28.05.2010, Sevgi Yolu, Davutlar-Kuşadası, Jim ve Ayla Fuss'la

 
   
 

TEMELİ OLMAYAN BİNANIN ÇATISI

  “Yolsuzlukların üzerine gideceğiz”, “dokunulmazlıkları kaldıracağız”, “işsizlik sorununa 15 bin kilometre ‘duble yol’ yaparak çözüm getireceğiz”, “Milletvekili lojmanlarında oturmayacağız” dediler seçime katılanların yüzde 24’ünün oylarıyla Mecliste yüzde 65 çoğunluğa sahip oldular.

Resmen hiçbir sıfatı olmayan, seçilmemiş, TBMM’ye girememiş, güvenoyu almamış, parlamenter sistem tarafından herhangi bir görev verilmemiş, yetkisi ve sorumluluğu olmayan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye adına hareket etmeye başladı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez görülüyor...

Yetiştiği çevrenin özelliğinden olsa gerek Erdoğan Kopenhag’da esti gürledi:

“Bize tarih vermeyen AB bunun sonucuna katlanır. Tarih yoksa AB’yi gözden geçiririz.”

Kıbrıs’ta çözüm için Belçika modelinden söz etti. Dışişleri ve asker kanadı gerildi, kamuoyu sesini yükseltti:

“Dersini çalışmamış, kimseye danışmamış, konuları bilmiyor. Bilgi ve birikimi yok.”

Bakanlar Kurulu listesini Abdullah Gül köşk’e çıkardı.

Başta Başbakan olmak üzere akçeli işlerle uğraşan Bakanlıklara getirilenlerin hepsi mahkemelik. Başbakan Gül, Refah Partisi’nin kayıp 10 milyon mark artı 943 bin dolar davasında yargılanan 79 sanıktan birisi. Basın Hz. 1998/1160 sayı ile TBMM Başkanlığına sunulmak üzere Adalet Bakanlığına gönderilen fezlekesi 4.5 yıldır işlem görmüyor. Başbakan’a şimdi dokunulamayacak.

Bakanlar Kurulu’nun bir diğer üyesi Kırıkkale Üniversitesi rektörüyken “irticai faaliyetler” iddiası ile YÖK tarafından görevden alınan Beşir Atalay. Milli Eğitim Bakanlığına uygun görülen Atalay, Cumhurbaşkanına takıldı. Bunun üzerine Turizm Bakanı olan Erkan Mumcu, Milli Eğitim’e, aileden sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit, Turizm’e kaydırıldı...

Cumhurbaşkanının tüm sicilleri inceleme olanağı olmadığından 18 Kasım Pazartesi günü 58. hükümet kuruldu, fotoğraf gazetelere yansıdı.

Hükümetin 25 üyesinden 14’ünün eşinin türbanlı, birisinin ise çarşaf giydiği görüldü.

Ramazan ayı hükümetin kuruluşuna denk geldi...3 günlük İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ile bazı milletvekilleri, işadamlarının Ankara Hilton otelinde düzenledikleri iftar yemeğinde hep birlikte otelin lobisinde namaza durdular. Müşterilerinin çoğunluğunu yabancıların oluşturduğu otelde, “otel lobisi ibadet yeri mi? ...” sorusu oluştu.

İlk şok atlatılamadan TBMM Başkanı kim olacak sorusu öne çıktı. AKP lideri Erdoğan, bürokrasiden gelen Vecdi Gönül’ü işaret etti, lakin...1994 yılında Hülya Avşar’a “Fettan kadın...” yakıştırması yapan, “türban bizim namusumuzdur” diyen Bülent Arınç bastırdı. Eşinin türbanlı olması nedeniyle aday gösterilmeyen seçim konuşmalarında, “Türban öncelikli sorunumuz değildir” diyen Arınç, “inadına”  TBMM Başkanı seçildi.

Arınç’ın “inadı” türban taraftarı diğer AKP’lileri cesaretlendirdi. İlk demeç Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın’dan geldi: “İnşallah türban sorunu kalkacak. Kaldıracağız demiyorum, kalkacak diyorum.”

