| 
						
						TEMELİ OLMAYAN BİNANIN ÇATISI 
						
						  “Yolsuzlukların 
						üzerine gideceğiz”, “dokunulmazlıkları kaldıracağız”, 
						“işsizlik sorununa 15 bin kilometre ‘duble yol’ yaparak 
						çözüm getireceğiz”, “Milletvekili lojmanlarında 
						oturmayacağız” 
						dediler seçime katılanların yüzde 24’ünün oylarıyla 
						Mecliste yüzde 65 çoğunluğa sahip oldular. 
						
						Resmen hiçbir sıfatı olmayan, seçilmemiş, TBMM’ye 
						girememiş, güvenoyu almamış, parlamenter sistem 
						tarafından herhangi bir görev verilmemiş, yetkisi ve 
						sorumluluğu olmayan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye adına 
						hareket etmeye başladı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez 
						görülüyor... 
						
						Yetiştiği çevrenin özelliğinden olsa gerek Erdoğan 
						Kopenhag’da esti gürledi:  
						
						“Bize tarih vermeyen AB bunun sonucuna katlanır. Tarih 
						yoksa AB’yi gözden geçiririz.”
						 
						
						Kıbrıs’ta çözüm için Belçika modelinden söz etti. 
						Dışişleri ve asker kanadı gerildi, kamuoyu sesini 
						yükseltti: 
						
						“Dersini çalışmamış, kimseye danışmamış, konuları 
						bilmiyor. Bilgi ve birikimi yok.”
						 
						
						Bakanlar Kurulu listesini Abdullah Gül köşk’e çıkardı. 
						
						Başta Başbakan olmak üzere akçeli işlerle uğraşan 
						Bakanlıklara getirilenlerin hepsi mahkemelik. Başbakan 
						Gül, Refah Partisi’nin kayıp 10 milyon mark artı 943 bin 
						dolar davasında yargılanan 79 sanıktan birisi. Basın Hz. 
						1998/1160 sayı ile TBMM Başkanlığına sunulmak üzere 
						Adalet Bakanlığına gönderilen fezlekesi 4.5 yıldır işlem 
						görmüyor. Başbakan’a şimdi dokunulamayacak. 
						
						Bakanlar Kurulu’nun bir diğer üyesi Kırıkkale 
						Üniversitesi rektörüyken “irticai faaliyetler” 
						iddiası ile YÖK tarafından görevden alınan Beşir Atalay. 
						Milli Eğitim Bakanlığına uygun görülen Atalay, 
						Cumhurbaşkanına takıldı. Bunun üzerine Turizm Bakanı 
						olan Erkan Mumcu, Milli Eğitim’e, aileden sorumlu Devlet 
						Bakanı Güldal Akşit, Turizm’e kaydırıldı... 
						
						Cumhurbaşkanının tüm sicilleri inceleme olanağı 
						olmadığından 18 Kasım Pazartesi günü 58. hükümet 
						kuruldu, fotoğraf gazetelere yansıdı. 
						
						Hükümetin 25 üyesinden 14’ünün eşinin türbanlı, 
						birisinin ise çarşaf giydiği görüldü.  
						
						Ramazan ayı hükümetin kuruluşuna denk geldi...3 günlük 
						İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ile bazı 
						milletvekilleri, işadamlarının Ankara Hilton otelinde 
						düzenledikleri iftar yemeğinde hep birlikte otelin 
						lobisinde namaza durdular. Müşterilerinin çoğunluğunu 
						yabancıların oluşturduğu otelde, “otel lobisi ibadet 
						yeri mi? ...” sorusu oluştu.  
						
						İlk şok atlatılamadan TBMM Başkanı kim olacak sorusu öne 
						çıktı. AKP lideri Erdoğan, bürokrasiden gelen Vecdi 
						Gönül’ü işaret etti, lakin...1994 yılında Hülya Avşar’a
						“Fettan kadın...” yakıştırması yapan, “türban 
						bizim namusumuzdur” diyen Bülent Arınç bastırdı. 
						Eşinin türbanlı olması nedeniyle aday gösterilmeyen 
						seçim konuşmalarında, “Türban öncelikli sorunumuz 
						değildir” diyen Arınç, “inadına”  TBMM 
						Başkanı seçildi.  
						
