Esen Ünür-Selim Esen,
Lefkoşe- Şubat 1977

 
   
 

• ANAFİLYA YAZILARI
 

Geçtiğimiz ay bir gecede kişi başı milli gelir 1750 dolar birden arttı. Vatandaş cüzdanına uzandı baktı, boş… Şaştı kaldı…

Şaşkınlıklar peş peşe geldi. Kişi başına düşen milli geliri 5 bin 480 dolardan 7 bin 500 dolara çıkaran AKP iktidarının başı, bu kez zenginleşen vatandaşına “En az üç çocuk doğurun” talimatı verdi. 

Sokakları işsiz-güçsüz, aç, umutsuz insanlarla dolu Türkiye’nin Başbakanı RTE, gün geçmiyor ki büyük laf etmesin…

Ekonominin, kalkınmanın, sosyal dengenin, eğitimin, sağlığın, hayatın her alanının en önemli ölçüsü, nüfus ve nüfus artış hızıyken ülkeyi yöneten kişinin “En az üç çocuk doğurun” demesi nasıl oluyor?

Bir ekmeği kaç kişi paylaşıyor, haberi var mı başbakanın? Paylaşan sayısı arttıkça, aç kalan sayısının arttığı gerçeğini bilmez mi Başbakan!

Donanımsız ve bilgisiz…

*

Her sözü tartışma yaratan Başbakan ve AKP’ye tepkiler giderek yükseliyor… Bilim adamları, aydınlar, sivil toplum kuruluşlarının açıklamalarına 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’de katıldı. Demirel, “Sokakları işsiz çocuklarla doldurur, sokak çocukları yaratırsınız” dedi. Türban konusundaki tarafsızlığını da bozarak, “Türban, şeriat devleti arayan İslami cereyanların kullandığı araçlardan biridir. Aslında göründüğü kadar masum denecek cinsten bir şey değildir. (…) Bu zamanda böyle bir meselenin yeniden Türkiye gündemine gelmesi ve alevlenmesi Türkiye için talihsizliktir” açıklamasını yaptı.

Ama Başbakan bildiğini okumayı sürdürüyor. Tepkilere, eleştirilere kulak tıkayıp kızıp öfkeleniyor. Sonra da “Öfke de hitabet sanatıdır” diyor

Vahim bir durum…

Ne yapalım, nasıl yapalım da Başbakanı bu durumdan kurtaralım diye düşünürken Atlantiğin öte yakasından ABD Başkanı Bush’un doktoru RTE’ye bir reçete sundu:

“Bol bol uyuyacak, enginar-deve dikeni karışımını kaynatacak günde üç öğün aç karnına içecek…”

 

*

 

PEN’de kargaşa büyüyor…

Mart başında ikinci kez toplanan PEN Türkiye Merkezi Yönetim Kurulu’nun 2008 yılında Duygu Asena adına ödül verilmeyeceğini açıklaması üzerine Faruk Şüyun, yönetim kurulundan istifa ettiğini açıkladı. Şüyun yaptığı yazılı açıklamada “Başta Duygu Asena Ödülü’nün sürdürülmesi konusundaki tutarsızlıklar olmak üzere, PEN Yönetim Kurulu’nun laubali yaklaşımları nedenleriyle, yönetim kurulu üyeliğinden istifa ediyorum” dedi.

Anlaşılan PEN Tarık Günersel’in başkan olmasından sonra süratle güvenirliğini yitiriyor.

 

*

 

PEN üyesi de olan Semih Gümüş’ün yayın yönetmenliğini üstlendiği Notus Öykü dergisinin “Yüzyılın 40 Romancısı” seçkisi kıyameti kopardı…

135 seçicinin önerdiği 97 romancı arasından belirlenen 40 kişi dışında kalanlar dergiyi ve Semih Gümüş’ü eleştiri yağmuruna tuttular. Listede yer almayan pek çok ünlü yazar ile yine bir o kadar edebiyat eleştirmeni çıkan sonucu içlerine sindiremediklerini açıkladılar. 135 adın, çoğunu çok iyi tanımasalar da, böylesine iddialı bir belirleme için yeterli oldukları kanısında olmadıklarını açıkladılar.