AKP düşüncesinin Devlet protokolüne yansıması da gecikmedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç, 20 Kasım günü NATO zirvesine katılmak üzere Prag’a giden Cumhurbaşkanı Sezer’i uğurlamaya türbanlı eşi Münevver hanımla geldi. Arınç bu davranışıyla, gelenek ve görenekleri yıktı, yasaları hiçe saydı. Türban devlet zirvesine girmiş oldu. 

Fotoğraf açık ve netti. AKP lideri gölge Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karısı türbanlı, Devlet protokolünde ikinci sırada yer alan TBMM Başkanının karısı türbanlı, Hükümetin başı, Başbakan’ın karısı türbanlıydı. Zihniyet bilindiği için aslında şaşılacak bir şey yoktu.

AKP’nin başını ağrıtan temel sorun Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğuna nasıl oturacağıydı. Anayasa değişmedikçe yasalar geçit vermiyordu. CHP’nin de desteğiyle Anayasa değiştirildi. Cumhurbaşkanı Sezer, Erdoğan’a milletvekilliği ve devamında Başbakanlık yolunu açacak olan Anayasa değişikliğini, “Bunlar kişiye özgü değişiklikler. Hukuk, kişiye özgü yasa çıkarılmasını kabul etmez. Yasa genel olur” gerekçesiyle geri yolladıysa da ikincisinde imzalamak durumunda kaldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ise, Siirt seçimlerinin 3 Kasım seçimlerinin devamı olduğunu belirterek, yeni isimlerin aday olamayacağını savundu. Yeni isim tabi ki Erdoğan’dı.             

Erdoğan’ı nasıl yapalım da milletvekili yapalım derken gözler hükümetin icraatına kaydı. Yaşar Yakış Dışişleri tarihimize altın sayfalar ekleyecekti...

Dışişleri Bakanı, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Strav ile görüştükten sonra, “Türkiye’nin, Irak harekâtı için, üslerini Amerika’ya açacağını açıkladı.” Çok geçmeden Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Büyükanıt’dan cevap geldi:

                “Bizim böyle bir şeyden haberimiz yok! Sayın Bakanın açıklaması herhalde kişisel görüşlerini içeriyor.” Ardından Bakanın Bakanlığı açıkladı:

                “Sayın Bakanın söyledikleri Türkiye bakımından bir taahhüt anlamına gelmez!”

                Yakış son olarak 7 Ocak günü, “Musul’daki petrollerle ilgili haklarımızı inceletiyoruz.” dedi. Dış politikamıza bir altın sayfa daha ilave etmişti. AKP lideri Erdoğan, “Dışişleri Bakanımızın açıklaması doğru mudur, değil midir, bilmiyorum. Eğer böyle bir şey söylemişse kendi kanaatidir, bizim tarafımızdan bugüne kadar söylenmemiştir.” dedi. 

Karşılıklı demeçler hayretle izlenirken Yaşar Yakış bu defa TV’lerden seslendi;

                “Rum tarafı tek başına AB üyesi olursa, AB hastalıklı bir çocuğu kucağına almış duruma düşecektir; bu durumda da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin AB topraklarını işgal etmiş gibi gösterilmeye çalışılması tehdidi vardır.”

                Şaşkınlık artmıştı, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kamuoyuna tercüman oldu:

                “Dünyada 6 milyar insan yaşıyor, bu insanların içinde, böyle bir laf etmemesi gereken ilk kişi Türkiye’nin Dışişleri Bakanıdır.”

                AB, Kıbrıs derken bu defa Irak konusu öne çıktı. Hükümet müttefikimiz Amerika’ya üsleri kullanmak için beklediği izini vermekte zorlanırken Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, 350 ticaret adamıyla Bağdat’a çıkarma yaptı. Ancak gezinin son günü, 12 Ocak’ta düzenlenen basın toplantısında olan oldu. Bakan Tüzmen, belinde silahı olan Irak Devlet Başkanı 1.Yardımcısı Taha Yasin Ramazan ile toplantı salonuna elele girdi. Görüntü yabancı basında ‘Türkiye Irak’la elele’ biçiminde yorumlandı. Türk basını ise haberi, “Bağdat’da Rezalet” başlığı ile duyurdu. Basın, Taha Yasin Ramazan’ın “Türkiye’nin Musul ve Kerkük petrollerinden alacaklı olduğu” yönündeki soruya sinirlenerek ayağa kalktığını ve toplantıyı sona erdirdiğini; Tüzmen’in ise tek kelime edemediğini yazdı. Irak’taki olay Erbakan’ın Refahyol dönemindeki Libya skandalını hatırlatıyordu.

