Selim Esen

 
   
 

YASAKLAR[1]

Yasak, insan yaşamının değişmez bir öznesidir. Yer kürenin her köşesinde yasaklar vardır. Örneğin Fransa’da demiryolunda öpüşmek yasaktır. Kanada’da yağmur yağarken çimler sulanamaz. İtalya’da etek giyen erkekler tutuklanır. İskoçya’da inek sahiplerinin sarhoş olması yasaktır. Avustralya’da çocukların sigara satın alması yasak, içmesi serbesttir. ABD’nin Alabama eyaletinde metro’da sakız çiğneyen tutuklanır. Connecticut eyaletinin Hartford kentinin New Britain beldesinde kamyonların hız sınırı 50 km/saattir. Bu itfaiye araçları için de geçerlidir.

Türkiye’de de yasaklar vardır, parmak ısırtır… Kimi belediyeler hiçbir yasal dayanağı olmayan, gücünü Anayasa ve yasalardan almayan keyfi yasak koyarlar. Örneğin; parklarda içki yasağı, türbansız girilemez yasağı, badem bıyık olmayan erkekler işe alınmaz yasağı gibi. Bazı cezaevi yöneticilerince uygulanan önlemler de gülmece dergilerine konu olacak niteliktedir. Örneğin; Bolu F Tipi Cezaevi’nde, kadın mahkûmlar “siyah renk” dışında don giyemez! Yine bu cezaevi sakinleri çöp kutusu kullanamaz. Tekirdağ F Tipi’nde ise, erkek mahkûm kolye takamaz, yasaktır…

YSK’nın da kendine özgü yasakları vardır. Örneğin der ki: Propaganda için kullanılan el ilanları ve yayınlar üzerinde, Türk bayrağı, dini ibareler bulundurulamaz. Sonra, Radyo-TV ve diğer propaganda çalışmalarında, Türkçeden başka dil konuşulamaz, yazılamaz…

Erk ve yasak birbirini sever. Ülkemizdeki çoğu dayatmacı düşünce, bürokrasiyi ele geçirmek için amansız bir savaş içindedir. Ard arda gelen tutuklamalar, sürgünler, toplu kıyımlar yazarları, gazetecileri adeta şaşkına çevirir… Yasaklar sınır tanımaz. Hani uyarıcı, koruyucu yasaklar olsa tamam da, yapıcı değil yıkıcıdır bu yasaklar.

Çağ dışı bu anlayış özellikle düşün ve yazın dünyasında günah keçileri arar bulur. Türkiye’nin aydınlanması adına bildiğini, gördüğünü yazanların eserleri yasaklanır. Tarihimiz ile ilgili gerçekler göz göre göre çarpıtılır. Yetmez, büyük kurtarıcıya, Cumhuriyeti kurana da dil uzatılır. Siyasi iktidar hırsının hedefinde gençliği suskun, paylaşımdan hakkını alamayan ve düşünmesi engellenen, emekçi bir kesim vardır. İnsana saygısız bu düzende kayıp gider Türkiye…

Katolik kilisesinin Dante’den Balzac’a, Montaigne’den Kopernik’e, Spinoza’dan Luther’e uzanan 400 yıllık yasaklar listesinde Hitler’in yasaklanmamış olması dikkat çekicidir. Darwin görmezden gelinmiş, Marx, Freud, Nietzsche Schopenhauer de yasaklanmayanlar arasında sayılmıştır. Listeye sonradan Sartre ve Andre Gidé eklenmiştir. Yasaklanan kitapların başında Luther, Calvin ve diğer Protestan reformcuların kitapları gelir. Latince ve İtalyanca dışındaki tüm İnciller yasaklanmıştır. Tevrat ve Kur’an da yasaklı kitaplar arasına alınmıştır. Vatikan’ın bu listesi sürekli yenilenerek 1559-1966 yılları arasında yürürlükte kalmıştır. Ve bu süreçte, uygar (!) Batı’da bilim, edebiyat alanında insanlığa büyük katkılar sağlayan kişi ve yapıtların neredeyse tamamı yasaklanmıştır.

1923 yılında Türkiye’nin insanlık anlamında Batı’dan bir adım önde olduğu görülür. Faşist rejimlerden kaçan bilim adamlarına kucak açan genç Cumhuriyet, yabancı konuklarının katkılarıyla kalkınmasına, sağlıklı düşünmesine, bir anlamda yükselişine temel oluşturmuştur. Ama Cumhuriyetle başlayan karşı devrim, ülkemizin aydınlanmasına sürekli köstek olmuş, özünde taşıdığı yasakçı zihniyeti bugünlere taşımıştır.

Şimdi öyle bir noktaya gelindi ki, şeriat özleminde olan siyasi erk, Atatürk ilkelerinden söz edenleri, Cumhuriyeti koruyan ve kollayanları içeri tıkmaya, düşüncelerini susturma peşine düştü. Yasaklar iktidarın öznesine dönüştü. Kitle iletişiminin en güçlü ve etkili aracı olan televizyon, aydınlanma karşıtı bir silah olarak kullanılmaya başlandı. Ne zaman başladı bu? Taa 1968’lerde… TRT Televizyonu Ankara’da deneme yayınlarına başladığında. Konumuz bu, anlatmaya çalışacağız…

[1] 6.Çukurova Sanat Günleri’ne sunulan bildiri, 24 Nisan 2009.