| 
						 
						
						
						• ANAFİLYA YAZILARI 
						  
						
						Geçtiğimiz ay bir gecede kişi başı milli gelir 1750 
						dolar birden arttı. Vatandaş cüzdanına uzandı baktı, 
						boş… Şaştı kaldı… 
						
						
						Şaşkınlıklar peş peşe geldi. Kişi başına düşen milli 
						geliri 5 bin 480 dolardan 7 bin 500 dolara çıkaran AKP 
						iktidarının başı, bu kez zenginleşen vatandaşına “En az 
						üç çocuk doğurun” talimatı verdi.   
						
						
						Sokakları işsiz-güçsüz, aç, umutsuz insanlarla dolu 
						Türkiye’nin Başbakanı RTE, gün geçmiyor ki büyük laf 
						etmesin… 
						
						
						Ekonominin, kalkınmanın, sosyal dengenin, eğitimin, 
						sağlığın, hayatın her alanının en önemli ölçüsü, nüfus 
						ve nüfus artış hızıyken ülkeyi yöneten kişinin “En az üç 
						çocuk doğurun” demesi nasıl oluyor? 
						
						
						Bir ekmeği kaç kişi paylaşıyor, haberi var mı 
						başbakanın? Paylaşan sayısı arttıkça, aç kalan sayısının 
						arttığı gerçeğini bilmez mi Başbakan! 
						
						
						Donanımsız ve bilgisiz… 
						
						
						* 
						
						
						Her sözü tartışma yaratan Başbakan ve AKP’ye tepkiler 
						giderek yükseliyor… Bilim adamları, aydınlar, sivil 
						toplum kuruluşlarının açıklamalarına 9. Cumhurbaşkanı 
						Süleyman Demirel’de katıldı. Demirel, “Sokakları işsiz 
						çocuklarla doldurur, sokak çocukları yaratırsınız” dedi. 
						Türban konusundaki tarafsızlığını da bozarak, “Türban, 
						şeriat devleti arayan İslami cereyanların kullandığı 
						araçlardan biridir. Aslında göründüğü kadar masum 
						denecek cinsten bir şey değildir. (…) Bu zamanda böyle 
						bir meselenin yeniden Türkiye gündemine gelmesi ve 
						alevlenmesi Türkiye için talihsizliktir” açıklamasını 
						yaptı. 
						
						
						Ama Başbakan bildiğini okumayı sürdürüyor. Tepkilere, 
						eleştirilere kulak tıkayıp kızıp öfkeleniyor. Sonra da 
						“Öfke de hitabet sanatıdır” diyor  
						
						
						Vahim bir durum… 
						
						
						Ne yapalım, nasıl yapalım da Başbakanı bu durumdan 
						kurtaralım diye düşünürken Atlantiğin öte yakasından ABD 
						Başkanı Bush’un doktoru RTE’ye bir reçete sundu: 
						
						
						“Bol bol uyuyacak, enginar-deve dikeni karışımını 
						kaynatacak günde üç öğün aç karnına içecek…” 
						
						
						
						  
						
						
						
						* 
						
						
						
						  
						
						
						PEN’de kargaşa büyüyor… 
						
						
						Mart başında ikinci kez toplanan PEN Türkiye Merkezi 
						Yönetim Kurulu’nun 2008 yılında Duygu Asena adına ödül 
						verilmeyeceğini açıklaması üzerine Faruk Şüyun, yönetim 
						kurulundan istifa ettiğini açıkladı. Şüyun yaptığı 
						yazılı açıklamada “Başta Duygu Asena Ödülü’nün 
						sürdürülmesi konusundaki tutarsızlıklar olmak üzere, PEN 
						Yönetim Kurulu’nun laubali yaklaşımları nedenleriyle, 
						yönetim kurulu üyeliğinden istifa ediyorum” dedi. 
						
						
						Anlaşılan PEN Tarık Günersel’in başkan olmasından sonra 
						süratle güvenirliğini yitiriyor.  
						
						
						  
						
						
						* 
						
						
						  
						
						
						PEN üyesi de olan Semih Gümüş’ün yayın yönetmenliğini 
						üstlendiği Notus Öykü dergisinin “Yüzyılın 40 Romancısı” 
						seçkisi kıyameti kopardı… 
						
						
						135 seçicinin önerdiği 97 romancı arasından belirlenen 
						40 kişi dışında kalanlar dergiyi ve Semih Gümüş’ü 
						eleştiri yağmuruna tuttular. Listede yer almayan pek çok 
						ünlü yazar ile yine bir o kadar edebiyat eleştirmeni 
						çıkan sonucu içlerine sindiremediklerini açıkladılar. 
						135 adın, çoğunu çok iyi tanımasalar da, böylesine 
						iddialı bir belirleme için yeterli oldukları kanısında 
						olmadıklarını açıkladılar. 
						