                Nasıl bir rastlantıdır bilinmez, Tüzmen Bağdat’ta elele tutuşurken AKP milletvekilleri de aynı gün Akdeniz’deki ABD uçak gemisi Harry Truman’da kendilerine armağan edilen şapkalarla objektife poz veriyordu.   

                Henüz 60 gün dolmamıştı iç ve dış politika birbirine karıştı.

                Recep Tayyip Erdoğan 16 Kasım günü Acil Eylem Planını açıkladı: “Eğitimin önündeki her türlü engeli kaldıracağız” dedi. Yani, “okullarda türbanı serbest bırakacağız” demek istedi. AKP’liler kararlıydı...

                Milli Eğitim’e, kültüre, gençliğe ve spora bundan böyle yoğun İslami birikimleri olanlar yön verecekti. Meclis Milli Eğitim Komisyonu’nun başkanı, başkan vekili, katibi ve üyelerinin önemli bir çoğunluğu imam hatipli ya da ilahiyat fakültesi kökenlilerden oluştu.

                16’sı AKP’li, 8’i de CHP’li 24 kişilik komisyonun başkanlık koltuğuna Diyanet İşleri eski Başkanı Tayyar Altıkulaç oturdu. Başkan vekili Hikmet Özdemir Ankara İlahiyat, Katip Recep Garip ise diğer AKP’liler gibi İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü mezunuydu. Gazeteler yeni bir değerlendirme yaptı: “Milli Eğitim değil de sanki Diyanet İşleri Komisyonu... Bu komisyon ile mi çağdaş eğitimi yakalayacağız?”

                Aynı günlerde basın, Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu’nun kimliğini ele aldı. Gazeteci Yalçın Bayar, “Bakanlarımızı tanıyalım” başlıklı yazısında şöyle diyordu:

                “Erkan Mumcu İmam Hatip’te okuduktan sonra bir dönem Cağaloğlu’nda sakallı ve poturlu gezdi, 2000 yılında ANAP’ta milletvekili iken İstanbul Üniversitesi’nin açılış töreninde türbanı savundu.”

                AKP’nin adına “reform” dediği “Acil Eylem Planı” nı değerlendirmek üzere üst üste toplanan rektörler Milli Eğitim Bakanı Mumcu’nun da bulunduğu bir ortamda tavır koydular. YÖK Başkanı Prof.Dr. Kemal Gürüz, görüşlerini açıkladı:

                “Bu, Cumhuriyete olan taahhütleri oldukça tartışmalı olan kadroların, geçmişte olduğu gibi üniversiteleri ele geçirerek Türkiye’ye sirayet etme planıdır. Bunun kabul edilmesi mümkün değildir.”

                Eğitimdeki kargaşa büyürken gazete manşetlerine bu kez Meclis Milli Savunma komisyonu takıldı.

                Komisyon Başkanı Ramazan Toprak’ın, aralarında “evinde haremlik, selamlık uygulaması yapması” nedenlerinin de bulunduğu 28 Şubat sürecinin ardından irtica faaliyetleri nedeniyle Ağustos 1997’deki Yüksek Askeri Şura’da TSK’dan ihraç edildiği duyuruldu. Oysaki Toprak TBMM albümü için verdiği bilgilerde, “subay kökenli” olduğu bilgisine yer vermemiş, “serbest avukat” olduğunu belirtmişti.

                Başkanlığa getirilmesi askeri çevrelerde rahatsızlık yaratan Ramazan Toprak, 8 Ocak günü görevinden ayrılmak zorunda kaldı. “Gerilimi önlemek için istifa ettim.” dedi.

