Eylül 1975, Çınar Oteli-İstanbul, EBU Toplantısı'nda Erol Kaner'le

 
   
 

KISACA…

  

12 Mart 1971 günü Türk insanı başka bir dünyaya gözünü açtı. Devlet, 12 Mart muhtırasıyla ülkedeki demokrat aydın ve emekçilerin, basının tepesine indi. “Balyoz harekâtıyla” basın özgürlüğü kısıtlandı, 183 gazeteci, yazar, düşün adamı ve sanatçı tutuklanarak cezaevine kondu, işkence gördü, hapis ve sürgün cezalarına çarptırıldı. 39 süreli ya da süresiz yayına kapatma cezası uygulandı. 139 kitap yasaklandı. 1961 anayasasında yer alan düşünce ve kanaat özgürlüğünü güvenceye alan hükümler değiştirildi.

Ülke ve basın çaresiz... Kamuoyunu aydınlatma görevini üstlenen gazeteci şaşkın…

İstanbul’daki meslek örgütü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Ankara’daki eşdeğeri Ankara Gazeteciler Cemiyeti iktidardan, çıkardan yana bir tutum içerisindedir.

Aradan yedi yıl geçer.

Görüşleri AGC’nin görüş ve düşünceleriyle bağdaşmayan Ankaralı basın emekçileri seslerini duyurmak amacıyla bir çatı altında toplanma gereği duyarlar. Amaçlarını; “Demokrasinin en temel kurumu olan, bütün öteki özgürlüklere kaynaklık eden düşünceyi ifade ve basın özgürlüğünün Türkiye'de tam olarak gerçekleşmesi, haber alma hakkının hiçbir baskı ve sınırlama olmaksızın kullanılabilmesi, gazetecilerin mesleki hak ve çıkarlarının korunup geliştirilmesi ve bu yönde sendikal örgütlenmenin güçlendirilmesi için çalışmak; üyelerinin kültürel gelişmesine, ekonomik ve sosyal refah düzeyinin yükseltilmesine katkıda bulunmak.” biçiminde belirleyerek Çağdaş Gazeteciler Derneği’ni kurarlar.

Tarih, 23 Şubat 1978’dir.

O yıllarda Bayram gazetesi her kentte en fazla üyeye sahip basın meslek kuruluşu tarafından çıkarılır. Kuruluşa inanılmaz parasal katkı sağlayan bayram gazetesinin yayım hakkı için büyük kentlerde amansız bir yarış vardır.

Genç ÇGD Ankara’da AGC’nin rakibidir.

Sarı basın kartı sahibi üye kaydına hız verilir. Bunun için TRT’nin Kavaklıdere’deki binasında bulunan televizyon haberleri fotoğraf stüdyosunun bir duvarı vesikalık fotoğraf çekim merkezi haline getirilir. İçeride fotoğrafları çekilen TRT program ve habercileri dışarıdaki masada ÇGD üyelik formlarını doldururlar.

Çalışmayı yöneten bu satırların sahibidir.

Üç günün sonunda 120 sayısına ulaşılır. Gazetelerde çalışan ÇGD üyeleriyle birlikte AGC’nin üye sayısı aşılmıştır. Ne var ki bayram gazetesi olayı mahkemelik olur. Danıştay’da üstünlük sağlayan her devrin ve herkesin adamı olmakla tanınan AGC başkanı Beyhan Cenkçi karşısında dava kaybedilir. 

Tarih tekrarlanmıştır…

Tek parti egemenliği 14 Mayıs 1950’de son bulmasına karşın Demokrat Parti olsun sonraki iktidarlar olsun devlet-basın ilişkilerinin genel çizgisi değişmedi. Tümünde de iktidarın ilk yıllarındaki balayı dönemi kısa sürdü; eleştirilere tahammülsüzlük, hukuk dışı yollardan sonuç alma gibi tehlikeli politik kararların devreye sokulmasına neden oldu.

İktidarların dümen suyunda gitmeyen pek çok basın emekçisi işinden oldu, sürgün edildi ya da hedef gösterildi. 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası Basın Kanunu’nda yapılan değişiklikler gazetecilerin hak ve özgürlüklerini genişleten yasaları da saysak, gazeteci, cumhuriyetimizin kurulduğu 1923’te ne yaşadıysa bugün de benzer şeyleri yaşamaktadır.

Neler olmadı ki…

İktidar yanlısı gazeteler kollandı. Kâğıtları, ilanları verildi, açıklamalar onlara yapıldı, gezilere onlar katıldı. Davetlerde onlar vardı. Tarafsız yayın organı mısınız? Şansınız yoktur. Dün de böyleydi, bugün de. Değişen bir şey yok.

Partilerin genel merkez kontenjanlarından gazeteciler milletvekili yapıldılar, örtülü ödenekten beslendiler.