						
						İnci Aral, “Bir değer ölçütü bulunmayan, gerekçeleri 
						açıklanmayan, daha çok önyargı ve duygusal yaklaşımlarla 
						oluşan “seçmece” listelerini önemsemiyorum ve bu tür 
						gereksiz soruşturmalara katılmıyorum. En doğru kararı 
						zaman verecektir” dedi. 
						
						
						Leyla Erbil,” Sürü müyüz ki, aynı taşradan, aynı köyden, 
						aynı kentten beslenmişiz gibi sıralamışlar bizi? Ayrıca 
						elli yaş, kırk yaş farklı kuşakları bir arada, eş 
						ankette yarıştırmak nasıl bir akıl? Moda deyişle bir 
						çeşit çevre baskısıyla tanımadığım kimselerce, ki 
						aralarında çok değer verdiklerim de çıkacaktır mutlaka, 
						‘20 numara’ olmamdan ‘teeddüp’ ediyorum; benden sonra 
						gelecek arkadaşlarımın önüne konulduğum için. 1 numara 
						olsaydım gene eş duyguyu taşırdım. Göğsüme sarı yıldız 
						takılmış gibi duyumsadım kendimi! Her yazar böyle 
						vitrinlenmekten hoşlanmaz. Bizim 1950 kuşağımız 
						özellikle, bu ahlakı hâlâ sürdürmektedir.” 
						değerlendirmesini yaptı. 
						
						
						Hasan Ali Toptaş, “Bu seçicilerin cevaplarının bir 
						sonucu. Herkesin 40 romancısı farklı olabilir, bunu 
						söylemeye bile gerek yok” derken, 
						
						
						Latife Tekin, Notos Öykü, benden de bu soruşturmayı 
						yanıtlamamı istemişti. Yanıtlamadım, çünkü yazarların 
						numaralandırılmasından hoşlanmıyorum. ‘En ayrımcılığı’na 
						karşıyım. Bu soruşturma sonuçlarını okuduktan sonra öyle 
						bir utanç duydum ki, Leyla Erbil’i aradım üzüntüyle; 
						Leyla Hanım sıralamada benden sonra yer aldığı için 
						mahcup oldum. Bazı yazarlar var ki, onları okumamış 
						olsaydık, yazdığımız gibi yazabilir miydik? Sabahattin 
						Ali, Bilge Karasu, on dördüncü, on dokuzuncu mudur bizim 
						edebiyatımızda? Hakkaniyetli bir seçim mi bu? Kimin 
						önemli, büyük yazar olduğuna bırakalım hayat karar 
						versin, soruşturmaların anlamı yok...” diye konuştu. 
						
						
						                Tahsin Yücel, “Rastlantısal bu seçimler, 
						edebiyatla yakından ilgilenenler için hiçbir zaman ölçüt 
						değil. Numaralandırılmak da güzel değil. Doğru dürüst 
						Türkçe yazamayan iki yazar, biri Orhan Pamuk, diğeri 
						Kemal Tahir; her ikisi de Sabahattin Ali'den önce 
						geliyor. Oysa bir ‘Kürk Mantolu Madonna’ ya da 
						‘Kuyucaklı Yusuf’un onlarla kıyaslanması edebiyata 
						hakaret olur. Pek üzerinde durmamak gerekir aslında” 
						dedi. 
						
						
						                Edebiyatta yeni isim olan Murat 
						Uyurkulak ise iyimserdi: “Onca romancı varken benim gibi 
						bir tıfılı da seçmeleri beni çok heyecanlandırdı. Böyle 
						sıralamalar izafi. Belli dönemlerde belli insanlar öne 
						çıkabilir. Kimin kalıp kimin gideceğini zaman 
						belirleyecek. İsmim Oğuz Atay kadar dayanıklı olur mu, 
						emin değilim. Ama Yaşar Kemal, tıpkı Cervantes ya da 
						Shakespeare gibi 400 yıl sonra da anılacaktır” yorumunu 
						yaptı. 
						
						
						                Edebiyatçıları ayağa kaldıran Notus 
						derginin yayın yönetmeni Semih Gümüş ise seçiciler için, 
						“Bu adların toplamının bugünkü edebiyat kamuoyumuzu 
						yaygın biçimde temsil ettiği de pekala kabul edilebilir” 
						savunmasını yaptı. 
						