                İşsiz kitlelerin, fakir halkın beklentisi ekonomide olumlu bir adım atılmıyordu. Vergi, İhale Kanunu, nemalar gibi çok önemli konularda hükümetten birbirini tutmayan açıklamalar geldi, kafalar karıştı.

                Vergi kaçakçılığından üç yıl hapisle yargılanırken bakan olan ve kapsamlı bir vergi affı hazırlayan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “Hazırlanan tasarının beni kapsayıp kapsamadığını bilmiyorum, tasarıya bakmam lazım” dedi. Konu kamuoyunda tartışılırken Meclis 16 Ocak günü vergi affını gerçekleştirdi, Bakan Unakıtan da af kapsamına girdi. Onunla birlikte binlerce naylon faturacı ve hayali ihracatçı da kurtuldu.

                Aynı Unakıtan daha önce, Plan Bütçe Komisyonu görüşmelerinde hayat standardını savunurken, 19 Aralık günü yapılan Meclis görüşmelerinde kalkmasını savunmuştu.

                Mali milat ile ilgili tasarının görüşmelerinde, 2001’de zaten kalkmış olduğu halde, başta Nurettin Canikli olmak üzere tüm AKP’liler, ‘Hayat standardını ve halkın sırtından 600 trilyonluk vergi yükünü kaldırma şerefi bize ait’ dediler. Bir başka deyişle, olmayan vergiyi önce getirdiler sonra kaldırdılar daha sonra da indirdik diye övündüler.

                Devlet Bakanı Ali Babacan, 2003 için eski programda yüzde 20 olarak belirlenmiş enflasyon hedefinin değişebileceğini söyledi. Merkez Bankası Başkanı Serdengeçti ise, “Hedefin düşmesini gerektirecek bir şey yok” dedi.

                Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, 2003 yılında zorunlu tasarrufların tamamen tasfiye edileceğini, yüzde 25’inin de 2003’ün şubat ve mart aylarında ödeneceğini açıkladı. Hazine, böyle bir ödeme planı olmadığını açıkladı.

                Yine Ali Coşkun, bedelli askerlik uygulamasına geçeceklerini söyledi. Savunma Bakanı Vecdi Gönül, “Böyle bir çalışma yok” dedi.

                Genel Başkan Yardımcısı ve Başbakan Gül, yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla hedefinin Türkiye için ‘yüksek’ olduğunu belirtti. Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, ‘faiz dışı fazla hedefini yüzde 9’a çıkaracağız’ derken; AKP lideri Erdoğan AB büyükelçilerini kabulünde, “Arttıracağız” dedi.

                Hükümet üyeleri içerisinde adı en sık geçenlerden birisi de Bayındırlık Bakanı AKP Bitlis milletvekili Zeki Ergezen. Kendisi müteahhit... Yakınları, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin KİPTAŞ’ı olmak üzere Kayseri ve İç Anadolu’daki RP/FP’li belediyelerden büyük toplu konut ve altyapı işleri almış. Ergezen’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İGDAŞ’tan fahiş fiyatla ihale alan Demars şirketiyle ilişkili olduğu mahkeme tarafından kanıtlanmış.

                Refah Partisi Milletvekili iken 27 Mayıs 1993 günü Mekke’de şeriat özlemi içinde konuşuyor:

                “Allah’a şükürler ediyoruz ve hamd ediyoruz, o Mecis’te ben ve kardeşlerim hem Müslüman hem lâik olamayız. Biz bu lâiklikten kurtulmalıyız... Çocuklarınız trafik kazalarında öleceğine, çocuklarınız PKK olaylarında öleceklerine, henüz öyle evlatlar yetiştirin ki, Allah’ın nizamını savunmak için yetişsin, Allah’ın davasını savunmak için öldürülsün.” diyor.

                Bakanın kafa yapısı Ergün Poyraz’ın “Patlak Ampül” adlı kitabının da konusu oluyor. Hâkimiyet ve millet hakkında düşündükleri kitabın 72. sayfasında şöyle yer alıyor:

                “İslam nizamının devlet nizamına hakim olması, lâik sistemin bir an önce defolup gitmesi için canı gönülden dua etmemizi ve duanın kabulünü Cenabı Hak’tan temenni ediyoruz... Parlamentonun devamında bir yazı var. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir deniyor. O söz laftan ibarettir...”

