Fazıl Say ve Emin Çölaşan ile, Abant-Mart 2009

 
   
 

HAKKINDA YAZILANLAR

“Kendileri”

Dinçer SEZGİN

29.12.2007, Radikal Gazetesi

Bu yazı 2007’nin son Esintiler’i. Bir yılı eskittik, yeni bir yıla giriyoruz. Yeni yılın, 2007’ye hiç benzememesini diliyorum. Barış, güven, huzur, paylaşım, savaş, kan, ölme /öldürme, sevgi, yaşamsal sorunlar vb. konularda geçtiğimiz yıl isteyip, özleyip, umut edip de bulamadığımız, elde edemediğimiz ne varsa, tümünün, hiç değilse bir kısmının gerçekleşmesini diliyorum. Bu dilekle hepimizin yeni yılını şimdiden kutluyorum. Biten yılın son yazıları genelde bir hesaplaşma niteliğini taşır. Ben böyle bir hesaplaşma yapmayacağım. Yalnızca geçtiğimiz perşembe gecesi yayınlanan ve Abbas Güçlü’nün hazırlayıp sunduğu “Genç bakış” programından söz edeceğim. Çünkü, yayını gece saat yarımda başlayan ve sabaha karşı dörtte biten bu program nerelerden nerelere geldiğimizin çok net bir göstergesi, bir anlamda hesaplaşması idi. Bir yandan böyleydi, bir yandan da  konusu gereği, beni alıp, 30-35 yıl  geçmişe götüren ve anılarımı  tazeleyen bir yapımdı.. Programın konusu Fazıl Say’dı. Dolayısıyla onun, başka bir ülkeye göç etme düşüncesi ile ilgili bir tartışma, bir yorum ve eleştiri içerikli bir paneldi… Marmara Üniversitesinin konferans salonunda gerçekleştirilen yapımın üç konuğu vardı. Kültür eski bakanı Fikri Sağlar, CHP eski milletvekili Berhan Şimşek ve halen AKP milletvekili olan Osman Yağmurdereli. “Genç bakış”ı ayrıntılamadan önce bir raslantıdan söz etmem gerekiyor.  Fazıl Say’ın babası Ahmet Say’ın otuz yıl önce çıkardığı Türkiye yazıları dergisinde, 1977 ile 1982 arasında, 72 sayı süren bir dizi özyaşam öyküsü yayınlanmıştı. Özyaşam öyküleri “Kendileri” genel başlığı ile çıkıyordu dergide. .Edebiyatımızın ünlü 27 şair ve yazarlarına ısmarlanan ve kendi kalemlerinden çıkan bu özyaşam öyküleri o günlerde çok tutulmuş ve beğeni ile okunmuştu. Aradan koskoca bir otuz yıl geçti. Geçtiğimiz hafta, kargo ile bir kitap geldi. Paketi açtım, yüreğimi titreten bir kitap çıktı ortaya. Şimdi emekli ama, o tarihlerde TRT kurumunun en iyi muhabirlerinden, haber yöneticilerinden biri olan Selim Esen, Türkiye yazıları dergisinde çıkan o yazıları toplamış, 480 sayfalık bir kitap haline getirmiş ve ayni adla “Kendileri” adıyla yayınlamış. Bu günlerde o kitabı okuyorum. Televizyonda Fazıl Say’ın göçüyle ilgili bir program, elimde bu kitap, uçup gittim elbette 30, 35 yıl öncesine. Türkiye yazıları dergisinde binim de yazılarım, öykülerim, eleştirilerim yayınlanıyor. Ahmet Say’la çok iyi iki arkadaşız. Aşağı yukarı yaşlarımız, siyasal görüşlerimiz ayni. Şimdi uzaktan bakıyoruz ama, o tarihlerde içki içmeyi de seviyoruz. Fazıl beş altı yaşlarında., Mithat Fenmen hocadan ders alıyor. Biz Ahmet’le söyleşirken o, piyanosunun başında, oturduğu tabureden sarkan ayakları henüz yere değmiyor, ama  durmadan, saatlerce, babasının denetiminde çalışmasını