						Arınç’ın “inadı” türban taraftarı diğer 
						AKP’lileri cesaretlendirdi. İlk demeç Devlet Bakanı 
						Prof. Mehmet Aydın’dan geldi: “İnşallah türban sorunu 
						kalkacak. Kaldıracağız demiyorum, kalkacak diyorum.” 
						
						AKP düşüncesinin Devlet protokolüne yansıması da 
						gecikmedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç, 20 Kasım günü NATO 
						zirvesine katılmak üzere Prag’a giden Cumhurbaşkanı 
						Sezer’i uğurlamaya türbanlı eşi Münevver hanımla geldi. 
						Arınç bu davranışıyla, gelenek ve görenekleri yıktı, 
						yasaları hiçe saydı. Türban devlet zirvesine girmiş 
						oldu.   
						
						Fotoğraf açık ve netti. AKP lideri gölge Başbakan Recep 
						Tayyip Erdoğan’ın karısı türbanlı, Devlet protokolünde 
						ikinci sırada yer alan TBMM Başkanının karısı türbanlı, 
						Hükümetin başı, Başbakan’ın karısı türbanlıydı. Zihniyet 
						bilindiği için aslında şaşılacak bir şey yoktu. 
						
						AKP’nin başını ağrıtan temel sorun Recep Tayyip 
						Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğuna nasıl oturacağıydı. 
						Anayasa değişmedikçe yasalar geçit vermiyordu. CHP’nin 
						de desteğiyle Anayasa değiştirildi. Cumhurbaşkanı Sezer, 
						Erdoğan’a milletvekilliği ve devamında Başbakanlık 
						yolunu açacak olan Anayasa değişikliğini, “Bunlar 
						kişiye özgü değişiklikler. Hukuk, kişiye özgü yasa 
						çıkarılmasını kabul etmez. Yasa genel olur” 
						gerekçesiyle geri yolladıysa da ikincisinde imzalamak 
						durumunda kaldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih 
						Kanadoğlu ise, Siirt seçimlerinin 3 Kasım seçimlerinin 
						devamı olduğunu belirterek, yeni isimlerin aday 
						olamayacağını savundu. Yeni isim tabi ki Erdoğan’dı.  
						             
						
						Erdoğan’ı nasıl yapalım da milletvekili yapalım derken 
						gözler hükümetin icraatına kaydı. Yaşar Yakış Dışişleri 
						tarihimize altın sayfalar ekleyecekti... 
						
						Dışişleri Bakanı, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Strav 
						ile görüştükten sonra, “Türkiye’nin, Irak harekâtı 
						için, üslerini Amerika’ya açacağını açıkladı.” Çok 
						geçmeden Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Büyükanıt’dan 
						cevap geldi: 
						
						                “Bizim böyle bir şeyden haberimiz 
						yok! Sayın Bakanın açıklaması herhalde kişisel 
						görüşlerini içeriyor.” Ardından Bakanın Bakanlığı 
						açıkladı: 
						
						                “Sayın Bakanın söyledikleri Türkiye 
						bakımından bir taahhüt anlamına gelmez!” 
						
						                Yakış son olarak 7 Ocak günü, 
						“Musul’daki petrollerle ilgili haklarımızı 
						inceletiyoruz.” dedi. Dış politikamıza bir altın 
						sayfa daha ilave etmişti. AKP lideri Erdoğan, 
						“Dışişleri Bakanımızın açıklaması doğru mudur, değil 
						midir, bilmiyorum. Eğer böyle bir şey söylemişse kendi 
						kanaatidir, bizim tarafımızdan bugüne kadar 
						söylenmemiştir.” dedi.   
						
						Karşılıklı demeçler hayretle izlenirken Yaşar Yakış bu 
						defa TV’lerden seslendi; 
						
						                “Rum tarafı tek başına AB üyesi 
						olursa, AB hastalıklı bir çocuğu kucağına almış duruma 
						düşecektir; bu durumda da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin AB 
						topraklarını işgal etmiş gibi gösterilmeye çalışılması 
						tehdidi vardır.” 
						