                Belli ki Zeki Ergezen Cumhuriyetin nasıl kurulduğundan habersiz.

14 Ocak 1994 günü Meclis Başkanlığına, Refah Partisi milletvekili Hasan Mezarcı’nın başı çektiği İbrahim Halil Çelik, Ahmet Arıkan, Lütfü Esengün, Kemalettin Göktaş, (şimdi AKP Trabzon milletvekili) Hüsamettin Korkutata, Abdülmelik Fırat, Selim Sadak, Mukadder Başeğmez, Nizamettin Toğuç ve Ökkeş Şendiller ve şimdi Bayındırlık Bakanı olan Zeki Ergezen’in imzalarının yer aldığı bir önerge veriliyor:

                “Atatürk’e 1926 yılında düzenlenen İzmir suikastı davasında, Kurtuluş Savaşı’nın belkemiği milletvekili ve paşalardan pek çoğu, hiçbir suç işlemedikleri halde idam edilmişlerdir. Bunlar haksız yere devlete ve millete ihanet damgası yemişlerdir. Bu insanların ve ailelerinin alnındaki lekenin silinmesi ve itibarlarının iade edilmesi için Meclis araştırması açılmasını talep ederiz.” 

                Amaç, Atatürk’ün 1926 yılında İzmir’e gelmeden önce ortaya çıkarılan suikast hazırlığı ile ilgili olarak yargılandıkları İstiklal Mahkemesi’nde suçlarını itiraf eden ve haklarında idam cezası verilen Lazistan milletvekili Ziya Hurşit ve 15 sanığın aklanması.

                Meclis Başkanlığı 25 Şubat 1994 tarihinde önerge sahiplerine şu cevabı veriyor:

                “Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir dönemini küçültücü, itham edici ve kamuoyunu yaralayıcı beyan ve iddiaları içeren önergeniz TBMM İçtüzüğünün 68. maddesi uyarınca işleme konulamadığından, ilişikte iade edilmiştir.”

                Bu arada Zeki Ergezen hakkında, DGM tarafından “anayasal düzeni din devleti kurmak amacıyla yıkmaya kalkmak” suçunu işlediği gerekçesiyle “idam” cezasıyla yargılanabilmesi için dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle fezleke bulunduğu ortaya çıkıyor.

                Gericilerin aklanması için 1994 yılında önerge veren 58. hükümetin Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen, bu defa yolsuzlukların önlenmesine direniyor. İhale Yasası için, “Yönetmelikler eksik, altı aya ancak hazır olur. Erteliyoruz” derken İhale Kurulu Başkanı Sener Akkaynak, “Hayır, biz hazırız, uygulanmalı” diyor.

                İhale Yasasının ertelenmesi ya da budanarak yasalaşması aslında, “rüşvet ve hırsızlığın ertelenmesi” anlamına geliyor. Soygun ekonomisinin yakasına yapışacak “Nereden buldun Yasası” da ertelenenler arasında yer alıyor. Hırsızlığa göz yuman siyasetçiye hesap sorulması için olmazsa olmazların başında gelen “Dokunulmazlıkların Kaldırılması Yasası” da erteleme furyasından nasibini alıyor. Tayip Erdoğan’ın “İlk işimiz” dediği dokunulmazlıkların kaldırılması seçim sonrası rafa kalkıyor.

                İhale Yasası’nı uygulama başlamadan değiştirmek isteyen AKP’nin Meclis’teki Bayındırlık Komisyonu Başkanı’nı Kayseri Milletvekili Adem Baştürk, Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda Genel Sekreteri. ‘İhaleye fesat karıştırmak’ suçu da dahil olmak üzere Erdoğan’la birlikte 5 ayrı yolsuzluk davasından yargılanıyor. Tabi milletvekili seçildikten sonra dokunulamayacak.

