TEMELİ OLMAYAN BİNANIN ÇATISI
“Yolsuzlukların
üzerine gideceğiz”, “dokunulmazlıkları kaldıracağız”,
“işsizlik sorununa 15 bin kilometre ‘duble yol’ yaparak
çözüm getireceğiz”, “Milletvekili lojmanlarında
oturmayacağız”
dediler seçime katılanların yüzde 24’ünün oylarıyla
Mecliste yüzde 65 çoğunluğa sahip oldular.
Resmen hiçbir sıfatı olmayan, seçilmemiş, TBMM’ye
girememiş, güvenoyu almamış, parlamenter sistem
tarafından herhangi bir görev verilmemiş, yetkisi ve
sorumluluğu olmayan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye adına
hareket etmeye başladı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez
görülüyor...
Yetiştiği çevrenin özelliğinden olsa gerek Erdoğan
Kopenhag’da esti gürledi:
“Bize tarih vermeyen AB bunun sonucuna katlanır. Tarih
yoksa AB’yi gözden geçiririz.”
Kıbrıs’ta çözüm için Belçika modelinden söz etti.
Dışişleri ve asker kanadı gerildi, kamuoyu sesini
yükseltti:
“Dersini çalışmamış, kimseye danışmamış, konuları
bilmiyor. Bilgi ve birikimi yok.”
Bakanlar Kurulu listesini Abdullah Gül köşk’e çıkardı.
Başta Başbakan olmak üzere akçeli işlerle uğraşan
Bakanlıklara getirilenlerin hepsi mahkemelik. Başbakan
Gül, Refah Partisi’nin kayıp 10 milyon mark artı 943 bin
dolar davasında yargılanan 79 sanıktan birisi. Basın Hz.
1998/1160 sayı ile TBMM Başkanlığına sunulmak üzere
Adalet Bakanlığına gönderilen fezlekesi 4.5 yıldır işlem
görmüyor. Başbakan’a şimdi dokunulamayacak.
Bakanlar Kurulu’nun bir diğer üyesi Kırıkkale
Üniversitesi rektörüyken “irticai faaliyetler”
iddiası ile YÖK tarafından görevden alınan Beşir Atalay.
Milli Eğitim Bakanlığına uygun görülen Atalay,
Cumhurbaşkanına takıldı. Bunun üzerine Turizm Bakanı
olan Erkan Mumcu, Milli Eğitim’e, aileden sorumlu Devlet
Bakanı Güldal Akşit, Turizm’e kaydırıldı...
Cumhurbaşkanının tüm sicilleri inceleme olanağı
olmadığından 18 Kasım Pazartesi günü 58. hükümet
kuruldu, fotoğraf gazetelere yansıdı.
Hükümetin 25 üyesinden 14’ünün eşinin türbanlı,
birisinin ise çarşaf giydiği görüldü.
Ramazan ayı hükümetin kuruluşuna denk geldi...3 günlük
İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ile bazı
milletvekilleri, işadamlarının Ankara Hilton otelinde
düzenledikleri iftar yemeğinde hep birlikte otelin
lobisinde namaza durdular. Müşterilerinin çoğunluğunu
yabancıların oluşturduğu otelde, “otel lobisi ibadet
yeri mi? ...” sorusu oluştu.
İlk şok atlatılamadan TBMM Başkanı kim olacak sorusu öne
çıktı. AKP lideri Erdoğan, bürokrasiden gelen Vecdi
Gönül’ü işaret etti, lakin...1994 yılında Hülya Avşar’a
“Fettan kadın...” yakıştırması yapan, “türban
bizim namusumuzdur” diyen Bülent Arınç bastırdı.
Eşinin türbanlı olması nedeniyle aday gösterilmeyen
seçim konuşmalarında, “Türban öncelikli sorunumuz
değildir” diyen Arınç, “inadına” TBMM
Başkanı seçildi.
Arınç’ın “inadı” türban taraftarı diğer
AKP’lileri cesaretlendirdi. İlk demeç Devlet Bakanı
Prof. Mehmet Aydın’dan geldi: “İnşallah türban sorunu
kalkacak. Kaldıracağız demiyorum, kalkacak diyorum.”
