EGEYİ BARIŞ GÖLÜ YAPMAK
Sayın Sökeliler, sayın sanat sevenler hepinizi saygıyla
selamlıyoruz… Panelimize hoş geldiniz.
Bugün burada özellikle ‘Barış’ sözcüğünün insan
yaşamındaki yeri ve önemine değinecek, komşu iki halkın
ortak kullanımı olan Ege Denizini nasıl barış gölü
haline getirebiliriz sorusuna edebiyatçı kimliği ile
katkı koymaya çalışacağız.
Konumuz, “Egeyi barış gölü yapmak” ve konuşmacılarımız
Yunan edebiyatının seçkin temsilcileri Sayın
Elsa XİOY, Sayın Kastis HATZİFOTİNUS ve eğitimci, yazın
dostu, eski Aydın milletvekili, 85 yıllık Egeli Sayın
Mustafa Kemal Yılmaz.
Başlangıçta vurgulamakta yarar görüyoruz… Emperyalizmin
ve sömürünün aracı olan savaşlar ve onun doğurduğu ölüm,
yıkım, şiddet ve terör, bir insanlık suçudur.
Ve biliyoruz ki, dünyanın doğal kaynaklarının çoğunu
kullanan egemen güçler, bunu sürdürebilmek için dini ve
etnik farklılıkları çatışmaya döndürmekteler. Egemen
güçler, demokrasi, insan hakları, barış, hoşgörü gibi
kavramların da içini boşaltmakta, insanlara, çatışma
kültürünü öğretmekteler.
Kaynağı ne olursa olsun her türlü savaşın ortadan
kaldırılması, barışın egemen kılınması için toplumlara
ve onların oluşturduğu devletlere büyük iş düşmektedir.
Bu anlamda uluslar arası kuruluşlar ve sivil toplum
örgütlerinin de emperyalist düşüncenin karşısında güç
oluşturup savaş engellerini ortadan kaldırması
gerekiyor. Bugün dünyanın dört bir yanında süregelen
savaş, çatışma ve terör olayları binlerce insanın
hayatına mal olmaktadır.
Bu birlikteliğimizin önde giden amacı, çeşitli
coğrafyalarda çeşitli bahanelerle yaratılan çatışmalara,
işgallere, kan ve gözyaşına son verilmesidir.
Barış kuşkusuz, insanlığın doğduğu günden buyana
seslendirdiği en insani duygudur. Barış, şiirlerde,
romanlarda, tiyatro’da ve toplumun var olduğu her yerde
hep söz konusu olmuştur, olmaktadır. Savaş ise
insanlığın korkunç yüzüdür. Bakınız Ömer Hayam bir
rubaisinde ne güzel anlatır bu korkunç yüzü…
Barış istemiyorsa Felek, işte savaş
İster serseri deyin bana, ister ayyaş
İşte şarap duruyor ortada, kıpkızıl
İçmeyen taşa çalsın başını, işte taş
Bugün, barış adına Devlet yöneticilerinden beklenen
adımların atıldığını söylemek ne yazık ki mümkün
değildir. Kuruluşların çıkara dayalı barış
girişimlerinin de başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Ne var
ki, kimi sivil toplum örgütlerinin barış konusunda çok
duyarlı çabalarının olduğunu belirtmek yanlış
olmayacaktır.
Pek çok konunun karşılıklı görüşmeler ve sağduyu ile
çözümlenebileceğine inananlardanız. Kişi, toplum ya da
devletlerin barış konusunda da bu yola başvurmalarını
diliyoruz.
Bugün burada bir araya gelen biz edebiyatçılar, toplumun
barış düşüncesinin güçlenmesi için öncü olmalıyız ve
barış düşüncesini ülkelerimizde egemen kılmalıyız.
Savaşın yarına
umutla bakan genç kuşaklara büyük bir suç olduğunu
haykırmalıyız.
Toplumların aydınlık yüzü Barışçı olmalıdır, barış
yanlısı olmalıdır. Barışa hizmette sanatçıların rolü
büyüktür.
Barış sözcüğü edebiyatımızda çok güzel ifade edildiği
gibi komşu edebiyatında da en az bizim edebiyatımızda
olduğu kadar güçlü sözcüklerle ifade edilir. Tıpkı
Yunanlı dostumuz Yannis Ritsos’un ‘Barış’ adlı şiirinde
olduğu gibi…
Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle
döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak bir
testi gibi
ter damlalarıyla alnında...
barış budur işte.
Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman,
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın
artık,
boşa akmadığını bilerek kanlarının,
barış budur işte.
Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencerden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye.
Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun
gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, 'ışık! ışık! ' diye fısıldarken
birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun
arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi
gibi;
barış budur işte.
Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardısıra.
Ve sonunda hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağındaki acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.
Barış ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizelerinde şafağın.
Herkesin 'kardeşim' demesidir birbirine, 'yarın yeni bir
dünya kuracağız' demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.
Ölüm çok az yer tuttuğu gün yüreklerde,
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların,
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın...
barış budur işte.
Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey
değildir.
Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış.
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren barıştır işte.
Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
Tüm evren,
taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte. |