|
SELİM ESEN’İN AÇIK BIRAKTIĞI ÇEKMECE
Fatigül Balcı
Değerli Selim Esen’in, Evrensel Yayınlarından çıkan
Açık Çekmece adlı kitabını büyük bir hoşnutlukla
beğenerek okudum. Hızla daldığım sayfaların, hızla
tükendiğini görünce, yani biteceğini anlayınca, yavaş
yavaş okumaya başladım. Elbette altını çize çize,
sevinerek. Sevindim; çünkü her bölümde tanıdığım,
özlediğim birine rastlıyordum sanki. Daha önce duymuş ya
da bir yerlerde okumuş olduğum olayları anımsarken aynı
zamanda işin aslını öğrenmek elbette iyi oldu. Bazı
konularda anımsatırken bazılarında derinlemesine
bilgilendiriyor Selim Esen. Umarım ikinci bir çekmece
daha doldurup açık bırakır da herkes alacağı kadarını
alır. Kendi adıma merakla bekliyorum.
Kitap genelde bir Ankara belgeseli niteliğinde.
Betimlemelerle birlikte, o eski resimler, yaşadığım
şehrin siyah beyaz gençlik fotoğrafları gibi gülümsetti
beni. Şimdiki kadar varsıl, şık değilmiş ama
yakışıklıymış, enerjikmiş. Bakanlıklar, Kızılay,
Güvenpark, Meşrutiyet ve Sakarya Caddeleri, Sıhhiye,
Ulus, Anafartalar Caddesi, Samanpazarı, Çıkrıkçılar
Yokuşlu… gibi yerlerin eski durumunu hayalimde
canlandırabildim, görebildim Meşrutiyet’in köşedeki
bakkalı; çünkü çok güzel yansıtmış. Ankara’ya böylesine
yakışır bir kimlik çıkarıp armağan etmek, Ankaralı bir
aydına da çok yakışmış doğrusu.
Selim Esen, kendi eğlenceli anılarını anlatmak yerine,
devrin tanıklığını yaparak önemli bir katkı sağlamış
Ankara tarihine ve yaşadığı kente bir gönül borcu
ödemiş. Genellikle önemli, kamuoyunu ilgilendiren
olayları ele almış. Ankara’nın siyasi olaylarının yanı
sıra, sanat edebiyat olaylarına, kişilerine önemli yer
vermiş. Devrin ünlülerini, şairlerini, yazarçizerlerini
sıcak, samimi bir dille sunmuş. Ankara’yı, o günlerin
yaşam koşullarını, günlük hayatı, ilişkilerini
anlatırken devrin kimi semt kabadayılarına bile yer
vermiş; çünkü bir kentte sadece sıradan halkla
sanatçılar, siyasetçiler yaşamıyor, arada bir yerlerde
yaşayanlar da vardır kuşkusuz, marjinali, dilencisi,
zorbası bilmem nesi… Bunların hepsini ağırbaşlı ve
renkli bir dille anlatmış.
Onlarca yıllık bir süreç içerisinde Ankara’nın
sosyoekonomik ve sosyopolitik yaşamını çok güzel
yansıtmış. Bunda da aristokrat, aydın, eğitimli bir
aileden geliyor olmanın rolü büyük elbette; yoksa henüz
gençliğin başlarında birçok şeyin farkında olmayabilir,
o yaşlarda gerekli duyarlılığı gösteremeyebilirdi. Yakın
çevresinden o denli beslenmesi iyi bir altyapı
hazırlamıştır kendisine. Daha sonraki kariyerinin de
rolünü, artısını unutmamalı; bu da yapılan işin
niteliğini oldukça yükseltiyor. Yani çok önemli
bilgilerin yanı sıra, o günlerdeki Ankara gerçeğini ve
anılarını harmanlayarak nitelikli bir yapıt çıkarmıştır
ortaya.