						                Şaşkınlık artmıştı, CHP Genel Başkanı 
						Deniz Baykal kamuoyuna tercüman oldu: 
						
						                “Dünyada 6 milyar insan yaşıyor, bu 
						insanların içinde, böyle bir laf etmemesi gereken ilk 
						kişi Türkiye’nin Dışişleri Bakanıdır.” 
						
						                AB, Kıbrıs derken bu defa Irak konusu 
						öne çıktı. Hükümet müttefikimiz Amerika’ya üsleri 
						kullanmak için beklediği izini vermekte zorlanırken 
						Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, 350 ticaret adamıyla 
						Bağdat’a çıkarma yaptı. Ancak gezinin son günü, 12 
						Ocak’ta düzenlenen basın toplantısında olan oldu. Bakan 
						Tüzmen, belinde silahı olan Irak Devlet Başkanı 
						1.Yardımcısı Taha Yasin Ramazan ile toplantı salonuna 
						elele girdi. Görüntü yabancı basında ‘Türkiye Irak’la 
						elele’ biçiminde yorumlandı. Türk basını ise haberi,
						“Bağdat’da Rezalet” başlığı ile duyurdu. Basın, 
						Taha Yasin Ramazan’ın “Türkiye’nin Musul ve Kerkük 
						petrollerinden alacaklı olduğu” yönündeki soruya 
						sinirlenerek ayağa kalktığını ve toplantıyı sona 
						erdirdiğini; Tüzmen’in ise tek kelime edemediğini yazdı. 
						Irak’taki olay Erbakan’ın Refahyol dönemindeki Libya 
						skandalını hatırlatıyordu. 
						
						                Nasıl bir rastlantıdır bilinmez, Tüzmen 
						Bağdat’ta elele tutuşurken AKP milletvekilleri de aynı 
						gün Akdeniz’deki ABD uçak gemisi Harry Truman’da 
						kendilerine armağan edilen şapkalarla objektife poz 
						veriyordu.     
						
						                Henüz 60 gün dolmamıştı iç ve dış 
						politika birbirine karıştı.  
						
						                Recep Tayyip Erdoğan 16 Kasım günü Acil 
						Eylem Planını açıkladı: “Eğitimin önündeki her türlü 
						engeli kaldıracağız” dedi. Yani, “okullarda 
						türbanı serbest bırakacağız” demek istedi. AKP’liler 
						kararlıydı... 
						
						                Milli Eğitim’e, kültüre, gençliğe ve 
						spora bundan böyle yoğun İslami birikimleri olanlar yön 
						verecekti. Meclis Milli Eğitim Komisyonu’nun başkanı, 
						başkan vekili, katibi ve üyelerinin önemli bir çoğunluğu 
						imam hatipli ya da ilahiyat fakültesi kökenlilerden 
						oluştu. 
						
						                16’sı AKP’li, 8’i de CHP’li 24 kişilik 
						komisyonun başkanlık koltuğuna Diyanet İşleri eski 
						Başkanı Tayyar Altıkulaç oturdu. Başkan vekili Hikmet 
						Özdemir Ankara İlahiyat, Katip Recep Garip ise diğer 
						AKP’liler gibi İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü 
						mezunuydu. Gazeteler yeni bir değerlendirme yaptı: 
						“Milli Eğitim değil de sanki Diyanet İşleri Komisyonu... 
						Bu komisyon ile mi çağdaş eğitimi yakalayacağız?” 
						
						                Aynı günlerde basın, Milli Eğitim Bakanı 
						Erkan Mumcu’nun kimliğini ele aldı. Gazeteci Yalçın 
						Bayar, “Bakanlarımızı tanıyalım” başlıklı 
						yazısında şöyle diyordu: 
						
						                “Erkan Mumcu İmam Hatip’te okuduktan 
						sonra bir dönem Cağaloğlu’nda sakallı ve poturlu gezdi, 
						2000 yılında ANAP’ta milletvekili iken İstanbul 
						Üniversitesi’nin açılış töreninde türbanı savundu.” 
						
