13.05.2008, İzmir

 
   
 

31 MART VAKASI

 

                Bugün, yakın tarihimizde, 31 Mart Vakası diye anılan gericilik olayının 101’inci yıldönümü. Rumî Takvim’e göre 31 Mart 1325’te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılır. Üzerinde çok tartışılan bu olayın niteliklerini ve hangi koşulların eseri olduğunu anlayabilmek için, soruna tarafsız bir açıdan bakmak gerekir.

                Dinin siyasete alet edilmesi olaylarının anlamlı bir örneği olan “31 Mart Vakası”nı hazırlayan fikir ve olaylar, Vakanın nasıl oluştuğu ve sonuçları ayrı ayrı ele alınmalıdır..

                Önce, şu soruyu sorabiliriz: 31 Mart Vakası birkaç kişinin bir grubun, ya da bir partinin eseri midir? Yoksa, Osmanlı İmparatorluğunun içinde bulunduğu koşulların sonucu mudur?

                Belirtmek gerekir ki, henüz bu Vakanın nedenleri tarafsız bir gözle incelenmiş değildir. Ne ki, Vakanın tahrikçisi ve başlatıcısı kim, ya da kimler olursa olsun İkinci Meşrutiyet toplumunu kapsayan koşullar, daima böyle bir hareketi büyütecek, geliştirecek ve besleyecek nitelikteydiler, öyle de oldu.

                Önce, 31 Mart’ın öncü olayları, böyle bir hareketin tutabileceğini haber verdiler. Hareket başladıktan sonra, “İttihad-ı Muhammedi” adlı bir siyasi parti tarafından ve ayrıca çeşitli çevrelerce benimsendi ve yorumlandı.

                31 Mart Vakası gibi bir irtica (gericilik) olayının çıkabileceğini haber veren olaylar birkaç ay öncesinden başladı. Kör Ali isminde bir hoca, 7 Ekim 1908’de bir irtica parolası verdi: “Din ve şeriat elden gidiyor. Kadınlar yüzleri açık geziyor.” Kör Ali’ye göre, kadınlar sokağa çıkmamalıydı, fotoğraf çektirmek yasaklanmalıydı. Kör Ali, zamanın Padişahı Abdülhamid’e “Çoban isteriz. Çobansız sürü olmaz… Tiyatrolar kapanmalı… Korkma, tecelliyat var” demişti. Olay güç bastırılmış, elebaşılar ölüm cezasına çarptırılmıştı.

                İttihad-ı Muhammedi” adlı bir siyasi parti, 31 Mart olayından 8 gün önce kuruldu. Başkanı Derviş Vahdeti’dir. Kabarık bir sayıya varan kurucuları arasında Bediüzzaman Saidi İbni Mirza (sonraki adıyla Saidi Nursi) vardır. Volkan adlı gazete, fırkanın yayım organıdır. Volkan Gazetesi, 31 Mart Vakasının hazırlanışını, yorumunu ve idaresini üzerine aldığını, vaka süresince açık açık yazdı.

Bu olayların yanı sıra, zamanın Hükümeti bazı işlemler yaptı. Örneğin, Orduda önemli sayıda alaylı subaylar çıkarıldı. Hoca sınıfının (ilmiye’nin) askere alınması ile ilgili kanun tasarısı meclise verildi. Bu arada, Serbesti Gazetesi Başyazarı Hasan Fehmi Bey 24 Mart’ta, İstanbul’da, köprü üzerinde öldürüldü.

                “İttihad-ı Muhammedi”nin yayım organı Volkan Gazetesi, bu olaylar karşısında lavlarını saçtı.

                Olay şöyle gelişmişti:

                Rumeli’den İstanbul’a getirilmiş olan birliklerden 4’üncü avcı taburu Taşkışla’ya yerleştirilmişti. 31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) sabaha karşı bu taburdan bazı elebaşılar subaylarını kışlaya hapsetmişler ve Sultanahmet meydanında toplanmışlardı. 5-6 bin asker ve sivil İstanbul halkını, silah sesleriyle, dehşet içinde uyandırmışlar, “şeriat isteriz” haykırışları bütün şehri kaplamıştı.

                İsyancıların başında subay yoktu. Hamdi Çavuş, bölük emini Mehmet Kamacı Ustası Arif elebaşılar arasındaydı.

                İsteklerine gelince; kabine çekilmeli, Volkan’ın ilan ettiği dört beş kişi yurt dışı edilmeliydi. Alaylı subaylar geri alınmalıydı. Bu harekete katılanlar affedilmeliydi.

                Askerlerin başında hocalar da vardı. İstanbul bir savaş ve anarşi havası içinde kalmıştı. Her tarafta silah sesleri duyuluyordu.

                Meclisi Mebusan’a girmek isteyen bazı mebuslar öldürülmüş ve yaralanmıştı. Meclise gönderilen bir isyancılar heyeti de şunları istemişti: Dinsiz mebuslar atılmalı. Kız-erkek öğrenciler bir arada okutulmamalı. Alaylı zabitler yerlerine dönmeli.

