| 
						 
						
						AÇIK ÇEKMECE 
						
						
						A.Şebnem Soysal 
						
						
						  
						
						
						  
						
						
						Saat 19.00 suları, Hamamönü… 
						
						
						Saat kulesini çevreleyen banklardan birine oturdum. Bir 
						zamanlar modernliğin simgesi olan bu saat kulesi, bugün 
						bana değişen zamana karşın, sabit bir mekânda sıkışmış 
						olduğumu hissettiriyor. Ardımdaki ciğerci, terzi ve 
						bakkal, karşımdaki kahvehane bu hissi yaratmış olabilir. 
						Bir de elimde tuttuğum kitap… 
						
						
						Açık Çekmece, bir kitap için oldukça davetkâr bir isim. 
						Elimi çekmeceye soksam kim bilir neler bulacağım diye 
						düşünüp, muzipçe gülümsüyorum. Çünkü, kitap geçmişin 
						izlerini bugüne getiriyor. 40’lar, 50’ler ve 60’lar 
						Ankarası… Böyle bir kitabı okumak için Hamamönün’den 
						güzel mekân mı olur diye düşünüyorum. Başlıyorum kitabın 
						sayfalarını çevirmeye. Ahmet Say’ın sunuşu karşılıyor 
						beni. Herhangi bir anı kitabını elimde tutmadığımı 
						anlıyorum o vakit. Ahmet Say okurun kulağına fısıldıyor 
						çünkü, “dikkatli bir okur, yakın tarihin krokisini 
						çıkarabilir anı kitaplarından…” 
						
						
						Çekmeceyi araladığımda arı, duru bir dil sarıveriyor 
						zihnimi. Konuşur gibi ama bir o kadar da özenle kaleme 
						alınmış Açık Çekemce. Bir solukta elli sayfayı zihnime 
						indiriyorum. Yazar, okuru satırlarında tutmayı çok iyi 
						biliyor. Tam olaylar yumağında kaybolacakken bir şairin 
						dizleri ile buluyorsunuz. 
						
						
						“Ulan Ankara, ben senin oğlun değil miyim, 
						
						
						Kasketimin altında tepeden tırnağa bozkır, 
						
						
						Gönlümde ıslık ıslık bir türkü çağırır...” 
						
						
						Attila İlhan’ın dizelerini okuyunca içim bir hoş oluyor. 
						Başımı kaldırıp hareketlenen sokağa bakıyorum. Cahit 
						Külebi, Cemal Süreyya, Nazım Hikmet ve diğerlerini 
						okuyorum. Sıra Orhan Veli’ye geldiğinde Karacabey 
						Hamamı’yla yüzleşiyorum. 
						
						
						“(…) Lağımcının hamam riyasıdır, / Rüyaların en güzeli, 
						/ Uzanır yatar göbek taşına, / Tellaklar gelir dizilit 
						yanı başına, / Biri su döker, / Biri sabunlar,/ Elinde 
						kese sıra bekler biri, / Yeni müşteriler girerken içeri, 
						/ Lağımcı, pamuklar gibi çıkar dışarı.” 
						
						
						Kitabın sayfaları arasındaki yolculuğum ilerledikçe 
						yarım yüzyıl öncesindeki Ankara’yı düşünüyorum. İsmi 
						değişmiş, artık esamesi okunmayan mekânlar bir bir 
						geçiyor gözümün önünden. “Akman…” diye mırıldanıyorum 
						belli belirsiz, içim sızlayarak. Siyasi çekişmelerin, 
						kısır tartışmaların gölgesindeki gri şehirden 60’ların 
						renkli dünyasındaki Ankara’yı önce bir çocuğun sonra da 
						bir delikanlının gözlerinden görmek ise çok keyifli. 
						
						
						Açık Çekmece’den, aklıma yazdıklarıma gelince… Üçüncü 
						bölümü çok sevdim ben. Her daim çocukluğumu cebimde 
						taşıdığımdandır belki. Gazete Solfasol, Oyuncak 
						Müzesi’ne götürür ilerleyen sayılarda bizi. Yaşarız 
						çocukluğumuzu doyasıya. Selim Esen’in tenekeden yapılmış 
						buharlı botunun izini süreriz orada. Beşinci bölümdeki 
						Kenan Öner ve Hasan Ali Yücel davası… Ama en çok 
						dikkatimi çeken dönemin kitap ve dergileri, dinlenilen 
						müzikler, edilen danslar ve gidilen mekânlar… 
						
						
						Çekmecenin yarısını bile göremeden kitabın bitmesi biraz 
						burukluk yaratıyor. Ama, yazar son noktayı koymamış. 
						Belki bu sonbahar Selim Esen’in kaleminden 70’ler, 
						80’ler ve 90’ların Ankara’sını okuruz. 
						
						
						Selim Esen- 2010 Açık Çekmece, Evrensel Basım Yayın, 245 
						sayfa… 
						
						 |