AKP düşüncesinin Devlet protokolüne yansıması da
gecikmedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç, 20 Kasım günü NATO
zirvesine katılmak üzere Prag’a giden Cumhurbaşkanı
Sezer’i uğurlamaya türbanlı eşi Münevver hanımla geldi.
Arınç bu davranışıyla, gelenek ve görenekleri yıktı,
yasaları hiçe saydı. Türban devlet zirvesine girmiş
oldu.
Fotoğraf açık ve netti. AKP lideri gölge Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın karısı türbanlı, Devlet protokolünde
ikinci sırada yer alan TBMM Başkanının karısı türbanlı,
Hükümetin başı, Başbakan’ın karısı türbanlıydı. Zihniyet
bilindiği için aslında şaşılacak bir şey yoktu.
AKP’nin başını ağrıtan temel sorun Recep Tayyip
Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğuna nasıl oturacağıydı.
Anayasa değişmedikçe yasalar geçit vermiyordu. CHP’nin
de desteğiyle Anayasa değiştirildi. Cumhurbaşkanı Sezer,
Erdoğan’a milletvekilliği ve devamında Başbakanlık
yolunu açacak olan Anayasa değişikliğini, “Bunlar
kişiye özgü değişiklikler. Hukuk, kişiye özgü yasa
çıkarılmasını kabul etmez. Yasa genel olur”
gerekçesiyle geri yolladıysa da ikincisinde imzalamak
durumunda kaldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih
Kanadoğlu ise, Siirt seçimlerinin 3 Kasım seçimlerinin
devamı olduğunu belirterek, yeni isimlerin aday
olamayacağını savundu. Yeni isim tabi ki Erdoğan’dı.
Erdoğan’ı nasıl yapalım da milletvekili yapalım derken
gözler hükümetin icraatına kaydı. Yaşar Yakış Dışişleri
tarihimize altın sayfalar ekleyecekti...
Dışişleri Bakanı, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Strav
ile görüştükten sonra, “Türkiye’nin, Irak harekâtı
için, üslerini Amerika’ya açacağını açıkladı.” Çok
geçmeden Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Büyükanıt’dan
cevap geldi:
“Bizim böyle bir şeyden haberimiz
yok! Sayın Bakanın açıklaması herhalde kişisel
görüşlerini içeriyor.” Ardından Bakanın Bakanlığı
açıkladı:
“Sayın Bakanın söyledikleri Türkiye
bakımından bir taahhüt anlamına gelmez!”
Yakış son olarak 7 Ocak günü,
“Musul’daki petrollerle ilgili haklarımızı
inceletiyoruz.” dedi. Dış politikamıza bir altın
sayfa daha ilave etmişti. AKP lideri Erdoğan,
“Dışişleri Bakanımızın açıklaması doğru mudur, değil
midir, bilmiyorum. Eğer böyle bir şey söylemişse kendi
kanaatidir, bizim tarafımızdan bugüne kadar
söylenmemiştir.” dedi.
Karşılıklı demeçler hayretle izlenirken Yaşar Yakış bu
defa TV’lerden seslendi;
“Rum tarafı tek başına AB üyesi
olursa, AB hastalıklı bir çocuğu kucağına almış duruma
düşecektir; bu durumda da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin AB
topraklarını işgal etmiş gibi gösterilmeye çalışılması
tehdidi vardır.”
Şaşkınlık artmıştı, CHP Genel Başkanı
Deniz Baykal kamuoyuna tercüman oldu:
“Dünyada 6 milyar insan yaşıyor, bu
insanların içinde, böyle bir laf etmemesi gereken ilk
kişi Türkiye’nin Dışişleri Bakanıdır.”
AB, Kıbrıs derken bu defa Irak konusu
öne çıktı. Hükümet müttefikimiz Amerika’ya üsleri
kullanmak için beklediği izini vermekte zorlanırken
Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, 350 ticaret adamıyla
Bağdat’a çıkarma yaptı. Ancak gezinin son günü, 12
Ocak’ta düzenlenen basın toplantısında olan oldu. Bakan
Tüzmen, belinde silahı olan Irak Devlet Başkanı
1.Yardımcısı Taha Yasin Ramazan ile toplantı salonuna
elele girdi. Görüntü yabancı basında ‘Türkiye Irak’la
elele’ biçiminde yorumlandı. Türk basını ise haberi,
“Bağdat’da Rezalet” başlığı ile duyurdu. Basın,
Taha Yasin Ramazan’ın “Türkiye’nin Musul ve Kerkük
petrollerinden alacaklı olduğu” yönündeki soruya
sinirlenerek ayağa kalktığını ve toplantıyı sona
erdirdiğini; Tüzmen’in ise tek kelime edemediğini yazdı.