İnci Aral, “Bir değer ölçütü bulunmayan, gerekçeleri açıklanmayan, daha çok önyargı ve duygusal yaklaşımlarla oluşan “seçmece” listelerini önemsemiyorum ve bu tür gereksiz soruşturmalara katılmıyorum. En doğru kararı zaman verecektir” dedi.

Leyla Erbil,” Sürü müyüz ki, aynı taşradan, aynı köyden, aynı kentten beslenmişiz gibi sıralamışlar bizi? Ayrıca elli yaş, kırk yaş farklı kuşakları bir arada, eş ankette yarıştırmak nasıl bir akıl? Moda deyişle bir çeşit çevre baskısıyla tanımadığım kimselerce, ki aralarında çok değer verdiklerim de çıkacaktır mutlaka, ‘20 numara’ olmamdan ‘teeddüp’ ediyorum; benden sonra gelecek arkadaşlarımın önüne konulduğum için. 1 numara olsaydım gene eş duyguyu taşırdım. Göğsüme sarı yıldız takılmış gibi duyumsadım kendimi! Her yazar böyle vitrinlenmekten hoşlanmaz. Bizim 1950 kuşağımız özellikle, bu ahlakı hâlâ sürdürmektedir.” değerlendirmesini yaptı.

Hasan Ali Toptaş, “Bu seçicilerin cevaplarının bir sonucu. Herkesin 40 romancısı farklı olabilir, bunu söylemeye bile gerek yok” derken,

Latife Tekin, Notos Öykü, benden de bu soruşturmayı yanıtlamamı istemişti. Yanıtlamadım, çünkü yazarların numaralandırılmasından hoşlanmıyorum. ‘En ayrımcılığı’na karşıyım. Bu soruşturma sonuçlarını okuduktan sonra öyle bir utanç duydum ki, Leyla Erbil’i aradım üzüntüyle; Leyla Hanım sıralamada benden sonra yer aldığı için mahcup oldum. Bazı yazarlar var ki, onları okumamış olsaydık, yazdığımız gibi yazabilir miydik? Sabahattin Ali, Bilge Karasu, on dördüncü, on dokuzuncu mudur bizim edebiyatımızda? Hakkaniyetli bir seçim mi bu? Kimin önemli, büyük yazar olduğuna bırakalım hayat karar versin, soruşturmaların anlamı yok...” diye konuştu.

                Tahsin Yücel, “Rastlantısal bu seçimler, edebiyatla yakından ilgilenenler için hiçbir zaman ölçüt değil. Numaralandırılmak da güzel değil. Doğru dürüst Türkçe yazamayan iki yazar, biri Orhan Pamuk, diğeri Kemal Tahir; her ikisi de Sabahattin Ali'den önce geliyor. Oysa bir ‘Kürk Mantolu Madonna’ ya da ‘Kuyucaklı Yusuf’un onlarla kıyaslanması edebiyata hakaret olur. Pek üzerinde durmamak gerekir aslında” dedi.

                Edebiyatta yeni isim olan Murat Uyurkulak ise iyimserdi: “Onca romancı varken benim gibi bir tıfılı da seçmeleri beni çok heyecanlandırdı. Böyle sıralamalar izafi. Belli dönemlerde belli insanlar öne çıkabilir. Kimin kalıp kimin gideceğini zaman belirleyecek. İsmim Oğuz Atay kadar dayanıklı olur mu, emin değilim. Ama Yaşar Kemal, tıpkı Cervantes ya da Shakespeare gibi 400 yıl sonra da anılacaktır” yorumunu yaptı.