						                AKP’nin adına “reform” dediği 
						“Acil Eylem Planı” nı değerlendirmek üzere üst üste 
						toplanan rektörler Milli Eğitim Bakanı Mumcu’nun da 
						bulunduğu bir ortamda tavır koydular. YÖK Başkanı 
						Prof.Dr. Kemal Gürüz, görüşlerini açıkladı: 
						
						                “Bu, Cumhuriyete olan taahhütleri 
						oldukça tartışmalı olan kadroların, geçmişte olduğu gibi 
						üniversiteleri ele geçirerek Türkiye’ye sirayet etme 
						planıdır. Bunun kabul edilmesi mümkün değildir.” 
						 
						
						                Eğitimdeki kargaşa büyürken gazete 
						manşetlerine bu kez Meclis Milli Savunma komisyonu 
						takıldı. 
						
						                Komisyon Başkanı Ramazan Toprak’ın, 
						aralarında “evinde haremlik, selamlık uygulaması 
						yapması” nedenlerinin de bulunduğu 28 Şubat 
						sürecinin ardından irtica faaliyetleri nedeniyle Ağustos 
						1997’deki Yüksek Askeri Şura’da TSK’dan ihraç edildiği 
						duyuruldu. Oysaki Toprak TBMM albümü için verdiği 
						bilgilerde, “subay kökenli” olduğu bilgisine yer 
						vermemiş, “serbest avukat” olduğunu belirtmişti. 
						
						                Başkanlığa getirilmesi askeri çevrelerde 
						rahatsızlık yaratan Ramazan Toprak, 8 Ocak günü 
						görevinden ayrılmak zorunda kaldı. “Gerilimi önlemek 
						için istifa ettim.” dedi.  
						
						                İşsiz kitlelerin, fakir halkın 
						beklentisi ekonomide olumlu bir adım atılmıyordu. Vergi, 
						İhale Kanunu, nemalar gibi çok önemli konularda 
						hükümetten birbirini tutmayan açıklamalar geldi, kafalar 
						karıştı. 
						
						                Vergi kaçakçılığından üç yıl hapisle 
						yargılanırken bakan olan ve kapsamlı bir vergi affı 
						hazırlayan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “Hazırlanan 
						tasarının beni kapsayıp kapsamadığını bilmiyorum, 
						tasarıya bakmam lazım” dedi. Konu kamuoyunda 
						tartışılırken Meclis 16 Ocak günü vergi affını 
						gerçekleştirdi, Bakan Unakıtan da af kapsamına girdi. 
						Onunla birlikte binlerce naylon faturacı ve hayali 
						ihracatçı da kurtuldu. 
						
						                Aynı Unakıtan daha önce, Plan Bütçe 
						Komisyonu görüşmelerinde hayat standardını savunurken, 
						19 Aralık günü yapılan Meclis görüşmelerinde kalkmasını 
						savunmuştu. 
						
						                Mali milat ile ilgili tasarının 
						görüşmelerinde, 2001’de zaten kalkmış olduğu halde, 
						başta Nurettin Canikli olmak üzere tüm AKP’liler, 
						‘Hayat standardını ve halkın sırtından 600 trilyonluk 
						vergi yükünü kaldırma şerefi bize ait’ dediler. Bir 
						başka deyişle, olmayan vergiyi önce getirdiler sonra 
						kaldırdılar daha sonra da indirdik diye övündüler. 
						
						                Devlet Bakanı Ali Babacan, 2003 için 
						eski programda yüzde 20 olarak belirlenmiş enflasyon 
						hedefinin değişebileceğini söyledi. Merkez Bankası 
						Başkanı Serdengeçti ise, “Hedefin düşmesini 
						gerektirecek bir şey yok” dedi. 
						
						                Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, 
						2003 yılında zorunlu tasarrufların tamamen tasfiye 
						edileceğini, yüzde 25’inin de 2003’ün şubat ve mart 
						aylarında ödeneceğini açıkladı. Hazine, böyle bir ödeme 
						planı olmadığını açıkladı. 
						
						                Yine Ali Coşkun, bedelli askerlik 
						uygulamasına geçeceklerini söyledi. Savunma Bakanı Vecdi 
						Gönül, “Böyle bir çalışma yok” dedi. 
						