Irak’taki olay Erbakan’ın Refahyol dönemindeki Libya
skandalını hatırlatıyordu.
Nasıl bir rastlantıdır bilinmez, Tüzmen
Bağdat’ta elele tutuşurken AKP milletvekilleri de aynı
gün Akdeniz’deki ABD uçak gemisi Harry Truman’da
kendilerine armağan edilen şapkalarla objektife poz
veriyordu.
Henüz 60 gün dolmamıştı iç ve dış
politika birbirine karıştı.
Recep Tayyip Erdoğan 16 Kasım günü Acil
Eylem Planını açıkladı: “Eğitimin önündeki her türlü
engeli kaldıracağız” dedi. Yani, “okullarda
türbanı serbest bırakacağız” demek istedi. AKP’liler
kararlıydı...
Milli Eğitim’e, kültüre, gençliğe ve
spora bundan böyle yoğun İslami birikimleri olanlar yön
verecekti. Meclis Milli Eğitim Komisyonu’nun başkanı,
başkan vekili, katibi ve üyelerinin önemli bir çoğunluğu
imam hatipli ya da ilahiyat fakültesi kökenlilerden
oluştu.
16’sı AKP’li, 8’i de CHP’li 24 kişilik
komisyonun başkanlık koltuğuna Diyanet İşleri eski
Başkanı Tayyar Altıkulaç oturdu. Başkan vekili Hikmet
Özdemir Ankara İlahiyat, Katip Recep Garip ise diğer
AKP’liler gibi İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü
mezunuydu. Gazeteler yeni bir değerlendirme yaptı:
“Milli Eğitim değil de sanki Diyanet İşleri Komisyonu...
Bu komisyon ile mi çağdaş eğitimi yakalayacağız?”
Aynı günlerde basın, Milli Eğitim Bakanı
Erkan Mumcu’nun kimliğini ele aldı. Gazeteci Yalçın
Bayar, “Bakanlarımızı tanıyalım” başlıklı
yazısında şöyle diyordu:
“Erkan Mumcu İmam Hatip’te okuduktan
sonra bir dönem Cağaloğlu’nda sakallı ve poturlu gezdi,
2000 yılında ANAP’ta milletvekili iken İstanbul
Üniversitesi’nin açılış töreninde türbanı savundu.”
AKP’nin adına “reform” dediği
“Acil Eylem Planı” nı değerlendirmek üzere üst üste
toplanan rektörler Milli Eğitim Bakanı Mumcu’nun da
bulunduğu bir ortamda tavır koydular. YÖK Başkanı
Prof.Dr. Kemal Gürüz, görüşlerini açıkladı:
“Bu, Cumhuriyete olan taahhütleri
oldukça tartışmalı olan kadroların, geçmişte olduğu gibi
üniversiteleri ele geçirerek Türkiye’ye sirayet etme
planıdır. Bunun kabul edilmesi mümkün değildir.”
Eğitimdeki kargaşa büyürken gazete
manşetlerine bu kez Meclis Milli Savunma komisyonu
takıldı.
Komisyon Başkanı Ramazan Toprak’ın,
aralarında “evinde haremlik, selamlık uygulaması
yapması” nedenlerinin de bulunduğu 28 Şubat
sürecinin ardından irtica faaliyetleri nedeniyle Ağustos
1997’deki Yüksek Askeri Şura’da TSK’dan ihraç edildiği
duyuruldu. Oysaki Toprak TBMM albümü için verdiği
bilgilerde, “subay kökenli” olduğu bilgisine yer
vermemiş, “serbest avukat” olduğunu belirtmişti.
Başkanlığa getirilmesi askeri çevrelerde
rahatsızlık yaratan Ramazan Toprak, 8 Ocak günü
görevinden ayrılmak zorunda kaldı. “Gerilimi önlemek
için istifa ettim.” dedi.