                Edebiyatçıları ayağa kaldıran Notus derginin yayın yönetmeni Semih Gümüş ise seçiciler için, “Bu adların toplamının bugünkü edebiyat kamuoyumuzu yaygın biçimde temsil ettiği de pekala kabul edilebilir” savunmasını yaptı.

                “Yüzyılın 40 Romancısı” seçkisinin ilk üç sırasını paylaşanlar şöyle: Yaşar Kemal, Oğuz Atay ve Ahmet Hamdi Tanpınar.

Dördüncü isim mi?

Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk.

Kim ne derse desin Notus dergi bu değerlendirmesiyle güçlü bir rüzgar estirdi, satışını da arttırdı.

                Ne diyor denizci:

Notus; Güney Rüzgâr Tanrısı’dır, ‘Kaynatıcı Nefes’ anlamına gelir…

*

Anne Frank’ın Hatıra Defterini anımsayacaksınız…

Frank, günlüğünde 7 Ocak 1944’te sözünü ettiği Peter Schiff için “Ne aptalım. Size tek gerçek aşkımın hikâyesini anlatmayı unuttum. Mahallemizde el ele yürüyüşümüzü hala hatırlıyorum. O, uzun boylu ve yakışıklı, ayrıca sessiz ve zeki biri. Gülüşüne bayılıyorum” diyor. 13 yaşındaki Schiff’in 11 yaşındaki Anne Frank ile çocukluk aşkı yaşadığı sırada çekilen fotoğrafı geçenlerde Ernst Michelis adlı arkadaşı tarafından Amsterdam’daki müzeye bağışlandı. Anne Frank, Nazi işgali altındaki Amsterdam’da ailesiyle birlikte iki yıl babasının ofisinde saklanmış ve o esnada yaşadığı tüm sorunları yazmaya başlamıştı. 1944 yılında aile yakalanmış, henüz 13 yaşındaki Anne Frank 1945 yılında Bergen-Belsen toplama kampında tifüsten yaşamını yitirmişti. Babasının, kızının günlüklerini bulup yayımlamasıyla Anne Frank’ın günlükleri bütün dünyaca tanınmıştı.

 

* 

Fazıl Say rüzgârı dinmiyor…

Geçtiğimiz ay İsviçre, 2500 kişilik Lüsern Konser Salonu’nu balkonlarına kadar dolduran bir dinletiye tanık olmuştu. İzleyenleri hayran bırakan eser Fazıl Say’ın “Harem’de 1001 Gece” adlı keman konçertosu olmuştu. Moldovalı genç kemancı Patrisia Kopatçinskaya’nın eşlik ettiği eseri Türkiyedeki birçok müziksever de Habertürk kanalının canlı yayınından izlemişti. Bir Türk sanatçısını yabancı bir ülkede dinlemenin onur ve gururunu yaşarken bundan sonra nerede diye düşünmüştük. Çok geçmedi bu kez Anadolu’dan seslendi Fazıl.

2 Mart 2008 günü Eskişehir’de düzenlenen “Cumhuriyet, Kültür ve Müzik” konulu açık oturum Fazıl Say’ın bir saat süren kısa, ama muhteşem resitaliyle sonlandı.

“Selamünaleyküm”le söze giren ilk konuşmacı, yaşlı delikanlı Fikret Otyam’ın “Bu söze alışın, çok yakında sık kullanacağınız bir sözcüktür bu” açıklaması salondan coşkulu bir alkış aldı. Otyam’ın “Siz, Atatürk gençliği var olduğu sürece şeriat devletini ancak rüyalarında görürler bunlar…” sözleriyse salonu çınlattı adeta.   

Konuşmacılar Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehlikeyi vurguladılar. Basın Konseyi Başkanı ve Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi, 1950’den beri karşıdevrim yaşandığını söyledi. Ekşi:

“1950’den bu yana sanat ve kültür anlayışına saygı göstermiş bir devlet adamıi herhangi  bir isim hatırlıyor musunuz? Süleyman Demirel’in 9’uncu Senfoniyi dinlemesi için bir 28 Şubat olayını yaşamaya mecbur kaldık. Biz 1950’den bu yana bir karşı devrim sürecini yaşıyoruz. Ve bu sürecin en dibe götürdüğü dönem bu dönemdir” dedi.

