|  | 
						
						YASAKLAR 
						
						Yasak, insan yaşamının değişmez bir öznesidir. Yer 
						kürenin her köşesinde yasaklar vardır. Örneğin Fransa’da 
						demiryolunda öpüşmek yasaktır. Kanada’da yağmur yağarken 
						çimler sulanamaz. İtalya’da etek giyen erkekler 
						tutuklanır. İskoçya’da inek sahiplerinin sarhoş olması 
						yasaktır. Avustralya’da çocukların sigara satın alması 
						yasak, içmesi serbesttir. ABD’nin Alabama eyaletinde 
						metro’da sakız çiğneyen tutuklanır. Connecticut 
						eyaletinin 
						Hartford 
						kentinin New Britain beldesinde kamyonların hız sınırı 
						50 km/saattir. Bu itfaiye araçları için de geçerlidir. 
						
						
						Türkiye’de de yasaklar vardır, parmak ısırtır… Kimi 
						belediyeler hiçbir yasal dayanağı olmayan, gücünü 
						Anayasa ve yasalardan almayan keyfi yasak koyarlar. 
						Örneğin; parklarda içki yasağı, türbansız girilemez 
						yasağı, badem bıyık olmayan erkekler işe alınmaz yasağı 
						gibi. Bazı cezaevi yöneticilerince uygulanan önlemler de 
						gülmece dergilerine konu olacak niteliktedir. Örneğin; 
						Bolu F Tipi Cezaevi’nde, kadın mahkûmlar “siyah renk” 
						dışında don giyemez! Yine bu cezaevi sakinleri çöp 
						kutusu kullanamaz. Tekirdağ F Tipi’nde ise, erkek mahkûm 
						kolye takamaz, yasaktır… 
						
						
						YSK’nın da kendine özgü yasakları vardır. Örneğin der 
						ki: 
						
						Propaganda için kullanılan el ilanları ve yayınlar 
						üzerinde, Türk bayrağı, dini ibareler bulundurulamaz. 
						Sonra, Radyo-TV ve diğer propaganda çalışmalarında, 
						Türkçeden başka dil konuşulamaz, yazılamaz… 
						
						Erk ve yasak birbirini sever. Ülkemizdeki çoğu dayatmacı 
						düşünce, bürokrasiyi ele geçirmek için amansız bir savaş 
						içindedir. Ard arda gelen tutuklamalar, sürgünler, toplu 
						kıyımlar yazarları, gazetecileri adeta şaşkına çevirir… 
						Yasaklar sınır tanımaz. Hani uyarıcı, koruyucu yasaklar 
						olsa tamam da, yapıcı değil yıkıcıdır bu yasaklar. 
						
						Çağ dışı bu anlayış özellikle düşün ve yazın dünyasında 
						günah keçileri arar bulur. Türkiye’nin aydınlanması 
						adına bildiğini, gördüğünü yazanların eserleri 
						yasaklanır. Tarihimiz ile ilgili gerçekler göz göre göre 
						çarpıtılır. Yetmez, büyük kurtarıcıya, Cumhuriyeti 
						kurana da dil uzatılır. Siyasi iktidar hırsının 
						hedefinde gençliği suskun, paylaşımdan hakkını alamayan 
						ve düşünmesi engellenen, emekçi bir kesim vardır. İnsana 
						saygısız bu düzende kayıp gider Türkiye… 
						
						
						Katolik kilisesinin Dante’den Balzac’a, Montaigne’den 
						Kopernik’e, Spinoza’dan Luther’e uzanan 400 yıllık 
						yasaklar listesinde Hitler’in yasaklanmamış olması 
						dikkat çekicidir. Darwin görmezden gelinmiş, Marx, 
						Freud, Nietzsche Schopenhauer de yasaklanmayanlar 
						arasında sayılmıştır. Listeye sonradan Sartre ve Andre 
						Gidé eklenmiştir. Yasaklanan kitapların başında Luther, 
						Calvin ve diğer Protestan reformcuların kitapları gelir. 
						Latince ve İtalyanca dışındaki tüm İnciller 
						yasaklanmıştır. Tevrat ve Kur’an da yasaklı kitaplar 
						arasına alınmıştır. Vatikan’ın bu listesi sürekli 
						yenilenerek 1559-1966 yılları arasında yürürlükte 
						kalmıştır. Ve bu süreçte, uygar (!) Batı’da bilim, 
						edebiyat alanında insanlığa büyük katkılar sağlayan kişi 
						ve yapıtların neredeyse tamamı yasaklanmıştır. 
						
						
						1923 yılında Türkiye’nin insanlık anlamında Batı’dan bir 
						adım önde olduğu görülür. Faşist 
						
						rejimlerden kaçan bilim adamlarına kucak açan genç 
						Cumhuriyet, yabancı konuklarının katkılarıyla 
						kalkınmasına, sağlıklı düşünmesine, bir anlamda 
						yükselişine temel oluşturmuştur. Ama Cumhuriyetle 
						başlayan karşı devrim, ülkemizin aydınlanmasına sürekli 
						köstek olmuş, özünde taşıdığı yasakçı zihniyeti 
						bugünlere taşımıştır.  
						
						Şimdi öyle bir noktaya gelindi ki, şeriat özleminde olan 
						siyasi erk, Atatürk ilkelerinden söz edenleri, 
						Cumhuriyeti koruyan ve kollayanları içeri tıkmaya, 
						düşüncelerini susturma peşine düştü. Yasaklar iktidarın 
						öznesine dönüştü. Kitle iletişiminin en güçlü ve etkili 
						aracı olan televizyon, aydınlanma karşıtı bir silah 
						olarak kullanılmaya başlandı. Ne zaman başladı bu? Taa 
						1968’lerde… TRT Televizyonu Ankara’da deneme yayınlarına 
						başladığında. Konumuz bu, anlatmaya çalışacağız… |