İşsiz kitlelerin, fakir halkın
beklentisi ekonomide olumlu bir adım atılmıyordu. Vergi,
İhale Kanunu, nemalar gibi çok önemli konularda
hükümetten birbirini tutmayan açıklamalar geldi, kafalar
karıştı.
Vergi kaçakçılığından üç yıl hapisle
yargılanırken bakan olan ve kapsamlı bir vergi affı
hazırlayan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “Hazırlanan
tasarının beni kapsayıp kapsamadığını bilmiyorum,
tasarıya bakmam lazım” dedi. Konu kamuoyunda
tartışılırken Meclis 16 Ocak günü vergi affını
gerçekleştirdi, Bakan Unakıtan da af kapsamına girdi.
Onunla birlikte binlerce naylon faturacı ve hayali
ihracatçı da kurtuldu.
Aynı Unakıtan daha önce, Plan Bütçe
Komisyonu görüşmelerinde hayat standardını savunurken,
19 Aralık günü yapılan Meclis görüşmelerinde kalkmasını
savunmuştu.
Mali milat ile ilgili tasarının
görüşmelerinde, 2001’de zaten kalkmış olduğu halde,
başta Nurettin Canikli olmak üzere tüm AKP’liler,
‘Hayat standardını ve halkın sırtından 600 trilyonluk
vergi yükünü kaldırma şerefi bize ait’ dediler. Bir
başka deyişle, olmayan vergiyi önce getirdiler sonra
kaldırdılar daha sonra da indirdik diye övündüler.
Devlet Bakanı Ali Babacan, 2003 için
eski programda yüzde 20 olarak belirlenmiş enflasyon
hedefinin değişebileceğini söyledi. Merkez Bankası
Başkanı Serdengeçti ise, “Hedefin düşmesini
gerektirecek bir şey yok” dedi.
Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun,
2003 yılında zorunlu tasarrufların tamamen tasfiye
edileceğini, yüzde 25’inin de 2003’ün şubat ve mart
aylarında ödeneceğini açıkladı. Hazine, böyle bir ödeme
planı olmadığını açıkladı.
Yine Ali Coşkun, bedelli askerlik
uygulamasına geçeceklerini söyledi. Savunma Bakanı Vecdi
Gönül, “Böyle bir çalışma yok” dedi.
Genel Başkan Yardımcısı ve Başbakan Gül,
yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla hedefinin Türkiye için
‘yüksek’ olduğunu belirtti. Sanayi ve Ticaret Bakanı
Ali Coşkun, ‘faiz dışı fazla hedefini yüzde 9’a
çıkaracağız’ derken; AKP lideri Erdoğan AB
büyükelçilerini kabulünde, “Arttıracağız” dedi.
Hükümet üyeleri içerisinde adı en sık
geçenlerden birisi de Bayındırlık Bakanı AKP Bitlis
milletvekili Zeki Ergezen. Kendisi müteahhit...
Yakınları, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
KİPTAŞ’ı olmak üzere Kayseri ve İç Anadolu’daki RP/FP’li
belediyelerden büyük toplu konut ve altyapı işleri
almış. Ergezen’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne
bağlı İGDAŞ’tan fahiş fiyatla ihale alan Demars
şirketiyle ilişkili olduğu mahkeme tarafından
kanıtlanmış.
Refah Partisi Milletvekili iken 27 Mayıs
1993 günü Mekke’de şeriat özlemi içinde konuşuyor:
“Allah’a şükürler ediyoruz ve hamd
ediyoruz, o Mecis’te ben ve kardeşlerim hem Müslüman hem
lâik olamayız. Biz bu lâiklikten kurtulmalıyız...
Çocuklarınız trafik kazalarında öleceğine, çocuklarınız
PKK olaylarında öleceklerine, henüz öyle evlatlar
yetiştirin ki, Allah’ın nizamını savunmak için yetişsin,
Allah’ın davasını savunmak için öldürülsün.” diyor.
Bakanın kafa yapısı Ergün Poyraz’ın
“Patlak Ampül” adlı kitabının da konusu oluyor.
Hâkimiyet ve millet hakkında düşündükleri kitabın 72.
sayfasında şöyle yer alıyor:
“İslam nizamının devlet nizamına
hakim olması, lâik sistemin bir an önce defolup gitmesi
için canı gönülden dua etmemizi ve duanın kabulünü
Cenabı Hak’tan temenni ediyoruz... Parlamentonun
devamında bir yazı var. Hâkimiyet kayıtsız şartsız
milletindir deniyor. O söz laftan ibarettir...”