						                Genel Başkan Yardımcısı ve Başbakan Gül, 
						yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla hedefinin Türkiye için 
						‘yüksek’ olduğunu belirtti. Sanayi ve Ticaret Bakanı 
						Ali Coşkun, ‘faiz dışı fazla hedefini yüzde 9’a 
						çıkaracağız’ derken; AKP lideri Erdoğan AB 
						büyükelçilerini kabulünde, “Arttıracağız” dedi. 
						
						                Hükümet üyeleri içerisinde adı en sık 
						geçenlerden birisi de Bayındırlık Bakanı AKP Bitlis 
						milletvekili Zeki Ergezen. Kendisi müteahhit... 
						Yakınları, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 
						KİPTAŞ’ı olmak üzere Kayseri ve İç Anadolu’daki RP/FP’li 
						belediyelerden büyük toplu konut ve altyapı işleri 
						almış. Ergezen’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne 
						bağlı İGDAŞ’tan fahiş fiyatla ihale alan Demars 
						şirketiyle ilişkili olduğu mahkeme tarafından 
						kanıtlanmış. 
						
						                Refah Partisi Milletvekili iken 27 Mayıs 
						1993 günü Mekke’de şeriat özlemi içinde konuşuyor: 
						
						                “Allah’a şükürler ediyoruz ve hamd 
						ediyoruz, o Mecis’te ben ve kardeşlerim hem Müslüman hem 
						lâik olamayız. Biz bu lâiklikten kurtulmalıyız... 
						Çocuklarınız trafik kazalarında öleceğine, çocuklarınız 
						PKK olaylarında öleceklerine, henüz öyle evlatlar 
						yetiştirin ki, Allah’ın nizamını savunmak için yetişsin, 
						Allah’ın davasını savunmak için öldürülsün.” diyor. 
						
						                Bakanın kafa yapısı Ergün Poyraz’ın 
						“Patlak Ampül” adlı kitabının da konusu oluyor. 
						Hâkimiyet ve millet hakkında düşündükleri kitabın 72. 
						sayfasında şöyle yer alıyor: 
						
						                “İslam nizamının devlet nizamına 
						hakim olması, lâik sistemin bir an önce defolup gitmesi 
						için canı gönülden dua etmemizi ve duanın kabulünü 
						Cenabı Hak’tan temenni ediyoruz... Parlamentonun 
						devamında bir yazı var. Hâkimiyet kayıtsız şartsız 
						milletindir deniyor. O söz laftan ibarettir...” 
						
						                
						
						Belli ki Zeki Ergezen Cumhuriyetin nasıl kurulduğundan 
						habersiz. 
						
						14 Ocak 1994 günü Meclis Başkanlığına, Refah Partisi 
						milletvekili Hasan Mezarcı’nın başı çektiği İbrahim 
						Halil Çelik, Ahmet Arıkan, Lütfü Esengün, Kemalettin 
						Göktaş, (şimdi AKP Trabzon milletvekili) Hüsamettin 
						Korkutata, Abdülmelik Fırat, Selim Sadak, Mukadder 
						Başeğmez, Nizamettin Toğuç ve Ökkeş Şendiller ve şimdi 
						Bayındırlık Bakanı olan Zeki Ergezen’in imzalarının yer 
						aldığı bir önerge veriliyor: 
						
						                “Atatürk’e 1926 yılında düzenlenen 
						İzmir suikastı davasında, Kurtuluş Savaşı’nın belkemiği 
						milletvekili ve paşalardan pek çoğu, hiçbir suç 
						işlemedikleri halde idam edilmişlerdir. Bunlar haksız 
						yere devlete ve millete ihanet damgası yemişlerdir. Bu 
						insanların ve ailelerinin alnındaki lekenin silinmesi ve 
						itibarlarının iade edilmesi için Meclis araştırması 
						açılmasını talep ederiz.”   
						
						                Amaç, Atatürk’ün 1926 yılında İzmir’e 
						gelmeden önce ortaya çıkarılan suikast hazırlığı ile 
						ilgili olarak yargılandıkları İstiklal Mahkemesi’nde 
						suçlarını itiraf eden ve haklarında idam cezası verilen 
						Lazistan milletvekili Ziya Hurşit ve 15 sanığın 
						aklanması. 
						