Konuşmacılardan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Şükran Soner ise Fazıl Say’ın türban isyanına değinerek, “Fazıl bireyleri harekete geçirdi. Bireylerin harekete geçmesi gerekiyordu. AKP bundan korkmalı…” değerlendirmesini yaptı.

Etkinlik Fazıl Say’ın “Bir Sergiden Tablolar” ve kendi bestesi olan Kara Toprak’ı seslendirdiği resitaliyle sona erdi.

Eskişehir’in ardından Ankara’da Fazıl Say ve babası Ahmet Sayla Eymir gölü kıyılarında müzik dışı sohbetle karışık bir sabah yürüyüşü yaptık, çay içtik. Fazıl kaygılıydı, “AKP çağdaş kültüre düşman” diyerek söze başladı. “Aydınlanmayı engelleyecek yollar aranıyor, tepkiliyim. İktidarın dayatmaları sonucunda bireyler, yaşamlarının tehdit altında olduğunu gördüler şimdi. AKP’ye karşı muhalefet yapan milyonlar var. Bireylerin harekete geçmesi en büyük muhalefettir” dedi.

Aziz Nesin’in yıllar önce söylediği “Türkiye’nin yüzde 60’ı aptaldır” sözünü Fazıl Say’ın “Biz yüzde 30, onlar yüzde 70” sözüyle karşılaştıracak olursak Fazıl geride kalıyor. Çünkü Nesin, sonradan yaptığı açıklamada, “Kenan Evren’e oy veren kadar.” Demişti. O da yüzde 92…

Neyse…

“Anadoludan çıkan uluslararası bir sanatçıyım” diyen Fazıl, çoksesli klasik batı müziğinin piyano sesleri, yorumları, bestelerinde bu bileşkenin sürekli var olabilmesinin sırlarını sorgulamaya çalışıyor.

Bu arada Fazıl’ın yeni beste projesini de duyuralım: Şeyh Bedrettin Destanı.

*

                Fazıl’la bir televizyon programında tartışan ve “Göbek kaşıtan” görüşleri ile tanınan AKP Milletvekili Osman Yağmurdereli televizyonlardaki dedikodu programlarından birisinde “türban” ve “demokrasi” konusuna açıklık getirmiş.

                “Saçını bağladı da problem, açtı da problem. Zaten 17-18 yaşında genç kızın, üniversite çağında bir genç kızımızın aile baskısı vardır. Babasının isteği, annesinin isteği doğrultusunda olabilir. Bir genç kız evlendikten sonra durumu ortaya koyar. Kocası derse ki, ‘Hayır hanım açacaksın’, açacaktır. ‘Yok böyle kalacaksın’, kalacaktır. Yani ülkede demokrasi varsa kimse kimsenin giydiğine, kıyafetine karışmayacaktır.”

                Yani ne demek istemiş:

                Türban hakkı 18 yaşına kadar anne babanın görüşleri doğrultusunda evlendiğinde ise, koca tarafından güvence altına alınır.

Ne denir, dibine ışık veren AKP’nin ampülü de aydınlatamamış Yağmurderliyi…

 

*

Fazıl ve Fazıl gibi düşünenler iktidarın Türkiyeyi karanlığa sürüklediğinin bilincindeler. İktidar aydınlanmaya karşı. İktidar sanat’a, kültür’e edebiyat’a karşı. Hükümet edenler için heykel, içine tükürülecek; bale, belden aşağı; resim, bazı yerleri örtüyle kapatılacak sanattır.

Büyük usta Rıfat Ilgaz’ın dizeleriyle duyarlı insanlarımıza seslenelim:

 

Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol.

 

                Sağlıkta, Huzurda, mutlukta kalınız…