sürdürüyor. Ahmet Say’ın müzik bilgisi ve kültür müthiş.. Çünkü o da konservatuar mezunu. Anılarımdaki Fazıl, tabureden sarkan ayakları yere  değmeyen Fazıl geliyor gözlerimin önüne. Liszt, Beethoven, Mozart çalıyor. Küçücük parmakları tuşlarda geziniyor.. Televizyon programına katılan konuşmacılar ondan söz ediyor. Onu eleştiren de var göç konusunda, haklı bulan da.. O küçük Fazıl şimdi, dünyanın bir numaralı piyano virtüözlerinden biri. Aynı zamanda besteci. Dünyanın alkışladığı bestelere imza atmış bir dev adam. Sanata, müziğe önem vermeyen bu yöneticilerin, bu politikacıların hükmettiği ülkede yaşanmaz diyor. Hepimiz söylüyoruz bunu. Bunlar yüzde yetmiş diyor. Sanata ve sanatçıya değer veren bir ülkeye göçmek geçiyor içimden, diyor. Bizler de söylüyoruz bunu. Ve, sen misin bunu söyleyen. ‘Gidersen git’ diyen mi, ‘çek git, kimsin sen’ diyen mi, ‘ne sanıyor kendini bu adam’ diyen mi ararsınız. Yüzde yetmiş, böyle söylüyor onun için. O, Metin Altıok ağabeyi için, hani Sivas’ta yaktı ya yobazlar, onun için müthiş bir eser bestelemiş, onun icrasına izin vermiyor yobazlar grubu. Dünyanın bir ucunda bir çocuk ağlasa, bir çocuk öldürülse, bir anne, bir baba, bir kardeş; yani bir insan öldürülse, kurşuna dizilse, burada Fazıl Say’ın yüreği kan ağlıyor. Gidersen git’ diyenler, onun kan ağlayan yüreğini bir bilseler, o yüzde yetmişi oluşturanlar, o yürekteki insan sevgisini bir bilseler, bu sözleri etmeyecekler. O yürek onlarda olsa, onlar da, insana ve sanata beş paralık değer verilmeyen bir ülkeden çekip gitmeyi isteyecekler ve Fazıl’a hak verecekler. Ama o yürek yok onlarda… Yürekleri ancak ‘gidersen git, ne sanıyorsun kendini’ diyecek kadar yakın bir sanatçı yüreğine. Elimdeki kitap, televizyonda adı anılan o güzel insanın anıları, deliş deşik oluyor yüreğim. Kendine sanatçı diyen bir konuşmacı van panelistlerin arasında. O da bilmiyor Fazıl’ın yüreğindeki sancıyı. Onu ülkesini sevmemekle, ülkesine ihanet etmiş olmakla, bu istekte bulunan Fazıl’ı ülkesine karşı ayıp etmiş olmak suçluyor. Programın sonunda Fazıl, telefonla yanıt veriyor, kendisini suçlayanlara. Ve “İşte diyor, halen milletvekili olan ve kendisine sanatçıyım diyen kişiyi işaret ederek, bunların yüzünden gideceğim bu ülkeden. Yoksa ben ülkemi çok seviyorum”. Salonu dolduran Marmara üniversitesi öğrencileri Fazıl’ı çılgınca alkışlıyorlar. Program sorumlusu Abbas Güçlü, izleyenler arasında bir oylama yapıyor. “Fazıl’ın yerinde olsaydınız ayni sözü söyler miydiniz?”Programın bitimine doğru oylama sonuçlanıyor: “Gitmek isterdim diyenler % 70, istemezdim diyenler %30” Fazıl gülerek, “Görüyorsunuz diyor gülümseyen bir sesle, benim verdiğim sayılar yanlış değilmiş demek ki”.İçinde beş İzmir’li şair ve yazarın bulunduğu “Kendileri” adlı kitabı masaya bırakıyorum. Gecenin o saatinde sevgili Selim Esen’e,  Ahmet ve Fazıl Say’a bir güvercin uçuruyorum. Güvercin emeklerine duyduğum saygıyı ve sevgilerimi götürüyor onlara.