarına layık bir kuruluşa sahip
olmadıkça meslek mensuplarının, aralarındaki bağ da
zayıf, cılız, her an kopmaya mahkûm bir pamuk ipliğinden
ileri gidemeyecektir.
Durumun böyle olmasına rağmen yukarıda
dile getirdiğimiz gibi nesilden nesile intikal eden
tıbbiyelik ruhunun kalıntıları bugün hekimler arasındaki
ilişkilerin temelini oluşturmakta ve hekimlerimizin tek
güvencesi olmaktadır.
800 yıllık tarihi bulunan hekim toplumuna 14 Mart
Bayramı kutlu olsun… |