Ankara Tenis Kulübünde sınıf arkadaşlarıyla, Haziran 2011

 
   
 

SELİM ESEN’İN AÇIK BIRAKTIĞI ÇEKMECE
Fatigül Balcı[1]

Değerli Selim Esen’in, Evrensel Yayınlarından çıkan Açık Çekmece adlı kitabını büyük bir hoşnutlukla beğenerek okudum. Hızla daldığım sayfaların, hızla tükendiğini görünce, yani biteceğini anlayınca, yavaş yavaş okumaya başladım. Elbette altını çize çize, sevinerek. Sevindim; çünkü her bölümde tanıdığım, özlediğim birine rastlıyordum sanki. Daha önce duymuş ya da bir yerlerde okumuş olduğum olayları anımsarken aynı zamanda işin aslını öğrenmek elbette iyi oldu. Bazı konularda anımsatırken bazılarında derinlemesine bilgilendiriyor Selim Esen. Umarım ikinci bir çekmece daha doldurup açık bırakır da herkes alacağı kadarını alır. Kendi adıma merakla bekliyorum.

Kitap genelde bir Ankara belgeseli niteliğinde. Betimlemelerle birlikte, o eski resimler, yaşadığım şehrin siyah beyaz gençlik fotoğrafları gibi gülümsetti beni. Şimdiki kadar varsıl, şık değilmiş ama yakışıklıymış, enerjikmiş. Bakanlıklar, Kızılay, Güvenpark, Meşrutiyet ve Sakarya Caddeleri, Sıhhiye, Ulus, Anafartalar Caddesi, Samanpazarı, Çıkrıkçılar Yokuşlu… gibi yerlerin eski durumunu hayalimde canlandırabildim, görebildim Meşrutiyet’in köşedeki bakkalı; çünkü çok güzel yansıtmış. Ankara’ya böylesine yakışır bir kimlik çıkarıp armağan etmek, Ankaralı bir aydına da çok yakışmış doğrusu.

Selim Esen, kendi eğlenceli anılarını anlatmak yerine, devrin tanıklığını yaparak önemli bir katkı sağlamış Ankara tarihine ve yaşadığı kente bir gönül borcu ödemiş. Genellikle önemli, kamuoyunu ilgilendiren olayları ele almış. Ankara’nın siyasi olaylarının yanı sıra, sanat edebiyat olaylarına, kişilerine önemli yer vermiş. Devrin ünlülerini, şairlerini, yazarçizerlerini sıcak, samimi bir dille sunmuş. Ankara’yı, o günlerin yaşam koşullarını, günlük hayatı, ilişkilerini anlatırken devrin kimi semt kabadayılarına bile yer vermiş; çünkü bir kentte sadece sıradan halkla sanatçılar, siyasetçiler yaşamıyor, arada bir yerlerde yaşayanlar da vardır kuşkusuz, marjinali, dilencisi, zorbası bilmem nesi… Bunların hepsini ağırbaşlı ve renkli bir dille anlatmış.

Onlarca yıllık bir süreç içerisinde Ankara’nın sosyoekonomik ve sosyopolitik yaşamını çok güzel yansıtmış. Bunda da aristokrat, aydın, eğitimli bir aileden geliyor olmanın rolü büyük elbette; yoksa henüz gençliğin başlarında birçok şeyin farkında olmayabilir, o yaşlarda gerekli duyarlılığı gösteremeyebilirdi. Yakın çevresinden o denli beslenmesi iyi bir altyapı hazırlamıştır kendisine. Daha sonraki kariyerinin de rolünü, artısını unutmamalı; bu da yapılan işin niteliğini oldukça yükseltiyor. Yani çok önemli bilgilerin yanı sıra, o günlerdeki Ankara gerçeğini ve anılarını harmanlayarak nitelikli bir yapıt çıkarmıştır ortaya.