						
						                “Yüzyılın 40 Romancısı” seçkisinin ilk 
						üç sırasını paylaşanlar şöyle: Yaşar Kemal, Oğuz Atay ve 
						Ahmet Hamdi Tanpınar.  
						
						
						Dördüncü isim mi? 
						
						
						Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk. 
						
						
						Kim ne derse desin Notus dergi bu değerlendirmesiyle 
						güçlü bir rüzgar estirdi, satışını da arttırdı. 
						 
						
						
						                
						
						Ne diyor denizci: 
						
						
						
						“Notus; 
						Güney Rüzgâr Tanrısı’dır, ‘Kaynatıcı Nefes’ anlamına 
						gelir… 
						
						
						*  
						
						
						Anne Frank’ın Hatıra Defterini anımsayacaksınız… 
						
						
						Frank, günlüğünde 7 Ocak 1944’te sözünü ettiği Peter 
						Schiff için “Ne aptalım. Size tek gerçek aşkımın 
						hikâyesini anlatmayı unuttum. Mahallemizde el ele 
						yürüyüşümüzü hala hatırlıyorum. O, uzun boylu ve 
						yakışıklı, ayrıca sessiz ve zeki biri. Gülüşüne 
						bayılıyorum” diyor. 13 yaşındaki Schiff’in 11 yaşındaki 
						Anne Frank ile çocukluk aşkı yaşadığı sırada çekilen 
						fotoğrafı geçenlerde Ernst Michelis adlı arkadaşı 
						tarafından Amsterdam’daki müzeye bağışlandı. Anne Frank, 
						Nazi işgali altındaki Amsterdam’da ailesiyle birlikte 
						iki yıl babasının ofisinde saklanmış ve o esnada 
						yaşadığı tüm sorunları yazmaya başlamıştı. 1944 yılında 
						aile yakalanmış, henüz 13 yaşındaki Anne Frank 1945 
						yılında Bergen-Belsen toplama kampında tifüsten yaşamını 
						yitirmişti. Babasının, kızının günlüklerini bulup 
						yayımlamasıyla Anne Frank’ın günlükleri bütün dünyaca 
						tanınmıştı. 
						
						
						  
						
						
						*  
						
						
						Fazıl Say rüzgârı dinmiyor… 
						
						
						Geçtiğimiz ay İsviçre, 2500 kişilik Lüsern Konser 
						Salonu’nu balkonlarına kadar dolduran bir dinletiye 
						tanık olmuştu. İzleyenleri hayran bırakan eser Fazıl 
						Say’ın 
						“Harem’de 1001 Gece” adlı keman konçertosu olmuştu. 
						Moldovalı genç kemancı Patrisia Kopatçinskaya’nın eşlik 
						ettiği eseri Türkiyedeki birçok müziksever de Habertürk 
						kanalının canlı yayınından izlemişti. Bir Türk 
						sanatçısını yabancı bir ülkede dinlemenin onur ve 
						gururunu yaşarken bundan sonra nerede diye düşünmüştük. 
						Çok geçmedi bu kez Anadolu’dan seslendi Fazıl. 
						
						
						2 Mart 2008 günü Eskişehir’de düzenlenen “Cumhuriyet, 
						Kültür ve Müzik” konulu açık oturum Fazıl Say’ın bir 
						saat süren kısa, ama muhteşem resitaliyle sonlandı.
						 
						
						
						“Selamünaleyküm”le söze giren ilk konuşmacı, yaşlı 
						delikanlı Fikret Otyam’ın “Bu söze alışın, çok yakında 
						sık kullanacağınız bir sözcüktür bu” açıklaması salondan 
						coşkulu bir alkış aldı. Otyam’ın “Siz, Atatürk gençliği 
						var olduğu sürece şeriat devletini ancak rüyalarında 
						görürler bunlar…” sözleriyse salonu çınlattı adeta.   
						 
						
						
						Konuşmacılar Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehlikeyi 
						vurguladılar. Basın Konseyi Başkanı ve Hürriyet Gazetesi 
						Başyazarı Oktay Ekşi, 1950’den beri karşıdevrim 
						yaşandığını söyledi. Ekşi: 
						
						
						“1950’den bu yana sanat ve kültür anlayışına saygı 
						göstermiş bir devlet adamıi herhangi  bir isim 
						hatırlıyor musunuz? Süleyman Demirel’in 9’uncu Senfoniyi 
						dinlemesi için bir 28 Şubat olayını yaşamaya mecbur 
						kaldık. Biz 1950’den bu yana bir karşı devrim sürecini 
						yaşıyoruz. Ve bu sürecin en dibe götürdüğü dönem bu 
						dönemdir” dedi. 
						
