| 
						 
						
						
						ELE AVUCA SIĞMAZ BİRİDİR SELİM ESEN 
						
						
						
						Celal İlhan 
						
						
						  
						
						
						  
						
						
						Değerli Dostlar, 
						
						
						
						Önümüzdeki kitapla; bir halk deyimine yaslanarak 
						söylemek gerekirse, “Durmuş durmuş, turnayı gözünden 
						vurmuştur.” Yeni kitabı çıkan yazarlara sorulan 
						alışılmış bir soru vardır hani, “Sayın bilmem kim, neden 
						böyle bir kitap yazmak gereksinimi duydunuz derler.” Ben 
						Esen’e tam tersini sormak istiyorum, bu kitabı kaleme 
						almak için bu güne değin neden beklediniz? Kendine göre 
						nedenleri vardır kuşkusuz. Burada, bunlardan da söz 
						ederse sevineceğim. Açık Çekmece’nin mutlu bir başlangıç 
						olduğunu söylerken, Esen’in, erişkinlik dönemiyle, iş 
						yaşamıyla ilgili daha kapsamlı, aydınlatıcı çalışmalarla 
						karşımızı çıkacağından da kuşku duymadığımı belirtmek 
						isterim. 
						
						
						
						Doğup büyüme Ankaralı dostumuz, ona hakkını vermeyi bir 
						borç bir insani gereklilik olarak görüyor belliki. 
						Yaşadığı yeri-çevreyi yazma sorumluluğunu ciddiye alan 
						bir arkadaşınız olarak; on yıl önce köyümün kitabını 
						yazmış, bundan büyük hoşnutluk duymuş, yazın çevresine 
						ilk adımımı da o yolla atmıştım. On yıl sonra da bunu 
						küçümsememek gerektiğini düşünüyorum. Köy, toplum 
						yaşamının çekirdeği ise ki bence öyledir; onu yazmak, 
						irdelemek, içindeki büğüyü ve cevheri ortaya çıkarmak, 
						özümüzü tanıyabilmenin, kenti anlayabilmenin de ön 
						koşuludur denilebilir. 
						
						
						
						Esen, bir derviş, bir gezgin gibi dolaşır Ankara’da. 
						Dili alaysı, akıcı ve sevecendir. Bir şeyleri 
						anımsatması, “unutmayın bunları!” diye ısrar etmesi 
						rahatsız etmez okuru. Sevdiğinin unutulmasını kim iste 
						ki. Ankara’yı, şairiyle, yazarıyla, siyasetçisiyle, 
						sokak satıcısıyla ve içinde kendini oluşturduğu 
						okullarıyla seviyor Esen. Ailesine de çok tutkun, 
						annesini babasını ve kardeşlerini hep yanında görüyoruz. 
						Kitabının her sayfasında bu büyük kucaklaşmayı, sevgiyi 
						görür, hissedersiniz. 
						
						
						
						Sevgi sinmiştir kitabın her sayfasına. 
						
						
						
						Böylesine sevilmesi, okunması, ses getirmesi ondandır. 
						
						
						
						Açık Çekmece’nin ön sayfalarından parça parça aldığım 
						bölümlerin, sözünü ettiğim incelikleri, duyarlılıkları 
						nasıl yansıttığını birlikte görelim. 
						
						
						
						Esen’in, Ankara tanımlaması yabana atılır olmadığı gibi 
						oldukça gerçekçi bir tanımlama. Şöyle diyor Selim Esen, 
						
						
						
						“Tarih zenginliği, uygarlığı ve kentsel görünümüyle 
						hayranlık uyandıran bir mekândır Ankara. Her semti ayrı 
						bir kişilik taşır. 
						
						
						
						Birçok ünlü şair yazar bu kentte doğmuş-büyümüş 
						sorunlarını, düşüncelerini, duygularını bu kent de 
						yaşamıştır. 
						
						
						
						Ünlü aydınlar, bilim adamları, devlet adamları 
						yetişmiştir. 
						
						
						
						Ankara, hem Büyük Millet Meclisi’ne hem Cumhuriyet’in 
						kuruluşuna gönül vermiş, kucak açmıştır. 
						
						
						
						Ahmed Arif, Attila İlhan bu kentin çocuklarıdır. 
						
						
						
						A. Arif, oturduğu mahalleden, “Gecekondularda hava 
						bulanık puslu, Altındağ gökleri kümülüslü…” diye 
						söylenirken, Attila İlhan’ın, 
						
						
						
						“Ulan Ankara, ben, senin oğlun değil miyim 
						
						
						
						Kasketimin altında tepeden tırnağa bozkır, 
						
						
						
						Gönlümde ıslık ıslık bir türkü çağrılır” 
						
						diye ünlediğini anımsatır bize. 
						
						
						
						Esen, “Kale, Hacı Bayram Veli, Vehbi Koç’un bakkal 
						dükkânı buradadır” diyerek sürdürür içtenliğini. 
						
						
						
						Gözde Şairleri; Cahit Külebi, Cemal Süreya ve Orhan 
						Veli’dir. 
						