Kitap genelde bir Ankara belgeseli olmanın ötesinde, belgesel bir Türkiye gerçeği aslında, henüz küçük bir kısmı olsa bile. Umarım yazmaya devam edecektir. Aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı yıllarının kimi olayları da girmiş kitaba. Yazar, doğduğu güne denk gelen bir olaya da yer verir. Bu, Almanların beş “U” denizaltı gemilerini denize indirilmeleridir ve buna değinirken çok güzel bir tümce kurmuş: “Uygarlık, insanlığın yaratıcılığı, bunca buluşlar, gelişmeler, savaş için miydi?” Bir insanlık ayıbı olan savaşı sorgulamak, kınamak gerçek bir aydın sorumluluğudur ve kitap benzer bölümlerle gelişirken kendini okutuyor. Hem de sıkmadan, zorlamadan…

Ankara gençliğini, Ankara siyasetini ve bürokrasisini, içinde yaşadığı için çok çok güzel anlatmış. Hele de bu günlere nasıl gelindiğini görmek için yararlı olmuş. O zamanki önemli olaylardan, halkın beklentisinden, keyfi yönetimin kırıp geçirmesine, devlet içinde dönen entrikalara, isyanlara ve kurulan işbirliklerine, bağlantılara kadar. Dünyada yaşanmış olan kimi tarihsel ve kültürel olaylara kadar hemen hepsini yetkin bir biçimde ele almış.

En güzel bölümlerden biri de “Barış Gönüllüleri” (s.217). 1961’de Kennedy tarafından kurulan bu örgüt, Türkiye’nin her alanda gelişmesine destek sağlayacakmış sözde; ama işin aslı başkaymış. Yazar ayrıntılı olarak anlattıktan sonra, ortak kanılara dayanan bir görüşü de eklemiş:

“Yaygın görüş, Barış Gönüllüleri’nin Türkiye’de bir ajan gibi çalıştıklarıydı. Amerikalıların o dönemde icat ettikleri casus uçağına benzetilerek ‘Yerde yürüyen U-2’ler,olarak adlandırıldılar. 1962-1972 yılları arasında, Türkiye’de 1585 Amerikalı misyoner, Barış Gönüllüleri adı altında faaliyet yürüttü. Kimi araştırmalar, Güneydoğu bölgesinde PKK’nın temellerinin, bu dönemde atıldığını işaret eder.” Ve sonunda, umdukları başarıyı yakalayamadıkları için programı sonlandırmış Amerikalı dostlarımız.

En fazla ilgimi çeken ve altını çizdiğim, içim acıyarak okuduğum bölümse “Ana Kuzuları, Vatan Evlatları” adlı bölümdeki Kore’ye asker gönderilmesi ve ardında yatan gerçekler. Çok büyük bir haksızlık, büyük bir yanlışlık ve hata olduğunu biliyordum da içyüzünü tamamen bilmiyordum açıkçası: “Çin Halk Cumhuriyeti ile ABD arasında ikiye bölünmüş olan Kore’nin kuzey parçasına çullanan ABD, komünizmi dünya yüzünden silmek için bu ülkede savaş başlatmıştı. Amerika’nın talebi üzerine Birleşmiş Milletler, 25 Haziran 1950’de Kore’ye müdahale kararı almıştı. Bu karar NATO’ya girmek isteyen ama bir türlü kabul edilmeyen Türkiye’nin Amerika’ya yaranmak için bulunmaz bir fırsat doğmuştu. BM’nin Kore’ye asker gönderme çağrısına karşılık veren ilk ülkeydi!” (s.74). Doğu ve güneydoğudan seçilip gönderilen yoksul aile çocuklarının, hiç acımadan harcandığı bir rejim çılgınlığı ve kaldı ki yalnızca biri…

