GEÇMİŞİN İZİNDE
(Öyküler-Anılar Denemeler)
Barış Kitap Yayınları – 2024
Akrandılar, Edebiyat Fakültesi’nde aynı sınıfı, aynı sırayı paylaşıyorlardı. Ortak tutkula-rı aynı şehirde, aynı okulda öğretmen olmaktı. Bu hayallerini sevgi sözcükleri yeşertiyordu. Yılın ilk kırlangıcını gördüklerinde evlenecekler, çocuklarını da öğretmen yetiştireceklerdi.
*
“Evlilik programlarını izler misin bilmem. Çoğu kocalarını toprağa teslim edip de ge-len ellilik, altmışlık kadınlar ile aynı yaş aralığında olup da eş arayan erkeklerin çoğu bo-şandıkları için oradalar. Neden? Nedeni bir önceki nikahlarında bünyelerine giren evlilik virüsünün etkisidir. Bu virüs var ya sersemletir insanı. Erkeğin zaman zaman kendini mutlu sanmasına neden de bu virüstür.”
*
… Bakışlar, Nene Hatun Caddesine, yokuşun başına doğru çevrildi. 413 numaralı otobüs yaklaşıyordu. Sigarasının filtreli ucunu emzik gibi ağzında çiğnedi ve tükürdü. Sarı bir leke kaldırımın üstüne düştü. Öfkesini tükürür gibiydi.
*
Ağzında köpüren sözcükler dudaklarından dökülüyordu. Birbiriyle savaşan, boğuşan, arapsaçından daha güç çözülür sözcükler. Zaten iki dudağı birbirine bitişik hiç görülmemişti ki. Bir süre sustuktan sonra; “Elin oğlu, gülü tango yaparken ağzında tutuyor, biz kasap vit-rinindeki koyunun kıçına takıyoruz ne anlamı varsa! Hala bizden romantizm bekleniyor”, diye mırıldandı.
*
Kısaca nedir yeni yıl? Dün gitmiş, yerini bugün almıştır. Bugün ise yarın, bir daha dön-memek üzere gitmiş olacaktır. Giden her gün ömrümüzden de eksilip gitmiştir. Ve bu yeni yılda ölüme bir yıl daha yaklaşmışızdır. Zaman saçlarımızı ağartıp, yaşlarımızı büyütüp, sevdiklerimizi elimizden alırken yeni gelen yıl kim bilir kimleri, belki bizleri de alıp gide-cektir.
*
Kalk borusu çalar gibi, “Saat 11.30’a geliyooor…” çağrısı gözleri sokağa kilitlerdi. Ar-dından “Efsane geliyor!” sözü yurdu hareketlendirirdi. Dişçinin karısının evden çıkışı Cum-hurbaşkanlığı Köşkü’ndeki bayrak töreni gibi zaman ayarlıydı.
*
Küçük sayılabilecek salonun sol dipteki masaları “duhuliye” ye ayrılmıştı. Bir iki kadeh içecek kadar parası olanların mekanıydı duhuliye. Buradakilerin yanına paralı biri geldi mi, korku ve çekinme yerini güvene, cesarete bırakırdı. Nasıl olsa Çubuk ya da Ankara şarabı açtırır, masadakiler bayram ederdi. Kimse kimseden bir şey esirgemezdi duhuliyede. Tiryaki sigarasız, içkici içkisiz kalmazdı.
*
Kapıyı kıçıyla başı aynı büyüklükte bir kadın açtı. Yüzünde yılların ekşittiği bir hüzün vardı. Onu görünce yüzüne teyellediği gülücüğü yere düştü. Kaşlarına baktı kadının, çatınca kirpikleri yanaklarına değiyordu. Gülünce gamzesini gördü…
*
Demir parmaklıklı bir camekanın ardındaki kadınlar tıpkı kader arkadaşları Neroş gibi müşteri bekliyorlardı. Kimileri bakımlıydı. Yüzleri makyajlı, saçları yapılıydı. Hayatın on-lara yaşattığı her türlü hoyratlık süslerle perdelenmiş gibiydi. Görünen yüzlerindeki sessiz tebessüm, davetkar bakışlarla müşteriyi sözsüz buyur ediyordu.
*
Ne işinden ne de aşk hayatından hoşnuttu. Çocukluk yıllarında, sünnet düğünü öncesi, annesinin zorlamasıyla çaput bağladığı dilek ağacının ne gür yapraklar açtığını ne de bir meyvesi olduğunu görmüş, “Ağacın kendine hayrı yok, bana ne hayrı olabilir!” diye düşün-müştü.
|