						
						
						‘Cebeci köprülerinin korkulukları, 
						
						
						
						 Kara boyalı, 
						
						
						
						 Daha böyle köprülerden geçersin çok 
						
						
						
						 Cahit Külebi…’ 
						
						diye anar ilkini. 
						
						
						
						Cemal Süreya. 
						
						
						
						“Ey Ankara 
						
						
						
						 Ey iyi kalpli üvey ana” 
						
						dizeleriyle aklında kalmıştır Esen’in. 
						
						
						
						“Altındağ’da, Mehmet Akif Parkı’nın karşısında, 
						1600’lerden kalma, bugün de hizmet veren Karacabey 
						Hamamı vardır. 
						
						
						
						Orhan Veli bir şiirinde bu hamamı ve garip müşterisini 
						şöyle anlatır: 
						
						
						
						“(…) Lağımcının hamam rüyasıdır 
						
						
						
						Rüyaların en güzeli 
						
						
						
						Uzanır yatar göbek taşına 
						
						
						
						Tellaklar gelir dizilir yanı başına 
						
						
						
						Biri su döker 
						
						
						
						Biri sabunlar; 
						
						
						
						Elinde kese sıra bekler biri 
						
						
						
						Yeni müşteriler girerken içeri 
						
						
						
						Lağımcı, pamuklar gibi çıkar dışarı.” 
						
						
						
						Pek çok şey yazılmış, söylenmiştir Ankara için, ama hâlâ 
						söylenecek söz, çekilecek fotoğraf, yapılacak resimleri 
						vardır bu kentin” diye tamamlar giriş bölümümü. 
						
						
						
						Kimi zaman da olaylara dışarıdan, uzaktan bir bakışla 
						karşılaşırsınız kitapta. 
						
						
						
						Dünyanın gidişiyle, kan-revan haliyle ilgilidir bu 
						bakış. 
						
						
						
						Esen, ilginç bir rastlantıyla başlar değerlendirmesine. 
						
						
						
						“Yılın, yüz yirmi sekizinci günü, 08 Mayıs 1943’te, bir 
						cumartesi günü doğmuşum” der ve sürdürür: 
						
						
						
						“Doğduğum mayıs ayı, savaşın Avrupa ve Asya’da en 
						şiddetli yaşanan dönemi. İnsanlar aklını yemiş gibi. 
						Uygarlık, insanın yaratıcılığı, buluşlar, gelişmeler her 
						şey savaş içinmiş sanki. Fabrikalar hiç durmadan savaş 
						makineleri üretiyor. Dünyaya gözümü açtığım 8 Mayıs 1943 
						günü Almanlar, beş ölüm makinesi denizaltıyı suya 
						indirmişler. 1940-44 yılları arasında, savaş nedeniyle 
						Nobel edebiyat ödülü de verilememiş. 
						
						
						
						O günleri çocuk olarak, savaştan habersiz, büyüklerin 
						kaygılarından uzak bir düş dünyasında korkusuz yaşamak 
						çok güzel. 
						
						
						
						1945 yılının 8 Mayıs günü: Hitler Almanya’sının 
						çöküşüne, Fransa’nın kurtuluşuna; Cezayir’e, Fransa 
						eliyle uygulanan soykırıma tanıklık eden çelişkilerle 
						dolu bir gündür. 
						
						Avrupa’nın derin bir soluk aldığı o gün, Fransa’nın 
						egemenliği altında kalan Cezayir için yas günü 
						olacaktır.  
						
						
						Çocukluğumuzu yaşadığımız o yıllarda, Türkiye’nin 
						başkentinde korku ve açlığın yanı sıra bunlar da 
						konuşuluyordu.” 
						
						
						Babası, ünlü hukukçu Bülent Nuri Esen’in Londra’dan 
						yazdığı mektup var kitabın sonunda, ilginç ayrıntılar 
						taşıyan bir mektup bu. Selim Esene yazılmış. Şöyle 
						bitiyor mektup: 
						
						
						“Anneni üzme, Tanrıya emanet ol oğlum” 
						
						
						Demek oluyor ki Selim, hiçte halim selim bir çocuk 
						değilmiş, yaramaz biriymiş. Şimdiki halinden de belli 
						ya. Açık Çekmece’den bunu da doğrulatmış oluyoruz.
						 
						
						
						Selim Esen, kitabının sonunda; 
						
						
						“Hep iyi şeyler yazmak, iyi şeyler söylemek isterdim” 
						diye hayıflanır. Hiç gerek yoktur hayıflanmasına. Çok 
						iyi biliriz ki inişi-yokuşu, acısı-tatlısı, gelgitleri 
						vardır yaşamın. Yazarın görevi de bunları bilincinin 
						süzgecinden geçirip, yüreğinin sıcaklığını katarak, 
						olabildiğince yansız bir biçimde geleceğe ve okura 
						aktarmaktan başka şey değildir. 
						
						
						Açık Çekmece’nin yazarı, bunu hakkıyla yapmış ve 
						başarmıştır.  
						
							
 
								
								
								
								 
								
								[1] 
								Celal İlhan’ın 19 Şubat 2011 günü Kanguru 
								Kültür-Sanat Merkezi’nde yaptığı konuşma. Diğer 
								konuşmacılar Mehmet Aydın ve Can Gazalcı… 
   
						 
						 |