Belli ki Zeki Ergezen Cumhuriyetin nasıl kurulduğundan
habersiz.
14 Ocak 1994 günü Meclis Başkanlığına, Refah Partisi
milletvekili Hasan Mezarcı’nın başı çektiği İbrahim
Halil Çelik, Ahmet Arıkan, Lütfü Esengün, Kemalettin
Göktaş, (şimdi AKP Trabzon milletvekili) Hüsamettin
Korkutata, Abdülmelik Fırat, Selim Sadak, Mukadder
Başeğmez, Nizamettin Toğuç ve Ökkeş Şendiller ve şimdi
Bayındırlık Bakanı olan Zeki Ergezen’in imzalarının yer
aldığı bir önerge veriliyor:
“Atatürk’e 1926 yılında düzenlenen
İzmir suikastı davasında, Kurtuluş Savaşı’nın belkemiği
milletvekili ve paşalardan pek çoğu, hiçbir suç
işlemedikleri halde idam edilmişlerdir. Bunlar haksız
yere devlete ve millete ihanet damgası yemişlerdir. Bu
insanların ve ailelerinin alnındaki lekenin silinmesi ve
itibarlarının iade edilmesi için Meclis araştırması
açılmasını talep ederiz.”
Amaç, Atatürk’ün 1926 yılında İzmir’e
gelmeden önce ortaya çıkarılan suikast hazırlığı ile
ilgili olarak yargılandıkları İstiklal Mahkemesi’nde
suçlarını itiraf eden ve haklarında idam cezası verilen
Lazistan milletvekili Ziya Hurşit ve 15 sanığın
aklanması.
Meclis Başkanlığı 25 Şubat 1994
tarihinde önerge sahiplerine şu cevabı veriyor:
“Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin
kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin bir dönemini küçültücü, itham
edici ve kamuoyunu yaralayıcı beyan ve iddiaları içeren
önergeniz TBMM İçtüzüğünün 68. maddesi uyarınca işleme
konulamadığından, ilişikte iade edilmiştir.”
Bu arada Zeki Ergezen hakkında, DGM tarafından
“anayasal düzeni din devleti kurmak amacıyla yıkmaya
kalkmak” suçunu işlediği gerekçesiyle “idam”
cezasıyla yargılanabilmesi için dokunulmazlığının
kaldırılması istemiyle fezleke bulunduğu ortaya çıkıyor.
Gericilerin aklanması için 1994 yılında
önerge veren 58. hükümetin Bayındırlık Bakanı Zeki
Ergezen, bu defa yolsuzlukların önlenmesine direniyor.
İhale Yasası için, “Yönetmelikler eksik, altı aya
ancak hazır olur. Erteliyoruz” derken İhale Kurulu
Başkanı Sener Akkaynak, “Hayır, biz hazırız,
uygulanmalı” diyor.
İhale Yasasının ertelenmesi ya da
budanarak yasalaşması aslında, “rüşvet ve hırsızlığın
ertelenmesi” anlamına geliyor. Soygun ekonomisinin
yakasına yapışacak “Nereden buldun Yasası” da
ertelenenler arasında yer alıyor. Hırsızlığa göz yuman
siyasetçiye hesap sorulması için olmazsa olmazların
başında gelen “Dokunulmazlıkların Kaldırılması
Yasası” da erteleme furyasından nasibini alıyor.
Tayip Erdoğan’ın “İlk işimiz” dediği
dokunulmazlıkların kaldırılması seçim sonrası rafa
kalkıyor.
İhale Yasası’nı uygulama başlamadan
değiştirmek isteyen AKP’nin Meclis’teki Bayındırlık
Komisyonu Başkanı’nı Kayseri Milletvekili Adem Baştürk,
Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı’nda Genel Sekreteri. ‘İhaleye fesat
karıştırmak’ suçu da dahil olmak üzere Erdoğan’la
birlikte 5 ayrı yolsuzluk davasından yargılanıyor. Tabi
milletvekili seçildikten sonra dokunulamayacak.