                Yasalar gerektiği gibi yasallaşmazken hortum-vurgun-soygun devam ediyor. Almanya’daki Türklerin 300 milyon markını batıran Endüstri Holding, soygunu yaparken dini kullanıyor. Holding vatandaşlara gönderdiği mektuplarda, “yolumuz Allahın yoludur” demiş. Dönemin Genelkurmay Başkanına ise, “Biz Atatürkçü ve lâik şirketiz.” demişler. Genel Koordinatör Ramazan Arıkan konuya noktayı koyuyor: “Çok para kazanacağını umarak holdinge para yatıran ortaklarımız bir bardak soğuk su içsin.”   

                1987 yılında 2. Özal kabinesinde “Aileden Sorumlu Devlet Bakanı” olan ve flört edenleri fahişelikle suçlayan Cemil Çiçek ise şimdi Adalet Bakanı.

                Aslında AKP’li bakanlar, dosyalarıyla işbaşına geldiler. Gazeteler, altı ya da yedi bakan hakkında yolsuzluk ve suiistimal suçlarından mahkeme ya da soruşturmaların sürdüğünü haber veriyorlar.

                Özel bir şirketin yönetiminde bulunmuş olan Maliye Bakanı hakkında dokuz ayrı suçtan soruşturma sürüyor. İddialardan birisi: “Çıkar sağlamak amacıyla çete kurmak”. Bu Maliye Bakanı...

                Ulaştırma Bakanı deniz otobüsleri işinde yolsuzluk yaptığı iddiasıyla sorgulanıyor.

                Enerji Bakanı, İGDAŞ yolsuzluk davasında sanık olarak yargılanıyor...İddialar; ihaleye fesat karıştırmak, görevi kötüye kullanmak, çıkar sağlamak...

                Yeni hükümetin güvenoyu almasıyla birlikte başta bakanlıklar olmak üzere devlet bürokrasisinde atamalar hız kazanıyor. Alınanların yerine kardeş, akraba, eş-dost, partili, yandaş takımı getiriliyor.

                Maliye Bakanlığı Mali Suçlar Araştırma Kurulu (MASAK) Başkanlığı’na getirilmek istenen Gençosman Yaraşlı ile aynı Bakanlık Gelirler Genel Müdürlüğü’ne atanması istenen Osman Arıoğlu’nun atamaları Cumhurbaşkanı tarafından reddediliyor. Birçok üst düzey atama kararnamesinin de büyüteç altına alındığı ve bekletildiği öne sürülüyor.

                ‘Akraba egemenliği’ ağırlığını bürokraside hissettiriyor. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun kardeşinin Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü’ne, Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın yeğeninin Müsteşar Yardımcılığı’na atanmasının ardından, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in ağabeyi de Erdemir Yönetim Kurulu Başkan yardımcılığı görevine getiriliyor. Şener, ağabeyi Abdullah Şener’in tayinine ilişkin kendisine yöneltilen bir soru üzerine, “Sıkı bir müfettişin burada bulunması genel kurul kararıyla ihtiyaç olarak belirlenmiştir ve böyle bir tercih yapılmıştır.” Diyor.

                Atamalarda Erbakan hoca da unutulmuyor. Yeğen Sabri Erbakan, Karayolları Genel Müdür Vekili görevine getiriliyor. Erbakan’ın göreve geldikten sonra otoyol ve köprülere ilişkin yaptığı açıklama müthiş:

                “Köprü ve otoyola zam var, İstanbul’da yaşayanlara tavsiyem evlerini, işyerleri ile aynı yere taşısınlar.”

                AKP’nin işbaşına gelmesiyle gazeteler iktidar haberlerinden geçilmiyor.

                Bülent Arınç’ın eşini, Cumhurbaşkanı’nı uğurlamaya türbanlı olarak götürmesi üzerine bazı devlet dairelerinde türban yasağının delindiği haber veriliyor. Hatta kara çarşaflılar ve poturlular gözle görülür derecede artmış.

                İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Laleli’deki Yeni Yerleşmeler Müdürlüğü’nde mimar olarak çalışan Tarım Bakanı Prof. Sami Güçlü’nün evli kızı Nezahat Şahin, 3 Kasım’a kadar türbanı üzerine taktığı peruğu sallamış. Belediyenin diğer ünitelerinde de 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa başkaldırı göze çarpıyor.

