16.07.2008, Kegev-Kuşadası, edebiyatçı dostlarla

 
   
 

Düğün Gecesi[1]

 

“Gel, her ne olursan ol gel

Kafir, putperest, mecusi olsan da gel.

Bu dergah umutsuzluk dergahı değildir.

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da gel.”

 

                17 Aralık gecesi, büyük düşün adamı Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin anıldığı ve bir hafta süren Ayin-i Şerif gecelerinin sonuncusudur. “Şeb-i Arus” denir.

                “Şeb-i Arus”, “Düğün Gecesi” demektir.

                Mevlana’nın öldüğü bu geceye düğün denmesinin ve yas tutulmayıp kutlamalar yapılmasının nedeni, ünlü düşünürün vasiyetidir.

                Mevlana felsefesine göre, ölüm gecesi, seven sevdiği ile buluştuğu için ağlamaz, tersine kavuşma kutlanır. Çünkü Tanrıyı sevenin, Tanrısıyla buluşmasıdır bu gece...

                Mevlana şöyle der:

                “Cenaze görünce ayrılık deme...

                  Sana kaybolmak gibi görünür ama doğmaktır o.”

                O’nun felsefesinde “Ölüm sonsuzlukla düğün” dür.

                Mevlana Celaledddin-i Rumi’nin felsefesini, dünyanın hemen her yanında değişik dinlere bağlı insanlar ile hiç inanmayan milyonların benimsemesinin sırrı, şair-düşünürün yukarıda sıraladığımız “Gel, her ne olursan ol gel” diye başlayan kutsal dizelerinde yatar.

                Mevlana’nın ünlü öğüdü:

                “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” dur.

                Yılda bir kez hatırladığımız ünlü düşün adamı 1207 yılında Horosan’da doğdu. Moğol istilaları nedeniyle ailesiyle birlikte Anadolu’ya göç etti, Konya’ya yerleşti.

                Mevlana burada kurduğu dergahında yıllar boyu “hakikati ve ilahi aşkı” aradı. Dinle müzik ve semayı birleştirdi. Musiki ve sema ayinlerini eleştiren yobazlara kulak asmadı, onlara:

                “Her yol Allah’a götürür; ben sema ve musiki yolunu seçtim.” cevabını verdi. 

                Mevlana’nın felsefesinde ve öğretisinde sema Tanrı’ya ulaşma yoludur. Mevlevi semazenleri evrenin gerçeğini ve aşkını dönerek ararlar. Neyden çıkan mistik sesin ağlayan ritmi ile döne döne kendilerinden geçerler ve Tanrı’ya ulaşırlar.

                Semazen olabilmek, Tanrı’ya ulaşacak mertebeye erişebilmek için önce uzun bir çile döneminden geçmek ve derviş olabilmek gerekir. Dergaha başvuranlar önce “Nevniyaz” olarak kabul edilirler. 3 gün süreyle temel ihtiyaçlarını yerine getirmek dışında yerlerinden kalkmadan post üzerinde otururlar. Bu uygulama, ilk sınavdır ve Nevniyaz’ın tahammül gücü ile iradesini ölçmek için yapılır. Bu sınavı başarıyla geçen Nevniyaz’a her türlü ağır görev verilir. Amaç onun dünyevi gururunu kırmaktır. Bu ağır ve çileli dönemi başarıyla tamamlayan Nevniyaz’lar dergaha kabul edilip edilmeme aşamasına gelir. Dervişlik mertebesine ulaşmaya layık görülen Nevniyaz bir sabah kalktığında ayakkabılarının kapıya dönük konduğunu görürse anlar ki dergaha kabul edilmemiş. Dergahta kalmaya layık görülenlerin derviş olması için bu kez ikinci çile dönemi başlar. Bu dönem Nevniyaz’ı dervişliğe yükseltir ve ona sema yapma, yani döne döne Tanrı’ya ulaşma hakkını kazandırır.

                Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin bugünün insanlık değerlerinin çok fazlasını kapsayan felsefesi, İslamiyet’in sevgiye açılan kapılarından birisidir.

                Mevlana’nın yüceliğinin nedeni bıraktığı yolun umutsuzluk değil, umut, sevgi, hoşgörü ve sabır yolu olmasıdır.

[1] İlk Hedef, Aralık 2002 yıl:2 sayı:15 s. 5