İlgimi çeken diğer bir konu da 157.sayfadan başlayan, Yaşar Nabi’nin, 1960’ın başlarında, bugünlere yapılan hazırlığı; yani seksen olaylarına dek uzanan entrikaları, ihaneti, içi sızlayarak anlattığı yazısıdır: “… Artık geri dönmeyecek kadar ileri gitmişler, suçlarının yükünü taşıyamaz hale gelmişlerdi. Hesap vermek korkusu ile sarıldıkları mevkileri korumak için gerekirse yüz binlerce vatan çocuğunu feda etmekten sakınmayacak, yurdu bir kardeş kavgasının kan selleri içinde yüzer görmekten çekinmeyeceklerdi…” Ülkenin, dünden bugüne gösterdiği ilerleme/gerileme senaryoları, yapılagelen sırtlan savaşları ve bunların baş aktörleri bende en fazla ilgi uyandıran bölümlerdi. Siyaset çıkmazında yaşananlar, kimi bilinmesi, unutulmaması gereken olaylar, böyle derlenip gün ışığına çıkarılmalıdır. Üzülsem de içim acısa da yararlandım okurken yani en azından biliniyor yapılıp edilenler ve bilinmesi gerekli.

11. bölümdeki “Dinci Hükümet”in 1950 yılında ülkenin kaderini nasıl değiştirdiğini, nasıl atını oynattığını tek tek tarihleriyle ortaya koymuştur yazar. Gidişten rahatsız olan, dur demek için hukuk mücadelesi veren, sesini yükselten o gün de azmış. Ne yazık ki bugün de az! Özellikle de önemli öngörüleri olan değerli Anayasa Profesörü Bülent Nuri Esen’in, bir aydın, hukukçu ve bir insan sorumluluğuyla gösterdiği çabalar saygıya değerdir. “Her başarılı evladın ardında, başarılı bir baba vardır” desem haksız sayılmam sanırım. O değerli hukukçunun, gerek yaptığı konuşmalar, gerek laiklik karşıtı uygulamalarla ilgili açtığı davalar ve dinci yapılanmalara karşı yazmış olduğu yazılar, kitabın çok önemli bölümleriydi: “… İlericiliği yaşatmanın şartı laikliktir, çağdaş uygarlık dünyasının insanları hürdür. Türk de hür olacaktır. Laik olmayan devletin vatandaşı hür olmaz. Türkiye Devleti’nin laik olması varlığının ön şartıdır. 1961 anayasasının 2.maddesi bunu söyler. ‘Laik Cumhuriyet’ ilkesi milleti bölünmez bir bütün halinde tutacak tek sihirli formüldür. Devleti yıkmak isteyenler için en kestirme yol laikliği bozmaktır. Laiklik yok oldu mu Türkiye çöker” diyor (s.85). O ilerici, uzak görüşlü usta adamın yarım yüzyıl önceki endişeleri sürüp gidiyor ve ötekiler azdıkça azıyor! Ne yazık ki hep söylediğimiz gibi, sayıları az öylesi duyarlı, bilinçli, onurlu insanların. Hele de günümüzde ya korkuyorlar ya da korkutuluyorlar; siniyor, sindiriliyorlar.

23. bölümdeki 49’lar olayının anlatılması da ilginç. Bu olayı bir yerlerde okuyup unutmuştum, yargılananlar hakkında pek bir bilgim yoktu açıkçası, liste halinde hepsinin adını da uğradığı haksızlığı da okudum öğrendim. Bu zorba güçler elbette ki gücünü halktan alıyorlar dün de bugün de. Geçmişten süregelen halk avcılığı ve her türlü sömürü de artarak sürüp gidiyor… Görülüyor ki, günümüzde yaşananlar o zamanki, ne pahasına olursa olsun koltuk delisi iktidarların eseridir. Bunları az çok bilsek de belgeleriyle, isimleriyle bilmek daha da önem kazanıyor.

Dolayısıyla yeniden yeniden okunacak bir kitap Açık Çekmece ben kendi adıma çok bilgilendim. Güneşli havada insanı sevindiren bir sağanak gibi bilgi sağanağına tutuldum adeta. Aklına, ellerine sağlık Selim Esen’in.

Açık Çekmece, Selim Esen, Evrensel Yayınları, 2011.  

[1] Türk Dili Dergisi, Şubat 2012, Sayı: 288