İktidarlar devleti kontrol etmenin sağladığı olanaklarla mali destek vererek doğrudan kendine bağlı yayın organları kurdular. Adına “besleme basın” diyebileceğimiz uygulama bugün bir başka biçimde sürdürülüyor.

Kendimi bildim bileli her hükümetin basından sorumlu bir Devlet Bakanı oldu. Görevi iktidarı eleştiren gazete ve gazeteciye sopa göstermek, iktidar yanlısı basını el üstünde tutmaktı. Bu hiç değişmedi…

Kuruluşun üzerinden henüz 2 yıl geçmişti ki 12 Eylül günü geldi.

12 Eylül 1980, Türkiye’de hak ve özgürlükleri askıya alan 12 Mart’ı bile aratır uygulamalarıyla demokrasiye ağır darbe vurdu. Gazete ve dergilerin yayını sık sık durduruldu, bu dönem gazeteci, yazar, çevirmen ve sanatçılara toplam 316 yıl 4 ay 20 gün hapis cezası verildi. 1982 Anayasası ile düşünce ve basın özgürlüğü; devleti kutsal sayan ve bireyi arka plana iten bir anlayış, sonucu anlamsız hale getirilerek büyük ölçüde sınırlandırıldı, bu antidemokratik hükümler adeta zırha büründürüldü. 

Kemal Tahir’in romanından TV ekranına aktarılan ‘Yorgun Savaşçı’ Başbakan Bülend Ulusu’nun talimatıyla noter huzurunda yakıldı. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığının emriyle Bilim ve Sosyalizm Yayınları’na ait 7 kamyon dolusu 133 bin 607 kitap, 3 Haziran 1985 günü Mamak’ta yakıldı. Basın, Radyo ve Televizyon 12 Eylül askeri yönetiminin emrinde büyük ölçüde psikolojik hareket ve propaganda aracı olarak kullanıldı.

TRT Haber Dairesi Başkanlığına gönderilen Kurmay Albay Osman Akyol imzalı “Haberlerde Uyulması Gerekli Hususlar” başlıklı talimatla anarşi olayları ve trafik kazalarının haber bültenlerinde yer alması önlendi.

12 Eylül sonrasında da benzer uygulamalar sürdürüldü. Yani basın hizaya getirildi. Basında birçok patron geldi geçti. Sonra holding basını doğdu. Birden fazla gazetenin sahibi olanlar anılır oldu. Ama değişmeyen bir şey vardı. Hükümet yanlısı gazeteler ve yazarlar, hükümet karşıtı gazeteler ve yazarlar. Hükümet karşıtı grupta yer alanlar kamuoyuna doğru bilgi ulaştıranlardı. Yanlı olanlar da hükümet icraatından çıkar elde edenler.

Promosyon, basında tekelleşmeyi hızlandıran ana unsurlardan birisi oldu. Bu yolda büyük ivme kazanan medya, devlet teşviklerinin de katkısıyla özel radyo-televizyon kanalları kurmaya başladı. Çıkarcı gazete yazarları patronlarının iş takibini yüklendi. Medya patronları sanayi baronları sıralamasının üst sıralarında anılır oldu.

Haberlerin tarafsızlığından, gazetecinin bağımsızlığından söz edilmez oldu… Birçok sivil toplum örgütü devlet baskısı karşısında suskun kaldı. TGC cılız çıkışlarıyla yine de göz doldururken AGC’nin hiç sesi çıkmadı.

 

Peki, ÇGD ne yaptı?

·         Her gün çiğnenmekte olan gazetecilik tekniği, etiği, evrensel ilkeleri; gazete manşetlerinde işlenmekte olan insanlık suçu karşısında, etkili bir moral yaptırım mekanizması oluşturdu.

·         “Gazetecilik toplumun gücüdür, bunu üç beş kuruş kazanmak uğruna feda edemezsiniz. Gazeteciliğin onuru toplumun kimliğidir… Gazetecilik özgürlük ister, gazetecilik haysiyetli bir iştir ” düşüncesini her fırsatta seslendirdi.

·         Demokrasiye, anayasaya, insan haklarına aykırı bir tutum ve davranış sergileyenleri uyardı.

·          Mesleğini hiçbir zaman kişisel çıkarları için kullanmayanların sesi oldu.

·         İçinden geldiği halkın gazetecisi olmayı ilke edinen, yaşamı boyunca bu çizgisinden ödün vermeyenlerin barınağı oldu.

·         Basın tarihimizin utanç veren kirli kareleri içinde hiçbir zaman yer almadı.

 

Bugün cumhuriyetin kazanımları, temel ilkeleri tehdit altında. Kamuoyunu bilinçlendirme, bilgilendirme ve doğru yolda oluşturma görevini yürütecek olan basının ve basın çalışanlarının güvencesi ÇGD’yi şimdi daha da büyük görevler bekliyor.

  ÇGD dün olduğu gibi bugün de özgür kimliğiyle, basının gerçek işlevini yerine getireceği günleri umutla bekleyenlerin yuvasıdır.

                22 Mart 2008