|
HAKKINDA YAZILANLAR
“Kendileri”
Dinçer SEZGİN
29.12.2007, Radikal Gazetesi
Bu yazı 2007’nin son Esintiler’i. Bir yılı eskittik,
yeni bir yıla giriyoruz. Yeni yılın, 2007’ye hiç
benzememesini diliyorum. Barış, güven, huzur, paylaşım,
savaş, kan, ölme /öldürme, sevgi, yaşamsal sorunlar vb.
konularda geçtiğimiz yıl isteyip, özleyip, umut edip de
bulamadığımız, elde edemediğimiz ne varsa, tümünün, hiç
değilse bir kısmının gerçekleşmesini diliyorum. Bu
dilekle hepimizin yeni yılını şimdiden kutluyorum. Biten
yılın son yazıları genelde bir hesaplaşma niteliğini
taşır. Ben böyle bir hesaplaşma yapmayacağım. Yalnızca
geçtiğimiz perşembe gecesi yayınlanan ve Abbas Güçlü’nün
hazırlayıp sunduğu “Genç bakış” programından söz
edeceğim. Çünkü, yayını gece saat yarımda başlayan ve
sabaha karşı dörtte biten bu program nerelerden nerelere
geldiğimizin çok net bir göstergesi, bir anlamda
hesaplaşması idi. Bir yandan böyleydi, bir yandan da
konusu gereği, beni alıp, 30-35 yıl geçmişe götüren ve
anılarımı tazeleyen bir yapımdı.. Programın konusu
Fazıl Say’dı. Dolayısıyla onun, başka bir ülkeye göç
etme düşüncesi ile ilgili bir tartışma, bir yorum ve
eleştiri içerikli bir paneldi… Marmara Üniversitesinin
konferans salonunda gerçekleştirilen yapımın üç konuğu
vardı. Kültür eski bakanı Fikri Sağlar, CHP eski
milletvekili Berhan Şimşek ve halen AKP milletvekili
olan Osman Yağmurdereli. “Genç bakış”ı ayrıntılamadan
önce bir raslantıdan söz etmem gerekiyor. Fazıl Say’ın
babası Ahmet Say’ın otuz yıl önce çıkardığı Türkiye
yazıları dergisinde, 1977 ile 1982 arasında, 72 sayı
süren bir dizi özyaşam öyküsü yayınlanmıştı. Özyaşam
öyküleri “Kendileri” genel başlığı ile çıkıyordu
dergide. .Edebiyatımızın ünlü 27 şair ve yazarlarına
ısmarlanan ve kendi kalemlerinden çıkan bu özyaşam
öyküleri o günlerde çok tutulmuş ve beğeni ile
okunmuştu. Aradan koskoca bir otuz yıl geçti. Geçtiğimiz
hafta, kargo ile bir kitap geldi. Paketi açtım, yüreğimi
titreten bir kitap çıktı ortaya. Şimdi emekli ama, o
tarihlerde TRT kurumunun en iyi muhabirlerinden, haber
yöneticilerinden biri olan Selim Esen, Türkiye yazıları
dergisinde çıkan o yazıları toplamış, 480 sayfalık bir
kitap haline getirmiş ve ayni adla “Kendileri” adıyla
yayınlamış. Bu günlerde o kitabı okuyorum. Televizyonda
Fazıl Say’ın göçüyle ilgili bir program, elimde bu
kitap, uçup gittim elbette 30, 35 yıl öncesine. Türkiye
yazıları dergisinde binim de yazılarım, öykülerim,
eleştirilerim yayınlanıyor. Ahmet Say’la çok iyi iki
arkadaşız. Aşağı yukarı yaşlarımız, siyasal görüşlerimiz
ayni. Şimdi uzaktan bakıyoruz ama, o tarihlerde içki
içmeyi de seviyoruz. Fazıl beş altı yaşlarında., Mithat
Fenmen hocadan ders alıyor. Biz Ahmet’le söyleşirken o,
piyanosunun başında, oturduğu tabureden sarkan ayakları
henüz yere değmiyor, ama durmadan, saatlerce, babasının
denetiminde çalışmasını sürdürüyor. Ahmet Say’ın müzik
bilgisi ve kültür müthiş.. Çünkü o da konservatuar
mezunu. Anılarımdaki Fazıl, tabureden sarkan ayakları
yere değmeyen Fazıl geliyor gözlerimin önüne. Liszt,
Beethoven, Mozart çalıyor. Küçücük parmakları tuşlarda
geziniyor.. Televizyon programına katılan konuşmacılar
ondan söz ediyor. Onu eleştiren de var göç konusunda,
haklı bulan da.. O küçük Fazıl şimdi, dünyanın bir
numaralı piyano virtüözlerinden biri. Aynı zamanda
besteci. Dünyanın alkışladığı bestelere imza atmış bir
dev adam. Sanata, müziğe önem vermeyen bu yöneticilerin,
bu politikacıların hükmettiği ülkede yaşanmaz diyor.