						                Meclis Başkanlığı 25 Şubat 1994 
						tarihinde önerge sahiplerine şu cevabı veriyor: 
						
						                “Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin 
						kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Türkiye 
						Büyük Millet Meclisi’nin bir dönemini küçültücü, itham 
						edici ve kamuoyunu yaralayıcı beyan ve iddiaları içeren 
						önergeniz TBMM İçtüzüğünün 68. maddesi uyarınca işleme 
						konulamadığından, ilişikte iade edilmiştir.” 
						
						                
						
						Bu arada Zeki Ergezen hakkında, DGM tarafından 
						“anayasal düzeni din devleti kurmak amacıyla yıkmaya 
						kalkmak” suçunu işlediği gerekçesiyle “idam” 
						cezasıyla yargılanabilmesi için dokunulmazlığının 
						kaldırılması istemiyle fezleke bulunduğu ortaya çıkıyor. 
						
						                Gericilerin aklanması için 1994 yılında 
						önerge veren 58. hükümetin Bayındırlık Bakanı Zeki 
						Ergezen, bu defa yolsuzlukların önlenmesine direniyor. 
						İhale Yasası için, “Yönetmelikler eksik, altı aya 
						ancak hazır olur. Erteliyoruz” derken İhale Kurulu 
						Başkanı Sener Akkaynak, “Hayır, biz hazırız, 
						uygulanmalı” diyor. 
						
						                İhale Yasasının ertelenmesi ya da 
						budanarak yasalaşması aslında, “rüşvet ve hırsızlığın 
						ertelenmesi” anlamına geliyor. Soygun ekonomisinin 
						yakasına yapışacak “Nereden buldun Yasası” da 
						ertelenenler arasında yer alıyor. Hırsızlığa göz yuman 
						siyasetçiye hesap sorulması için olmazsa olmazların 
						başında gelen “Dokunulmazlıkların Kaldırılması 
						Yasası” da erteleme furyasından nasibini alıyor. 
						Tayip Erdoğan’ın “İlk işimiz” dediği 
						dokunulmazlıkların kaldırılması seçim sonrası rafa 
						kalkıyor. 
						
						                İhale Yasası’nı uygulama başlamadan 
						değiştirmek isteyen AKP’nin Meclis’teki Bayındırlık 
						Komisyonu Başkanı’nı Kayseri Milletvekili Adem Baştürk, 
						Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye 
						Başkanlığı’nda Genel Sekreteri. ‘İhaleye fesat 
						karıştırmak’ suçu da dahil olmak üzere Erdoğan’la 
						birlikte 5 ayrı yolsuzluk davasından yargılanıyor. Tabi 
						milletvekili seçildikten sonra dokunulamayacak. 
						
						                Yasalar gerektiği gibi yasallaşmazken 
						hortum-vurgun-soygun devam ediyor. Almanya’daki 
						Türklerin 300 milyon markını batıran Endüstri Holding, 
						soygunu yaparken dini kullanıyor. Holding vatandaşlara 
						gönderdiği mektuplarda, “yolumuz Allahın yoludur” 
						demiş. Dönemin Genelkurmay Başkanına ise, “Biz 
						Atatürkçü ve lâik şirketiz.” demişler. Genel 
						Koordinatör Ramazan Arıkan konuya noktayı koyuyor: 
						“Çok para kazanacağını umarak holdinge para yatıran 
						ortaklarımız bir bardak soğuk su içsin.”    
						 
						
						                1987 yılında 2. Özal kabinesinde 
						“Aileden Sorumlu Devlet Bakanı” olan ve flört 
						edenleri fahişelikle suçlayan Cemil Çiçek ise şimdi 
						Adalet Bakanı. 
						
						                Aslında AKP’li bakanlar, dosyalarıyla 
						işbaşına geldiler. Gazeteler, altı ya da yedi bakan 
						hakkında yolsuzluk ve suiistimal suçlarından mahkeme ya 
						da soruşturmaların sürdüğünü haber veriyorlar. 
						
						                Özel bir şirketin yönetiminde bulunmuş 
						olan Maliye Bakanı hakkında dokuz ayrı suçtan soruşturma 
						sürüyor. İddialardan birisi: “Çıkar sağlamak amacıyla 
						çete kurmak”. Bu Maliye Bakanı... 
						