Kitap genelde bir Ankara belgeseli olmanın ötesinde,
belgesel bir Türkiye gerçeği aslında, henüz küçük bir
kısmı olsa bile. Umarım yazmaya devam edecektir. Aynı
zamanda İkinci Dünya Savaşı yıllarının kimi olayları da
girmiş kitaba. Yazar, doğduğu güne denk gelen bir olaya
da yer verir. Bu, Almanların beş “U” denizaltı
gemilerini denize indirilmeleridir ve buna değinirken
çok güzel bir tümce kurmuş: “Uygarlık, insanlığın
yaratıcılığı, bunca buluşlar, gelişmeler, savaş için
miydi?” Bir insanlık ayıbı olan savaşı sorgulamak,
kınamak gerçek bir aydın sorumluluğudur ve kitap benzer
bölümlerle gelişirken kendini okutuyor. Hem de sıkmadan,
zorlamadan…
Ankara gençliğini, Ankara siyasetini ve bürokrasisini,
içinde yaşadığı için çok çok güzel anlatmış. Hele de bu
günlere nasıl gelindiğini görmek için yararlı olmuş. O
zamanki önemli olaylardan, halkın beklentisinden, keyfi
yönetimin kırıp geçirmesine, devlet içinde dönen
entrikalara, isyanlara ve kurulan işbirliklerine,
bağlantılara kadar. Dünyada yaşanmış olan kimi tarihsel
ve kültürel olaylara kadar hemen hepsini yetkin bir
biçimde ele almış.
En güzel bölümlerden biri de “Barış Gönüllüleri”
(s.217). 1961’de Kennedy tarafından kurulan bu örgüt,
Türkiye’nin her alanda gelişmesine destek sağlayacakmış
sözde; ama işin aslı başkaymış. Yazar ayrıntılı olarak
anlattıktan sonra, ortak kanılara dayanan bir görüşü de
eklemiş:
“Yaygın görüş, Barış Gönüllüleri’nin Türkiye’de bir ajan
gibi çalıştıklarıydı. Amerikalıların o dönemde icat
ettikleri casus uçağına benzetilerek ‘Yerde yürüyen
U-2’ler,olarak adlandırıldılar. 1962-1972 yılları
arasında, Türkiye’de 1585 Amerikalı misyoner, Barış
Gönüllüleri adı altında faaliyet yürüttü. Kimi
araştırmalar, Güneydoğu bölgesinde PKK’nın temellerinin,
bu dönemde atıldığını işaret eder.”
Ve sonunda, umdukları başarıyı yakalayamadıkları için
programı sonlandırmış Amerikalı dostlarımız.
En fazla ilgimi çeken ve altını çizdiğim, içim acıyarak
okuduğum bölümse “Ana Kuzuları, Vatan Evlatları”
adlı bölümdeki Kore’ye asker gönderilmesi ve ardında
yatan gerçekler. Çok büyük bir haksızlık, büyük bir
yanlışlık ve hata olduğunu biliyordum da içyüzünü
tamamen bilmiyordum açıkçası: “Çin Halk Cumhuriyeti
ile ABD arasında ikiye bölünmüş olan Kore’nin kuzey
parçasına çullanan ABD, komünizmi dünya yüzünden silmek
için bu ülkede savaş başlatmıştı. Amerika’nın talebi
üzerine Birleşmiş Milletler, 25 Haziran 1950’de Kore’ye
müdahale kararı almıştı. Bu karar NATO’ya girmek isteyen
ama bir türlü kabul edilmeyen Türkiye’nin Amerika’ya
yaranmak için bulunmaz bir fırsat doğmuştu. BM’nin
Kore’ye asker gönderme çağrısına karşılık veren ilk
ülkeydi!” (s.74). Doğu ve güneydoğudan seçilip
gönderilen yoksul aile çocuklarının, hiç acımadan
harcandığı bir rejim çılgınlığı ve kaldı ki yalnızca
biri…
İlgimi çeken diğer bir konu da 157.sayfadan başlayan,
Yaşar Nabi’nin, 1960’ın başlarında, bugünlere yapılan
hazırlığı; yani seksen olaylarına dek uzanan
entrikaları, ihaneti, içi sızlayarak anlattığı
yazısıdır: “… Artık geri dönmeyecek kadar ileri
gitmişler, suçlarının yükünü taşıyamaz hale gelmişlerdi.
