Eylül 1970, Londra, Uğur Dündar'la

 
   
 

KAYA GİBİ SERT, İPEK GİBİ YUMUŞAK[1]

 

 

Türkçemizin yazın ustalarından Emin Özdemir, “Dilimizde deneme sözcüğünün değişik anlamları vardır,” diyor. “İlk anlamı denemek eylemi. Bu bağlamda tecrübe sözcüğünün eşanlamlısıdır. İkinci anlamıysa, son biçimini almamış, taslak biçimindeki yapıt… Sözcüğün üçüncü anlamıysa bir yazın terimi olarak kullanımıyla ilgilidir: Herhangi bir konuda kesin bir sonuca varma çabası gütmeksizin, yazarın kendi kişisel düşüncelerini, görüşlerini, izlenim ve kanılarını söyleşme havası içinde işlediği düzyazıları.”

Deneme deyince benim aklıma gelen ilk bilinen isim Montaigne. Bilgilendirici ve çekicidir Montaigne’nin denemeleri.

Oğuz Tümbaş’ın yeni kitabı “Oğuz’ca Yolculuk”un[2] sayfalarını çevirmeye başladığımda, Melih Cevdet Anday başta olmak üzere nice isimler bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden.

“Oğuz Tümbaş Yaşamı”ndan İnce Kesitler…” yazısıyla başlıyor kitap. Bir anlamda kısa bir yaşam öyküsünü kaleme almış Oğuz. Çalışma hayatının son durağı TRT Haber Merkezi. İşte orada, 1974 yılında Oğuz’la yollarımız kesişiyor. Ben haber yazıyorum, o haber görüntülüyor. Muhabir-Kameraman beraberliği. Dostluğumuzu bugüne dayandırıyoruz.

Mesleğim olan gazeteciliğin sevdiğim bir tarifi vardır:

“Yeryüzündeki hiçbir şey bir gün önceki haber kadar bayat değildir!”

Bu tarif, bir anlamda günlük yazı yazanları içermesinin yanı sıra “bütün zamanları” da içerir. Yazarımız Oğuz kitabında tüm zamanları işlemiş. “Türkçe Düşünmek Türkçe’yle Yaşamak”tan tutun da “Oğuz Tümbaş İçin Dost Değinmeler”e kadar. Ama bir yazı var ki, söz etmeden geçilmez. “Rüzgâra Takılmış Gider Gibiyiz!” diyor Oğuz. Nazım Hikmet başta, şairlerimize, şair dostlarının belleğinde iz bırakan sözlerine yer veriyor.

“İnsan yaşamının sayısal çevrimi içinde acılar, üzünçler, umutlar, gönençler, kaygılar, kurgular, düşler, kavgalar, savaşımlar ne çok yer tutar… Zamana dur demenin, yaşlanmayı durdurmanın olanağı var mı? Başarabilenleri duyan, bilen olmadığına göre, kapımızı zamanın yıpratan, eskiten rüzgârlarına açık tutmaktan başka umarımız yok sanırım.” diyor bir yerde… Katılmamak elde değil.

Herkes deneme adı altında bu tür karalamalar yapabilir mi? Kuşkusuz yapar. Deneme bir yazar için sorumluluktur. Bu bağlamda her yazarın denemesi “deneme” olmaz. Olsa olsa denemenin denemesi olur. Oğuz üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş.

Ve sevgili Oğuz şanslı ya da kısmetli olmalı ki, altı ay içinde iki kitabı ard arda yayınlandı. İlki kısaca değinmeye çalıştığım deneme kitabı. İkincisi herkesçe tanınan kimliğini, şairliğini yansıtan çalışması: “küşüm çınlaması”.[3]  

Bugün şiir dili denince; kuş dili gibi bir şey anlaşılıyor. Yani Sadece kuş dili bilenlerin anladığı bir dil. Oysa üst dildir şiir dili. Normal konuşma dilinin üzerinde bir yapısı vardır. Sözcüsü yürek olan sestir. Yürek olunca da; daha bir incelik, daha bir heyecan söz konusudur. Samimidir şiir. Oğuz’un şu şiirinde olduğu gibi:

 

 

“dut yaprağı

 

en güzel esmer sensin

teninde emeğim var

dudaklarında gülüşlerim

 

teri kurumadı heyecanın avuçlarımda

hayıflanmanın yararı yok

eskidi hükümler

ipek böceği kırgın dut yapraklarına” (küşüm çınlaması, s.33)

 

Sözcükler şiir olmak için, yüreğine girmiş şairin. Hal böyle olunca, tüm yaşamını içine koyduğu ve bir güzellik ürettiği şiirini kitlelerle paylaşmasından doğal ne olabilir?

Oğuz ülkemizin önde giden yayınevlerinin yazarları arasında -pek çok edebiyatçı dostum gibi- ismi anılmayan birisidir. Dayatılma bir yazar, bir şair değildir o. Parlatılmamıştır da... Kaya gibi sert, ipek gibi yumuşak’tır o.

 

[1] Afrodisyas, Mart-Nisan 2012.

[2] Oğuzca Yolculuklar, Zenge Yayınları Deneme Dizisi-1, Ankara, 25 Haziran 2011, 144 sayfa.

 

[3] Küşüm çınlaması, Kurşun Kalem Şiir Dizisi-1, Nezih_Er Yayınları, İzmir, Şubat 2011, 64 sayfa.