						                Ulaştırma Bakanı deniz otobüsleri işinde 
						yolsuzluk yaptığı iddiasıyla sorgulanıyor. 
						
						                Enerji Bakanı, İGDAŞ yolsuzluk davasında 
						sanık olarak yargılanıyor...İddialar; ihaleye fesat 
						karıştırmak, görevi kötüye kullanmak, çıkar sağlamak... 
						
						                Yeni hükümetin güvenoyu almasıyla 
						birlikte başta bakanlıklar olmak üzere devlet 
						bürokrasisinde atamalar hız kazanıyor. Alınanların 
						yerine kardeş, akraba, eş-dost, partili, yandaş takımı 
						getiriliyor. 
						
						                Maliye Bakanlığı Mali Suçlar Araştırma 
						Kurulu (MASAK) Başkanlığı’na getirilmek istenen 
						Gençosman Yaraşlı ile aynı Bakanlık Gelirler Genel 
						Müdürlüğü’ne atanması istenen Osman Arıoğlu’nun 
						atamaları Cumhurbaşkanı tarafından reddediliyor. Birçok 
						üst düzey atama kararnamesinin de büyüteç altına 
						alındığı ve bekletildiği öne sürülüyor.  
						
						                ‘Akraba egemenliği’ ağırlığını 
						bürokraside hissettiriyor. İçişleri Bakanı Abdülkadir 
						Aksu’nun kardeşinin Şeker Fabrikaları Genel 
						Müdürlüğü’ne, Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın yeğeninin 
						Müsteşar Yardımcılığı’na atanmasının ardından, Başbakan 
						Yardımcısı Abdüllatif Şener’in ağabeyi de Erdemir 
						Yönetim Kurulu Başkan yardımcılığı görevine getiriliyor. 
						Şener, ağabeyi Abdullah Şener’in tayinine ilişkin 
						kendisine yöneltilen bir soru üzerine, “Sıkı bir 
						müfettişin burada bulunması genel kurul kararıyla 
						ihtiyaç olarak belirlenmiştir ve böyle bir tercih 
						yapılmıştır.” Diyor.  
						
						                Atamalarda Erbakan hoca da unutulmuyor. 
						Yeğen Sabri Erbakan, Karayolları Genel Müdür Vekili 
						görevine getiriliyor. Erbakan’ın göreve geldikten sonra 
						otoyol ve köprülere ilişkin yaptığı açıklama müthiş: 
						
						                “Köprü ve otoyola zam var, 
						İstanbul’da yaşayanlara tavsiyem evlerini, işyerleri ile 
						aynı yere taşısınlar.” 
						
						                AKP’nin işbaşına gelmesiyle gazeteler 
						iktidar haberlerinden geçilmiyor. 
						
						                Bülent Arınç’ın eşini, Cumhurbaşkanı’nı 
						uğurlamaya türbanlı olarak götürmesi üzerine bazı devlet 
						dairelerinde türban yasağının delindiği haber veriliyor. 
						Hatta kara çarşaflılar ve poturlular gözle görülür 
						derecede artmış. 
						
						                İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 
						Laleli’deki Yeni Yerleşmeler Müdürlüğü’nde mimar olarak 
						çalışan Tarım Bakanı Prof. Sami Güçlü’nün evli kızı 
						Nezahat Şahin, 3 Kasım’a kadar türbanı üzerine taktığı 
						peruğu sallamış. Belediyenin diğer ünitelerinde de 657 
						sayılı Devlet Memurları Kanununa başkaldırı göze 
						çarpıyor.  
						
						                İstanbul, Kartal Cevizli’de 3 Kasım’dan 
						sonra kara çarşafla dolaşanların sayısında büyük artış 
						görülüyor.  
						
						                Hükümete karşı her kesimden eleştiriler 
						yoğunlaşıyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğretim 
						üyeleri dikkat çekiyorlar: 
						
						                “Türkiye bir yandan Avrupa Birliği 
						kapısında gösterilen onursuz çabaların yükünü taşıyor, 
						bir yandan da anayasal hukuku çiğniyor.”  
						