                İstanbul’u saran bu cahiller çetesine hiçbir Harbiyeli ve mektepli katılmadı. İsyancılar silah depolarını yağma ettiler. Volkan Gazetesinde, alınan silahların geri verilmesini isteyen acıklı ilanlar yayınladılar. Matbaalar yağma edildi. Kadınlar tehdit edildi. Mektepliler, düşman ilan edildi.

                Derviş Vahdeti, Volkan’da şu satırları yazdı: “…4’üncü avcı Taburu 6’ıncı Alay namına kadınlarımızın Beyoğlu’nda vs. münasebetsiz yerlere, öyle açık saçık gitmemelerini istiyoruz. Evet, Biz de sizinle beraberiz… Lakin bize, matbuata, biraz müsaade ediniz ki, şimdiki halde pek büyük işlerle meşgulüz.”

                Bu “pek büyük işler” neydi? Bu “pek büyük işler” iktidarı ele geçirmekti. Derviş Vahdeti ve arkadaşları şöyle bir teze dayandılar: Devletin iki temel unsuru vardır. Biri ilmiye, diğeri de ordu. Askerin görevi, memleketi ittihatçılardan kurtarmak olacaktı. Ve burada bitecekti. Fakat ilmiyenin görevi devam edecekti. Ordu, siyaset alanından çekilince, devletin idaresi, iktidar, Derviş Vahdeti gibi sözde hoca takımının eline ve kontrolü altına geçecekti.

                Derviş Vahdeti takımının hangi ideolojiye hizmet ettiği bilinemez. Fakat tahrik ettiği, bilinçsiz ve masum kimseler mekteplileri düşman bildiler, her yeni olan şeye diş bilediler. Kurtuluşu ileride değil, mazinin kovuklarında, anlamadıkları şeylere bağlanmakta buldular. Bu kişiler için kravatları koparmak, plakları kırmak, kahvedeki resimleri alaşağı etmek işten bile değildi. Yaralama ve ölüm olaylarının, İstanbul’u saran dehşet havasının altında bu nedenler yatıyordu.

                31 Mart Vakasını, İttihat ve Terakki’nin sonu olarak yorumlayanlar arasında bir kısım basın da vardı. Vakanın serpintileri Bergama’da, Karahisar’da, Erzurum, Diyarbakır, Van’da çıkan isyancı hareketlerde görüldü. Adana ve Mersin’de de yağma ve yangınlar oldu.

                31 Mart Vakası 11 gün sürdü. Hareket Ordusu, 24 Nisan 1909’da İstanbul’a girdi, Başkenti bir çetenin saldırılarından kurtardı. Bu kurtuluşu sağlayanlar, Türk devriminin ön planda gelen seçkinleridir. Peyki Şevket Gemisi Komutanı Hüseyin Rauf Bey (Rauf Orbay), Yeşilköy Telgrafhanesinde Mahmut Şevket Paşa’nın yanına girdiği zaman, Paşa, Kıta Komutanı Ali Fethi Bey’in (Fethi Okyar) bir telgrafını okuyup, karşısında Hareket Ordusu Kurmay Başkanı (Erkânı Harbiye Reisi) Mustafa Kemal Bey’e (Büyük Atatürk’e) bu telgrafın karşılığını yazdırıyordu. Aynı gün İsmet Bey’in (İsmet İnönü) birliği de Yıldız Sarayı’nı kuşatmıştı.

                Divanı harpler kuruldu, isyancı elebaşılar suçlarını hayatlarıyla ödediler.

                31 Mart Vakasının bir irtica olayı olduğu tahrikçileri kim olursa olsun, açıkça ortaya çıktı. 31 Mart’çılar, din perdesi ardında, kendi sefil çıkarlarını gerçekleştirmek isteğindeydiler. Söylediklerinin, İslamlıkla ilgisi yoktu. Nitekim, 3 Nisan tarihli bildirisinde, Cemiyeti İlmiye-i İslamiye bu durumu açıkladı.

                31 Mart’çılar iktidara gelseler ne olacaktı? Tüm yazdıkları, yaptıkları ve söyledikleri birer birer elenirse, görülecektir ki, bu insanların istekleriyle bir devleti değil, bir ilkel toplumu bile idare etmeye olanak yoktur.

                Ne ki, masum insanlar, dinsel duygularını sömüren 31 Mart’çıları izlediler, bilmeyerek suçlarına katıldılar. Din sömürme olayları, ulusal yapımızın baş tehlikesidir. Büyük Atatürk’ün hatırasına saldıranlar aynı kafada olan insanlardır. Onları Şeyh Sait İsyanlarında, Menemen’de Kubilay’ların karşısında da gördük. Tümünü de, uyanık olduğumuzu bir kere daha belirterek, 31 Mart Vakası’nın 101’inci yıldönümünde, üzüntüyle hatırlıyor ve böyle gerici olayları bir daha yaşamamanın inancı ve kudreti içinde olduğumuzu belirtiyoruz.