                İstanbul, Kartal Cevizli’de 3 Kasım’dan sonra kara çarşafla dolaşanların sayısında büyük artış görülüyor.

                Hükümete karşı her kesimden eleştiriler yoğunlaşıyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğretim üyeleri dikkat çekiyorlar:

                “Türkiye bir yandan Avrupa Birliği kapısında gösterilen onursuz çabaların yükünü taşıyor, bir yandan da anayasal hukuku çiğniyor.”

                Recep Tayip Erdoğan’ın işaret edildiği eleştiride, “Bu kişinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsilen görüşmelerde bulunmasının Anayasamızda yeri yoktur. Anayasa Mahkemesi kararları, Türkiye Cumhuriyeti hukuku, her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yasaları ihlal edilmektedir.” deniliyor.

                ODTÜ’lü hocalar, Cumhurbaşkanı ve yargıçlar ile bütün duyarlı vatandaşları göreve çağırıyorlar.

                Ardından üniversite rektörleri, yayınladıkları bir deklârasyonla hükümetin Acil Eylem Planı ve türbandan atılan öğrencilerle köktendinci öğretim üyelerinin affına karşı çıkıyorlar. 20 Aralık günü YÖK Başkanı Prof.Dr. Kemal Gürüz tarafından açıklanan ‘Rektörler Manifestosu’nda bakın ne deniliyor:

                “Geçmişte bazı üniversite ve yüksek öğretim kurumlarına bilim, medeniyet ve Cumhuriyet karşıtı zihniyetlerin hâkim olduğu, bu yollarla haketmeyen kişilere akademik unvanlar dağıtarak, kadrolar yetiştirdiği ve bu kişilerden bazılarının devletin üst düzeylerinde görev aldığı bilinen bir husustur. Bugün yüksek öğretim kurumlarında bu tür girişimlere imkan verilmemektedir, gelecekte de asla verilmeyecektir. Demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti anlayışına sahip Türk üniversitelerini siyasi güçlerin kontrolüne sokacak düzenlemelere izin verilemez.”

                İktidarın yeni, olumlu hiçbir adımı yok. Toplumun hemen hemen her kesimiyle kavgalılar. YAŞ kararlarına muhalefet şerhi koyunca ordu’yu da karşılarına aldılar. 8 Ocak günü Gazi Orduevi’nde basına verdiği resepsiyonda konuşan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, çok sert mesajlar verdi:

                “Cumhuriyetin lâik yapısından asla taviz vermeyiz. Türbanın siyasi bir dayatma, Cumhuriyet geleneklerini aşındırma sembol ve eylemi olarak kullanılmasını hoş görmemiz beklenemez.”

“Yüksek Askeri Şura müstesna bir olaydır. Anayasa maddesinin uygulanma istemine muhalefet şerhi koymak, idarenin kanunların uygulanmasını sağlama sorumluluğu ile çelişmiştir. Bu farklı düşüncenin ifade yeri YAŞ olmamalıydı.”

“...28 Şubat irticaa karşı o dönem alınan önlemlerdir. Tehdit devam ettiğine göre sorunuz cevaplanıyor.”

AKP ve hükümet iki başlı, başarısız, sözlerini yerine getirmiyor. Kamuoyunun muhalefetine kızgın, sinirleniyor. Başbakan 14 Ocak günü Meclis grup toplantısında bu siniri açığa vuruyor:

“Bizi eleştirenler unutmasın, Meclis’te 363 kişiyiz ve 5 yıl daha iktidarız.”

                Gözdağı ya da tehdit... Adını siz koyun... Görünen AKP’nin kısa sürede tükendiği. Oysa Recep Tayip Erdoğan 16 Kasım günü açıkladığı Acil Eylem Planı ile ilgili konuşmasını şöyle tamamlamıştı:

                “Bizi izleyin.”

İzliyoruz... Hep birlikte... Hem de hayretle, ibretle ve de korkuyla...