ORTA BOYLU, ZAYIF, SARIŞIN ADAM…
Sakarya Zaferi, Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktasıdır. Bu
zafer Yunanlıların Anadolu’yu ele geçirme düşlerinin
sona ermesi anlamını taşır. Yunanlıların başarılarına
güvenmiş olan büyük ülkeler için de bu bir düş
kırıklığıdır. Anadolu’da bir direniş eylemi vardır ve
Mustafa Kemal’in çevresinde oluşan yeni devlet, hiç de
öyle küçümsenecek güçte bir devlet değildir. Yunanın
Sakarya’da yenilgisi, yeni birtakım gelişmelere yol
açacaktır. Mustafa Kemal, o alçak gönüllülüğü, o
büyüleyici kişiliği ile bunu şöyle değerlendirir:
“Hiç kimsenin hakkına saldırıda bulunmadığımız gibi,
başkaları tarafından da hakkımıza ve bağımsızlığımıza
saygı gösterilmesini beklemekten başka bir davamız
yoktur. Silahlarımızı ancak amacımıza tümüyle ulaştıktan
sonra bırakacağız.”
Yunan saldırısı sürerken Meclis’te Mustafa Kemal’i
cepheye gitmemekle suçlayanlar 19 Eylül 1921 günü O’nu
alkışlar ve coşkun gösterilerle karşılarlar. O gün
Mustafa Kemal’e ‘Mareşal rütbesi’ ve ‘Gazi’
unvanı verilir. Gazi kürsüye çıkar ve… :
“13 Eylül günü Sakarya Nehri’nin doğusunda düşman
ordusundan eser kalmadı. 22 gün ve 22 gece aralıksız
devam eden Sakarya Meydan Muhaberesi, yeni Türk
Devletinin tarihine cihan tarihinde eşi olmayan bir
örnek kazandırdı.”
der.
Zafer haberleri Ankara’ya ulaşınca bütün halk bayram
eder. Böyle bir şenlik görülmemiştir. Davullar, zurnalar
çalınır, oyunlar oynanır.
20 Temmuz 1922’de Büyük Millet Meclisi kendisine
Başkumandanlık yetkisi verir. Sonrası malum… Neye mal
olursa olsun düşman denize dökülecek, bağımsızlıktan
ödün verilmeyecektir. İşte böyle yazılmıştır kurtuluşun
tarihi… Büyük Kurtarıcının o eşsiz dehası, o akıl almaz
kararlılığı Türk milletine hürriyetini kazandırmıştır.
Mustafa Kemal’i birçok yazar, birçok kitap anlatmış,
anlatır, anlatacaktır. Ama bir anlatım vardır ki çok
anlamlı, çok özeldir. 1921 yılı Haziran’ında Ankara’ya
gelen İstanbul’da çıkan İkdam gazetesi temsilcisi Yakup
Kadri, Mustafa Kemal’e ilişkin izlenimlerini şöyle
aktarır:
“Mustafa Kemal Paşa sivil giyinmiş, ortadan biraz daha
uzun boylu, zayıf ve sarışın bir zattı. Gazetede
gördüğümüz resimlerin hiçbirine benzemiyordu. Kendisi bu
resimlerin hepsinden daha sevimli, daha canlı, daha
müstesna bir simaydı. Yüzü, renk ve çizgi bakımından,
bir tunç parçası üzerine oyulmuş eski bir madalyonu
andırıyordu. Elmacık kemikleri çıkık, ağız kemikleri
kuvvetli ve alnı sertti. Bu yüzün bütününde çok zahmet
görmüş, çok uğraşmış, çok düşünmüş kimselerin yüzündeki
anlam vardı, fakat hiçbir yorgunluk belirtisi
göstermemek üzere kısık ve sıcak bir sesle konuşuyor,
mavi gözleri anlaşılmayan bakışlarla bakıyor, vücudunun
kımıldamaları genç bir parsın kımıldamaları gibi
sevimli, munis bir biçimde haşin ve çevikti. Elleri
durmadan iri taneli bir kehribar tespihle oynuyor, bu
tespihi kâh bileğine geçiriyor, kah bir ucundan tutup
çeviriyor, sağdan sola, soldan sağa sallıyordu.
Benimle bir akran gibi konuştu. Şu dakikada oynamakta
olduğu muazzam tarihsel rolün heybetini benim kadar
hissediyor muydu? Hayır. Her büyük adam gibi Mustafa
Kemal Paşa’da da yıldızının parıltısıyla gözleri
kamaşmamış ve talihinin ihtiraslı aşkından habersiz
olanların sadeliği ve alışkanlığı vardı.”
İşte ömrünü bir milletin bağımsızlığı uğruna tüketen
İnsan… Büyük Türk, büyük İnsan… |