Hesap vermek korkusu ile sarıldıkları mevkileri korumak
için gerekirse yüz binlerce vatan çocuğunu feda etmekten
sakınmayacak, yurdu bir kardeş kavgasının kan selleri
içinde yüzer görmekten çekinmeyeceklerdi…” Ülkenin,
dünden bugüne gösterdiği ilerleme/gerileme senaryoları,
yapılagelen sırtlan savaşları ve bunların baş aktörleri
bende en fazla ilgi uyandıran bölümlerdi. Siyaset
çıkmazında yaşananlar, kimi bilinmesi, unutulmaması
gereken olaylar, böyle derlenip gün ışığına
çıkarılmalıdır. Üzülsem de içim acısa da yararlandım
okurken yani en azından biliniyor yapılıp edilenler ve
bilinmesi gerekli.
11. bölümdeki “Dinci Hükümet”in 1950 yılında ülkenin
kaderini nasıl değiştirdiğini, nasıl atını oynattığını
tek tek tarihleriyle ortaya koymuştur yazar. Gidişten
rahatsız olan, dur demek için hukuk mücadelesi veren,
sesini yükselten o gün de azmış. Ne yazık ki bugün de
az! Özellikle de önemli öngörüleri olan değerli Anayasa
Profesörü Bülent Nuri Esen’in, bir aydın, hukukçu ve bir
insan sorumluluğuyla gösterdiği çabalar saygıya
değerdir. “Her başarılı evladın ardında, başarılı bir
baba vardır” desem haksız sayılmam sanırım. O değerli
hukukçunun, gerek yaptığı konuşmalar, gerek laiklik
karşıtı uygulamalarla ilgili açtığı davalar ve dinci
yapılanmalara karşı yazmış olduğu yazılar, kitabın çok
önemli bölümleriydi: “… İlericiliği yaşatmanın şartı
laikliktir, çağdaş uygarlık dünyasının insanları hürdür.
Türk de hür olacaktır. Laik olmayan devletin vatandaşı
hür olmaz. Türkiye Devleti’nin laik olması varlığının ön
şartıdır. 1961 anayasasının 2.maddesi bunu söyler. ‘Laik
Cumhuriyet’ ilkesi milleti bölünmez bir bütün halinde
tutacak tek sihirli formüldür. Devleti yıkmak isteyenler
için en kestirme yol laikliği bozmaktır. Laiklik yok
oldu mu Türkiye çöker” diyor (s.85). O ilerici, uzak
görüşlü usta adamın yarım yüzyıl önceki endişeleri sürüp
gidiyor ve ötekiler azdıkça azıyor! Ne yazık ki hep
söylediğimiz gibi, sayıları az öylesi duyarlı, bilinçli,
onurlu insanların. Hele de günümüzde ya korkuyorlar ya
da korkutuluyorlar; siniyor, sindiriliyorlar.
23. bölümdeki 49’lar olayının anlatılması da ilginç. Bu
olayı bir yerlerde okuyup unutmuştum, yargılananlar
hakkında pek bir bilgim yoktu açıkçası, liste halinde
hepsinin adını da uğradığı haksızlığı da okudum
öğrendim. Bu zorba güçler elbette ki gücünü halktan
alıyorlar dün de bugün de. Geçmişten süregelen halk
avcılığı ve her türlü sömürü de artarak sürüp gidiyor…
Görülüyor ki, günümüzde yaşananlar o zamanki, ne
pahasına olursa olsun koltuk delisi iktidarların
eseridir. Bunları az çok bilsek de belgeleriyle,
isimleriyle bilmek daha da önem kazanıyor.
Dolayısıyla yeniden yeniden okunacak bir kitap Açık
Çekmece ben kendi adıma çok bilgilendim. Güneşli
havada insanı sevindiren bir sağanak gibi bilgi
sağanağına tutuldum adeta. Aklına, ellerine sağlık Selim
Esen’in.
Açık Çekmece,
Selim
Esen, Evrensel Yayınları, 2011.
|