KAYA GİBİ SERT, İPEK GİBİ YUMUŞAK
Türkçemizin yazın ustalarından Emin Özdemir, “Dilimizde
deneme sözcüğünün değişik anlamları vardır,” diyor. “İlk
anlamı denemek eylemi. Bu bağlamda tecrübe sözcüğünün
eşanlamlısıdır. İkinci anlamıysa, son biçimini almamış,
taslak biçimindeki yapıt… Sözcüğün üçüncü anlamıysa bir
yazın terimi olarak kullanımıyla ilgilidir: Herhangi bir
konuda kesin bir sonuca varma çabası gütmeksizin,
yazarın kendi kişisel düşüncelerini, görüşlerini,
izlenim ve kanılarını söyleşme havası içinde işlediği
düzyazıları.”
Deneme deyince benim aklıma gelen ilk bilinen isim
Montaigne. Bilgilendirici ve çekicidir Montaigne’nin
denemeleri.
Oğuz Tümbaş’ın yeni kitabı “Oğuz’ca Yolculuk”un
sayfalarını çevirmeye başladığımda, Melih Cevdet Anday
başta olmak üzere nice isimler bir film şeridi gibi
geçti gözlerimin önünden.
“Oğuz Tümbaş Yaşamı”ndan İnce Kesitler…” yazısıyla
başlıyor kitap. Bir anlamda kısa bir yaşam öyküsünü
kaleme almış Oğuz. Çalışma hayatının son durağı TRT
Haber Merkezi. İşte orada, 1974 yılında Oğuz’la
yollarımız kesişiyor. Ben haber yazıyorum, o haber
görüntülüyor. Muhabir-Kameraman beraberliği.
Dostluğumuzu bugüne dayandırıyoruz.
Mesleğim olan gazeteciliğin sevdiğim bir tarifi vardır:
“Yeryüzündeki hiçbir şey bir gün önceki haber kadar
bayat değildir!”
Bu tarif, bir anlamda günlük yazı yazanları içermesinin
yanı sıra “bütün zamanları” da içerir. Yazarımız Oğuz
kitabında tüm zamanları işlemiş. “Türkçe Düşünmek
Türkçe’yle Yaşamak”tan tutun da “Oğuz Tümbaş İçin Dost
Değinmeler”e kadar. Ama bir yazı var ki, söz etmeden
geçilmez. “Rüzgâra Takılmış Gider Gibiyiz!” diyor Oğuz.
Nazım Hikmet başta, şairlerimize, şair dostlarının
belleğinde iz bırakan sözlerine yer veriyor.
“İnsan yaşamının sayısal çevrimi içinde acılar,
üzünçler, umutlar, gönençler, kaygılar, kurgular,
düşler, kavgalar, savaşımlar ne çok yer tutar… Zamana
dur demenin, yaşlanmayı durdurmanın olanağı var mı?
Başarabilenleri duyan, bilen olmadığına göre, kapımızı
zamanın yıpratan, eskiten rüzgârlarına açık tutmaktan
başka umarımız yok sanırım.” diyor bir yerde… Katılmamak
elde değil.
Herkes deneme adı altında bu tür karalamalar yapabilir
mi? Kuşkusuz yapar. Deneme bir yazar için sorumluluktur.
Bu bağlamda her yazarın denemesi “deneme” olmaz. Olsa
olsa denemenin denemesi olur. Oğuz üzerine düşen
sorumluluğu yerine getirmiş.
Ve sevgili Oğuz şanslı ya da kısmetli olmalı ki, altı ay
içinde iki kitabı ard arda yayınlandı. İlki kısaca
değinmeye çalıştığım deneme kitabı. İkincisi herkesçe
tanınan kimliğini, şairliğini yansıtan çalışması: “küşüm
çınlaması”.
Bugün şiir dili denince; kuş dili gibi bir şey
anlaşılıyor. Yani Sadece kuş dili bilenlerin anladığı
bir dil. Oysa üst dildir şiir dili. Normal konuşma
dilinin üzerinde bir yapısı vardır. Sözcüsü yürek olan
sestir. Yürek olunca da; daha bir incelik, daha bir
heyecan söz konusudur. Samimidir şiir. Oğuz’un şu
şiirinde olduğu gibi:
“dut yaprağı
en güzel esmer sensin
teninde emeğim var
dudaklarında gülüşlerim
teri kurumadı heyecanın avuçlarımda
hayıflanmanın yararı yok
eskidi hükümler
ipek böceği kırgın dut yapraklarına” (küşüm çınlaması,
s.33)
Sözcükler şiir olmak için, yüreğine girmiş şairin. Hal
böyle olunca, tüm yaşamını içine koyduğu ve bir güzellik
ürettiği şiirini kitlelerle paylaşmasından doğal ne
olabilir?
Oğuz ülkemizin önde giden yayınevlerinin yazarları
arasında -pek çok edebiyatçı dostum gibi- ismi anılmayan
birisidir. Dayatılma bir yazar, bir şair değildir o.
Parlatılmamıştır da... Kaya gibi sert, ipek gibi
yumuşak’tır o.
Afrodisyas, Mart-Nisan 2012.
Oğuzca Yolculuklar, Zenge Yayınları Deneme
Dizisi-1, Ankara, 25 Haziran 2011, 144 sayfa.
Küşüm çınlaması, Kurşun Kalem Şiir Dizisi-1,
Nezih_Er Yayınları, İzmir, Şubat 2011, 64 sayfa.
|