Ağustos 1996, Whiterock-ABD

 
   
 

EGEYİ BARIŞ GÖLÜ YAPMAK

Sayın Sökeliler, sayın sanat sevenler hepinizi saygıyla selamlıyoruz… Panelimize hoş geldiniz.

Bugün burada özellikle ‘Barış’ sözcüğünün insan yaşamındaki yeri ve önemine değinecek, komşu iki halkın ortak kullanımı olan Ege Denizini nasıl barış gölü haline getirebiliriz sorusuna edebiyatçı kimliği ile katkı koymaya çalışacağız.

Konumuz, “Egeyi barış gölü yapmak” ve konuşmacılarımız Yunan edebiyatının seçkin temsilcileri Sayın Elsa XİOY, Sayın Kastis HATZİFOTİNUS ve eğitimci, yazın dostu, eski Aydın milletvekili, 85 yıllık Egeli Sayın Mustafa Kemal Yılmaz.

Başlangıçta vurgulamakta yarar görüyoruz… Emperyalizmin ve sömürünün aracı olan savaşlar ve onun doğurduğu ölüm, yıkım, şiddet ve terör, bir insanlık suçudur.

Ve biliyoruz ki, dünyanın doğal kaynaklarının çoğunu kullanan egemen güçler, bunu sürdürebilmek için dini ve etnik farklılıkları çatışmaya döndürmekteler. Egemen güçler, demokrasi, insan hakları, barış, hoşgörü gibi kavramların da içini boşaltmakta, insanlara, çatışma kültürünü öğretmekteler.

Kaynağı ne olursa olsun her türlü savaşın ortadan kaldırılması, barışın egemen kılınması için toplumlara ve onların oluşturduğu devletlere büyük iş düşmektedir. Bu anlamda uluslar arası kuruluşlar ve sivil toplum örgütlerinin de emperyalist düşüncenin karşısında güç oluşturup savaş engellerini ortadan kaldırması gerekiyor. Bugün dünyanın dört bir yanında süregelen savaş, çatışma ve terör olayları binlerce insanın hayatına mal olmaktadır.

Bu birlikteliğimizin önde giden amacı, çeşitli coğrafyalarda çeşitli bahanelerle yaratılan çatışmalara, işgallere, kan ve gözyaşına son verilmesidir.

Barış kuşkusuz, insanlığın doğduğu günden buyana seslendirdiği en insani duygudur. Barış, şiirlerde, romanlarda, tiyatro’da ve toplumun var olduğu her yerde hep söz konusu olmuştur, olmaktadır. Savaş ise insanlığın korkunç yüzüdür. Bakınız Ömer Hayam bir rubaisinde ne güzel anlatır bu korkunç yüzü…

 

Barış istemiyorsa Felek, işte savaş

İster serseri deyin bana, ister ayyaş

İşte şarap duruyor ortada, kıpkızıl

İçmeyen taşa çalsın başını, işte taş

 

Bugün, barış adına Devlet yöneticilerinden beklenen adımların atıldığını söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Kuruluşların çıkara dayalı barış girişimlerinin de başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Ne var ki, kimi sivil toplum örgütlerinin barış konusunda çok duyarlı çabalarının olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır.

Pek çok konunun karşılıklı görüşmeler ve sağduyu ile çözümlenebileceğine inananlardanız. Kişi, toplum ya da devletlerin barış konusunda da bu yola başvurmalarını diliyoruz.

Bugün burada bir araya gelen biz edebiyatçılar, toplumun barış düşüncesinin güçlenmesi için öncü olmalıyız ve barış düşüncesini ülkelerimizde egemen kılmalıyız.

Savaşın yarına umutla bakan genç kuşaklara büyük bir suç olduğunu haykırmalıyız.

Toplumların aydınlık yüzü Barışçı olmalıdır, barış yanlısı olmalıdır. Barışa hizmette sanatçıların rolü büyüktür.

Barış sözcüğü edebiyatımızda çok güzel ifade edildiği gibi komşu edebiyatında da en az bizim edebiyatımızda olduğu kadar güçlü sözcüklerle ifade edilir. Tıpkı Yunanlı dostumuz Yannis Ritsos’un ‘Barış’ adlı şiirinde olduğu gibi…

 

Çocuğun gördüğü düştür barış.

Ananın gördüğü düştür barış.

Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.

Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba

elinde yemiş dolu bir sepet;

ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak bir testi gibi

ter damlalarıyla alnında...

barış budur işte.


Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman,

ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,

yangının eritip tükettiği yüreklerde

ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,

ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,

boşa akmadığını bilerek kanlarının,

barış budur işte.


Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda

yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi

ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.

Barış, açılan bir pencerden, ne zaman olursa olsun

gökyüzünün dolmasıdır içeriye.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun gözlerinin önüne tutulan kitaptır.

Başaklar uzanıp, 'ışık! ışık! ' diye fısıldarken birbirlerine!

Işık taşarken ufkun yalağından.

Barış budur işte.

 

Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler

geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü

ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından

cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi gibi;

barış budur işte.


Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de

bir kök olduğu zaman

gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.

Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman

dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardısıra.

Ve sonunda hissettiğimiz zaman yeniden

zamanın tüm köşe bucağındaki acıları kovmak için

ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.

Barış budur işte.

 

Barış ışın demetleridir yaz tarlalarında,

iyilik alfabesidir o, dizelerinde şafağın.

Herkesin 'kardeşim' demesidir birbirine, 'yarın yeni bir dünya kuracağız' demesidir;

ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.

Barış budur işte.


Ölüm çok az yer tuttuğu gün yüreklerde,

mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların,

şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine

büyük karanfilini alacakaranlığın...

barış budur işte.


Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların

sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.

Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların

tek bir sözcüktür yazdıkları:

Barış.


Ve bir tren ilerler geleceğe doğru

kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden

buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.

Bu tren barıştır işte.

 

Kardeşler, barış içinde ancak

derin derin soluk alır evren.

Tüm evren,

taşıyarak tüm düşlerini.

Kardeşler, uzatın ellerinizi.

Barış budur işte.