Yasalar gerektiği gibi yasallaşmazken
hortum-vurgun-soygun devam ediyor. Almanya’daki
Türklerin 300 milyon markını batıran Endüstri Holding,
soygunu yaparken dini kullanıyor. Holding vatandaşlara
gönderdiği mektuplarda, “yolumuz Allahın yoludur”
demiş. Dönemin Genelkurmay Başkanına ise, “Biz
Atatürkçü ve lâik şirketiz.” demişler. Genel
Koordinatör Ramazan Arıkan konuya noktayı koyuyor:
“Çok para kazanacağını umarak holdinge para yatıran
ortaklarımız bir bardak soğuk su içsin.”
1987 yılında 2. Özal kabinesinde
“Aileden Sorumlu Devlet Bakanı” olan ve flört
edenleri fahişelikle suçlayan Cemil Çiçek ise şimdi
Adalet Bakanı.
Aslında AKP’li bakanlar, dosyalarıyla
işbaşına geldiler. Gazeteler, altı ya da yedi bakan
hakkında yolsuzluk ve suiistimal suçlarından mahkeme ya
da soruşturmaların sürdüğünü haber veriyorlar.
Özel bir şirketin yönetiminde bulunmuş
olan Maliye Bakanı hakkında dokuz ayrı suçtan soruşturma
sürüyor. İddialardan birisi: “Çıkar sağlamak amacıyla
çete kurmak”. Bu Maliye Bakanı...
Ulaştırma Bakanı deniz otobüsleri işinde
yolsuzluk yaptığı iddiasıyla sorgulanıyor.
Enerji Bakanı, İGDAŞ yolsuzluk davasında
sanık olarak yargılanıyor...İddialar; ihaleye fesat
karıştırmak, görevi kötüye kullanmak, çıkar sağlamak...
Yeni hükümetin güvenoyu almasıyla
birlikte başta bakanlıklar olmak üzere devlet
bürokrasisinde atamalar hız kazanıyor. Alınanların
yerine kardeş, akraba, eş-dost, partili, yandaş takımı
getiriliyor.
Maliye Bakanlığı Mali Suçlar Araştırma
Kurulu (MASAK) Başkanlığı’na getirilmek istenen
Gençosman Yaraşlı ile aynı Bakanlık Gelirler Genel
Müdürlüğü’ne atanması istenen Osman Arıoğlu’nun
atamaları Cumhurbaşkanı tarafından reddediliyor. Birçok
üst düzey atama kararnamesinin de büyüteç altına
alındığı ve bekletildiği öne sürülüyor.
‘Akraba egemenliği’ ağırlığını
bürokraside hissettiriyor. İçişleri Bakanı Abdülkadir
Aksu’nun kardeşinin Şeker Fabrikaları Genel
Müdürlüğü’ne, Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın yeğeninin
Müsteşar Yardımcılığı’na atanmasının ardından, Başbakan
Yardımcısı Abdüllatif Şener’in ağabeyi de Erdemir
Yönetim Kurulu Başkan yardımcılığı görevine getiriliyor.
Şener, ağabeyi Abdullah Şener’in tayinine ilişkin
kendisine yöneltilen bir soru üzerine, “Sıkı bir
müfettişin burada bulunması genel kurul kararıyla
ihtiyaç olarak belirlenmiştir ve böyle bir tercih
yapılmıştır.” Diyor.
Atamalarda Erbakan hoca da unutulmuyor.
Yeğen Sabri Erbakan, Karayolları Genel Müdür Vekili
görevine getiriliyor. Erbakan’ın göreve geldikten sonra
otoyol ve köprülere ilişkin yaptığı açıklama müthiş:
“Köprü ve otoyola zam var,
İstanbul’da yaşayanlara tavsiyem evlerini, işyerleri ile
aynı yere taşısınlar.”
AKP’nin işbaşına gelmesiyle gazeteler
iktidar haberlerinden geçilmiyor.
Bülent Arınç’ın eşini, Cumhurbaşkanı’nı
uğurlamaya türbanlı olarak götürmesi üzerine bazı devlet
dairelerinde türban yasağının delindiği haber veriliyor.
Hatta kara çarşaflılar ve poturlular gözle görülür
derecede artmış.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
Laleli’deki Yeni Yerleşmeler Müdürlüğü’nde mimar olarak
çalışan Tarım Bakanı Prof. Sami Güçlü’nün evli kızı
Nezahat Şahin, 3 Kasım’a kadar türbanı üzerine taktığı
peruğu sallamış. Belediyenin diğer ünitelerinde de 657
sayılı Devlet Memurları Kanununa başkaldırı göze
çarpıyor.