						                Recep Tayip Erdoğan’ın işaret edildiği 
						eleştiride, “Bu kişinin Türkiye Cumhuriyeti 
						Devleti’ni temsilen görüşmelerde bulunmasının 
						Anayasamızda yeri yoktur. Anayasa Mahkemesi kararları, 
						Türkiye Cumhuriyeti hukuku, her şeyden önce Türkiye 
						Cumhuriyeti’nin kuruluş yasaları ihlal edilmektedir.” 
						deniliyor. 
						
						                ODTÜ’lü hocalar, Cumhurbaşkanı ve 
						yargıçlar ile bütün duyarlı vatandaşları göreve 
						çağırıyorlar. 
						
						                Ardından üniversite rektörleri, 
						yayınladıkları bir deklârasyonla hükümetin Acil Eylem 
						Planı ve türbandan atılan öğrencilerle köktendinci 
						öğretim üyelerinin affına karşı çıkıyorlar. 20 Aralık 
						günü YÖK Başkanı Prof.Dr. Kemal Gürüz tarafından 
						açıklanan ‘Rektörler Manifestosu’nda bakın ne 
						deniliyor: 
						
						                “Geçmişte bazı üniversite ve yüksek 
						öğretim kurumlarına bilim, medeniyet ve Cumhuriyet 
						karşıtı zihniyetlerin hâkim olduğu, bu yollarla 
						haketmeyen kişilere akademik unvanlar dağıtarak, 
						kadrolar yetiştirdiği ve bu kişilerden bazılarının 
						devletin üst düzeylerinde görev aldığı bilinen bir 
						husustur. Bugün yüksek öğretim kurumlarında bu tür 
						girişimlere imkan verilmemektedir, gelecekte de asla 
						verilmeyecektir. Demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti 
						anlayışına sahip Türk üniversitelerini siyasi güçlerin 
						kontrolüne sokacak düzenlemelere izin verilemez.” 
						
						                İktidarın yeni, olumlu hiçbir adımı yok. 
						Toplumun hemen hemen her kesimiyle kavgalılar. YAŞ 
						kararlarına muhalefet şerhi koyunca ordu’yu da 
						karşılarına aldılar. 8 Ocak günü Gazi Orduevi’nde basına 
						verdiği resepsiyonda konuşan Genelkurmay Başkanı 
						Orgeneral Hilmi Özkök, çok sert mesajlar verdi: 
						
						                “Cumhuriyetin lâik yapısından asla 
						taviz vermeyiz. Türbanın siyasi bir dayatma, Cumhuriyet 
						geleneklerini aşındırma sembol ve eylemi olarak 
						kullanılmasını hoş görmemiz beklenemez.” 
						
						
						“Yüksek Askeri Şura müstesna bir olaydır. Anayasa 
						maddesinin uygulanma istemine muhalefet şerhi koymak, 
						idarenin kanunların uygulanmasını sağlama sorumluluğu 
						ile çelişmiştir. Bu farklı düşüncenin ifade yeri YAŞ 
						olmamalıydı.” 
						
						
						“...28 Şubat irticaa karşı o dönem alınan önlemlerdir. 
						Tehdit devam ettiğine göre sorunuz cevaplanıyor.” 
						 
						
						AKP ve hükümet iki başlı, başarısız, sözlerini yerine 
						getirmiyor. Kamuoyunun muhalefetine kızgın, 
						sinirleniyor. Başbakan 14 Ocak günü Meclis grup 
						toplantısında bu siniri açığa vuruyor: 
						
						
						“Bizi eleştirenler unutmasın, Meclis’te 363 kişiyiz ve 5 
						yıl daha iktidarız.”  
						
						                Gözdağı ya da tehdit... Adını siz 
						koyun... Görünen AKP’nin kısa sürede tükendiği. Oysa 
						Recep Tayip Erdoğan 16 Kasım günü açıkladığı Acil Eylem 
						Planı ile ilgili konuşmasını şöyle tamamlamıştı: 
						
						                “Bizi izleyin.” 
						
						İzliyoruz... Hep birlikte... Hem de hayretle, ibretle ve 
						de korkuyla... |