						
						Konuşmacılardan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Şükran Soner 
						ise Fazıl Say’ın türban isyanına değinerek, “Fazıl 
						bireyleri harekete geçirdi. Bireylerin harekete geçmesi 
						gerekiyordu. AKP bundan korkmalı…” değerlendirmesini 
						yaptı. 
						
						
						Etkinlik Fazıl Say’ın “Bir Sergiden Tablolar” ve kendi 
						bestesi olan Kara Toprak’ı seslendirdiği resitaliyle 
						sona erdi. 
						
						
						Eskişehir’in ardından Ankara’da Fazıl Say ve babası 
						Ahmet Sayla Eymir gölü kıyılarında müzik dışı sohbetle 
						karışık bir sabah yürüyüşü yaptık, çay içtik. Fazıl 
						kaygılıydı, “AKP çağdaş kültüre düşman” diyerek söze 
						başladı. “Aydınlanmayı engelleyecek yollar aranıyor, 
						tepkiliyim. İktidarın dayatmaları sonucunda bireyler, 
						yaşamlarının tehdit altında olduğunu gördüler şimdi. 
						AKP’ye karşı muhalefet yapan milyonlar var. Bireylerin 
						harekete geçmesi en büyük muhalefettir” dedi. 
						
						
						Aziz Nesin’in yıllar önce söylediği “Türkiye’nin yüzde 
						60’ı aptaldır” sözünü Fazıl Say’ın “Biz yüzde 30, onlar 
						yüzde 70” sözüyle karşılaştıracak olursak Fazıl geride 
						kalıyor. Çünkü Nesin, sonradan yaptığı açıklamada, 
						“Kenan Evren’e oy veren kadar.” Demişti. O da yüzde 92… 
						
						
						Neyse… 
						
						
						“Anadoludan çıkan uluslararası bir sanatçıyım” diyen 
						Fazıl, çoksesli klasik batı müziğinin piyano sesleri, 
						yorumları, bestelerinde bu bileşkenin sürekli var 
						olabilmesinin sırlarını sorgulamaya çalışıyor. 
						
						
						Bu arada Fazıl’ın yeni beste projesini de duyuralım: 
						Şeyh Bedrettin Destanı. 
						
						
						* 
						
						
						
						                Fazıl’la bir televizyon programında 
						tartışan ve “Göbek kaşıtan” görüşleri ile tanınan AKP 
						Milletvekili Osman Yağmurdereli televizyonlardaki 
						dedikodu programlarından birisinde “türban” ve 
						“demokrasi” konusuna açıklık getirmiş. 
						
						
						
						                “Saçını bağladı da problem, açtı da 
						problem. Zaten 17-18 yaşında genç kızın, üniversite 
						çağında bir genç kızımızın aile baskısı vardır. 
						Babasının isteği, annesinin isteği doğrultusunda 
						olabilir. Bir genç kız evlendikten sonra durumu ortaya 
						koyar. Kocası derse ki, ‘Hayır hanım açacaksın’, 
						açacaktır. ‘Yok böyle kalacaksın’, kalacaktır. Yani 
						ülkede demokrasi varsa kimse kimsenin giydiğine, 
						kıyafetine karışmayacaktır.” 
						
						
						
						                Yani ne demek istemiş: 
						
						
						
						                Türban hakkı 18 yaşına kadar anne 
						babanın görüşleri doğrultusunda evlendiğinde ise, koca 
						tarafından güvence altına alınır. 
						
						
						
						Ne denir, dibine ışık veren AKP’nin ampülü de 
						aydınlatamamış Yağmurderliyi… 
						
						
						  
						
						
						* 
						
						
						Fazıl ve Fazıl gibi düşünenler iktidarın Türkiyeyi 
						karanlığa sürüklediğinin bilincindeler. İktidar 
						aydınlanmaya karşı. İktidar sanat’a, kültür’e edebiyat’a 
						karşı. Hükümet edenler için heykel, içine tükürülecek; 
						bale, belden aşağı; resim, bazı yerleri örtüyle 
						kapatılacak sanattır. 
						
						
						Büyük usta Rıfat Ilgaz’ın dizeleriyle duyarlı 
						insanlarımıza seslenelim:  
						
						
						  
						
						
						Kaldır başını kan uykulardan  
						Böyle yürek böyle atardamar  
						Atmaz olsun  
						Ses ol ışık ol yumruk ol  
						Karayeller başına indirmeden çatını  
						Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm  
						Alıp götürmeden büyük denizlere  
						Çabuk ol. 
						
						
						  
						
						
						
						                Sağlıkta, Huzurda, mutlukta kalınız…  |