İstanbul, Kartal Cevizli’de 3 Kasım’dan
sonra kara çarşafla dolaşanların sayısında büyük artış
görülüyor.
Hükümete karşı her kesimden eleştiriler
yoğunlaşıyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğretim
üyeleri dikkat çekiyorlar:
“Türkiye bir yandan Avrupa Birliği
kapısında gösterilen onursuz çabaların yükünü taşıyor,
bir yandan da anayasal hukuku çiğniyor.”
Recep Tayip Erdoğan’ın işaret edildiği
eleştiride, “Bu kişinin Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’ni temsilen görüşmelerde bulunmasının
Anayasamızda yeri yoktur. Anayasa Mahkemesi kararları,
Türkiye Cumhuriyeti hukuku, her şeyden önce Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş yasaları ihlal edilmektedir.”
deniliyor.
ODTÜ’lü hocalar, Cumhurbaşkanı ve
yargıçlar ile bütün duyarlı vatandaşları göreve
çağırıyorlar.
Ardından üniversite rektörleri,
yayınladıkları bir deklârasyonla hükümetin Acil Eylem
Planı ve türbandan atılan öğrencilerle köktendinci
öğretim üyelerinin affına karşı çıkıyorlar. 20 Aralık
günü YÖK Başkanı Prof.Dr. Kemal Gürüz tarafından
açıklanan ‘Rektörler Manifestosu’nda bakın ne
deniliyor:
“Geçmişte bazı üniversite ve yüksek
öğretim kurumlarına bilim, medeniyet ve Cumhuriyet
karşıtı zihniyetlerin hâkim olduğu, bu yollarla
haketmeyen kişilere akademik unvanlar dağıtarak,
kadrolar yetiştirdiği ve bu kişilerden bazılarının
devletin üst düzeylerinde görev aldığı bilinen bir
husustur. Bugün yüksek öğretim kurumlarında bu tür
girişimlere imkan verilmemektedir, gelecekte de asla
verilmeyecektir. Demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti
anlayışına sahip Türk üniversitelerini siyasi güçlerin
kontrolüne sokacak düzenlemelere izin verilemez.”
İktidarın yeni, olumlu hiçbir adımı yok.
Toplumun hemen hemen her kesimiyle kavgalılar. YAŞ
kararlarına muhalefet şerhi koyunca ordu’yu da
karşılarına aldılar. 8 Ocak günü Gazi Orduevi’nde basına
verdiği resepsiyonda konuşan Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hilmi Özkök, çok sert mesajlar verdi:
“Cumhuriyetin lâik yapısından asla
taviz vermeyiz. Türbanın siyasi bir dayatma, Cumhuriyet
geleneklerini aşındırma sembol ve eylemi olarak
kullanılmasını hoş görmemiz beklenemez.”
“Yüksek Askeri Şura müstesna bir olaydır. Anayasa
maddesinin uygulanma istemine muhalefet şerhi koymak,
idarenin kanunların uygulanmasını sağlama sorumluluğu
ile çelişmiştir. Bu farklı düşüncenin ifade yeri YAŞ
olmamalıydı.”
“...28 Şubat irticaa karşı o dönem alınan önlemlerdir.
Tehdit devam ettiğine göre sorunuz cevaplanıyor.”
AKP ve hükümet iki başlı, başarısız, sözlerini yerine
getirmiyor. Kamuoyunun muhalefetine kızgın,
sinirleniyor. Başbakan 14 Ocak günü Meclis grup
toplantısında bu siniri açığa vuruyor:
“Bizi eleştirenler unutmasın, Meclis’te 363 kişiyiz ve 5
yıl daha iktidarız.”
Gözdağı ya da tehdit... Adını siz
koyun... Görünen AKP’nin kısa sürede tükendiği. Oysa
Recep Tayip Erdoğan 16 Kasım günü açıkladığı Acil Eylem
Planı ile ilgili konuşmasını şöyle tamamlamıştı:
“Bizi izleyin.”
İzliyoruz... Hep birlikte... Hem de hayretle, ibretle ve
de korkuyla... |