Hepimiz söylüyoruz bunu. Bunlar yüzde yetmiş diyor.
Sanata ve sanatçıya değer veren bir ülkeye göçmek
geçiyor içimden, diyor. Bizler de söylüyoruz bunu. Ve,
sen misin bunu söyleyen. ‘Gidersen git’ diyen mi, ‘çek
git, kimsin sen’ diyen mi, ‘ne sanıyor kendini bu adam’
diyen mi ararsınız. Yüzde yetmiş, böyle söylüyor onun
için. O, Metin Altıok ağabeyi için, hani Sivas’ta yaktı
ya yobazlar, onun için müthiş bir eser bestelemiş, onun
icrasına izin vermiyor yobazlar grubu. Dünyanın bir
ucunda bir çocuk ağlasa, bir çocuk öldürülse, bir anne,
bir baba, bir kardeş; yani bir insan öldürülse, kurşuna
dizilse, burada Fazıl Say’ın yüreği kan ağlıyor.
Gidersen git’ diyenler, onun kan ağlayan yüreğini bir
bilseler, o yüzde yetmişi oluşturanlar, o yürekteki
insan sevgisini bir bilseler, bu sözleri etmeyecekler. O
yürek onlarda olsa, onlar da, insana ve sanata beş
paralık değer verilmeyen bir ülkeden çekip gitmeyi
isteyecekler ve Fazıl’a hak verecekler. Ama o yürek yok
onlarda… Yürekleri ancak ‘gidersen git, ne sanıyorsun
kendini’ diyecek kadar yakın bir sanatçı yüreğine.
Elimdeki kitap, televizyonda adı anılan o güzel insanın
anıları, deliş deşik oluyor yüreğim. Kendine sanatçı
diyen bir konuşmacı van panelistlerin arasında. O da
bilmiyor Fazıl’ın yüreğindeki sancıyı. Onu ülkesini
sevmemekle, ülkesine ihanet etmiş olmakla, bu istekte
bulunan Fazıl’ı ülkesine karşı ayıp etmiş olmak
suçluyor. Programın sonunda Fazıl, telefonla yanıt
veriyor, kendisini suçlayanlara. Ve “İşte diyor, halen
milletvekili olan ve kendisine sanatçıyım diyen kişiyi
işaret ederek, bunların yüzünden gideceğim bu ülkeden.
Yoksa ben ülkemi çok seviyorum”. Salonu dolduran Marmara
üniversitesi öğrencileri Fazıl’ı çılgınca alkışlıyorlar.
Program sorumlusu Abbas Güçlü, izleyenler arasında bir
oylama yapıyor. “Fazıl’ın yerinde olsaydınız ayni sözü
söyler miydiniz?”Programın bitimine doğru oylama
sonuçlanıyor: “Gitmek isterdim diyenler % 70, istemezdim
diyenler %30” Fazıl gülerek, “Görüyorsunuz diyor
gülümseyen bir sesle, benim verdiğim sayılar yanlış
değilmiş demek ki”.İçinde beş İzmir’li şair ve yazarın
bulunduğu “Kendileri” adlı kitabı masaya bırakıyorum.
Gecenin o saatinde sevgili Selim Esen’e, Ahmet ve Fazıl
Say’a bir güvercin uçuruyorum. Güvercin emeklerine
duyduğum saygıyı ve sevgilerimi götürüyor onlara. |