|
NE DERSİNİZ, HAKSIZ MI ATAÇ?
Bugün onun 111’inci doğum günü…
Biliyorum, pek çok kişi için Ataç adı belki de hiçbir
şey ifade etmeyecek. Ama o edebiyatımızın önemli
isimlerinden birisidir.
Asıl adı Ali Nurullah Ata olan Nurullah Ataç, 21 Ağustos
1898’de İstanbul Beylerbeyi’nde doğdu. Mekteb-i
Sultani’de öğrenim gördü. Öğrenimini tamamlamak ve
Fransızca öğrenmek için İsviçre’ye gitti. 1919’da
Türkiye’ye döndü. Sınava
girerek Darülfünun öğretmeni
oldu. İstanbul’da Nişantaşı, Vefa, Üsküdar liseleri ile
Adana Lisesi’nde Fransızca dersleri verdi. Ankara Orta
Öğretim Mektebi, İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller
Yüksek Okulu, Gazi Terbiye Enstitüsü, Ankara Atatürk
Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Cumhurbaşkanlığı çevirmeni
oldu. Emekliye ayrılana dek bu görevi sürdürdü. 1957’de,
61 yaşında Ankara'da yaşamını yitirdi.
Ataç, Edebiyatımızda
deneme türünde ürün veren ilk yazar ve
eleştirmendir. Yazmaya Yahya
Kemal Beyatlı’nın yönettiği Dergâh dergisinde
yayınlanan şiir ve yazılarıyla başladı. Daha sonra
yalnızca deneme ve eleştiri
türünde ürünler verdi, çeviriler yaptı. Eski
Türk edebiyatı ile çağdaş Batı
edebiyatını inceledi. Yeni bir kültür,
edebiyat ve dil arayışı içinde oldu.
Çok fazla eser verdiği söylenemez Ataç’ın… Saysak,
11’dir sayıları. Günlerin Getirdiği (1946) yayımlanan
ilk eseridir. Onu, Sözden Söze (1952), Karalama Defteri
(1953), Ararken (1954), Diyelim (1954) ve Söz Arasında
(1957) izler. Okuruma Mektuplar (1958), Prospero ile
Caliban (1961), Söyleşiler (1964), Günce I -II (1972)
ile Dergilerde (1980) ölümünden sonra yayımlanan
eserleridir.
Ataç denemelerinde, Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde yeni
sanat, kültür, ahlak ve yaşam biçiminin nasıl olması
gerektiği konularını ele aldı. Laiklik, akılcılık,
bireycilik gibi Rönesans ve Aydınlanma Çağı’nın
ilkelerini Türk düşün yaşamına yerleştirmeye çalıştı.
Türk aydınının özgür düşünceye ve yeniliklere açık
olması, topluma öncülük etmesi gerektiğini savundu.
Kuşkusuz Ataç’tan önce de eleştiri örnekleri vardı. Ama
eleştirinin Türk edebiyatında bir tür olarak ele
alınması ve bir eleştiri geleneğinin kurulması onunla
başlar. Ataç eleştirilerinde Türk edebiyatının geçmişini
değerlendirdi. Edebiyatta yenileşmenin öncülüğünü yaptı
ve özellikle Türk şiirinin sorunlarına eğildi. Yahya
Kemal, Nâzım Hikmet ve Orhan Veli’nin yeni çığırlar açan
şairler olduğunu söyleyen ilk eleştirmendir Ataç… Ortaya
çıktığında tepkiyle karşılanan Garip Akımı’nın
savunmasını üstlenen Ataç’dır. Bu akımın pek çok şairini
tanıtan da Ataç’dır.
Ataç, dili bir uygarlık sorunu olarak ele aldı ve dilde
özleşmeyi savundu. Bu amaçla gerek Osmanlıca sözcükler,
gerek dilimize yerleşmiş yabancı sözcükler yerine birçok
yeni sözcük türetti. Devrik cümle kullanarak kendine
özgü bir anlatım biçimi oluşturdu ve dilimize yeni
anlatım olanakları kazandırdı.
Bu yönüyle çok eleştirildi Ataç… Özellikle
Attilâ İlhan ve Halit
Fahri Ozansoy, yazılarında arı Türkçe kullandığı
için acımasızca eleştirdi Ataç’ı.
“Deli” denildi onun için… Oysa o, Yazı diliyle konuşma
dili arasındaki uçurumu kapatma çabası gütmekten başka
bir şey hedeflemiyordu. Bu
düşüncesini Diyelim (Varlık Yayınları, 1954) adlı
kitabında açıkladı:
“Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim,
rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye
çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına
düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli
diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle
değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek
doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek
olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.”
Kimileri bir şeye dayanarak, kimileriyse dayanaksız
eleştirdiler Ataç’ı. Önce sustu, yanıt vermedi. Sonra
bıktı ki olacak gibi değil, açtı ağzını yumdu gözünü:
“Yıllardır yazarım, benden de bir şey kalsın istiyorum.
Bir umut... Bu yazıları gönlümce sevecek belki birkaç
kişi bulunur umudu. Ölüm başımızda dolaşıyor: Benim de
Türk diline, Türk düşünce âlemine hizmet için
çalıştığıma tanıklık edecek bir kitap bırakmadan mı
gideyim?
Biz, yeryüzüne, tanıklık
etmeye, insanoğlu için ne işitir, ne görürsek, ne
bilirsek onu söylemeye gelmişiz. Doğruyu hiçbir şeye,
dünkü düşüncemize bile feda edemeyiz; yoksa yalan
söylemiş, dünyaya karşı da kendimize karşı da en büyük,
en utanılacak suçu işlemiş oluruz.”
Peyami Safa Ataç’ı eleştirenlere dayanamadı. Bir yazı
yazdı: “Ataç’ın
yazarlığı dışında, özel yaşamı ve düşünce, inanç acunu
ile ilgili yazılardan alıntılayarak, genç beyinlere
öfke, bilisizlik tohumu eken ey avanak! Önce Ataç’tan
bir iki kitap oku”,
diye başladı. “Cehalet belden aşağı saldırır,
kötüler, yok etmeye çalışır. Karanlığın günü kovalaması
boşuna değildir. Ve sen öğrenci, öğrenici ol, kanıcı
değil…” diye noktaladı.
(Günlerin getirdiği, s.113,can yay.1997)
Ayrıcalıklı bir yazarımızdı Nurullah Ataç.
Edebiyatımızı, edebiyatçılarımızı çok iyi gözlemişti.
Bugün bile geçerli olan gözlemini mertçe ortaya koydu:
“Bir edebiyat âlemi var mı bizde? Edebiyatçılarımız yok
demiyorum, olmaz olur mu? İşte şairler, hikâyeciler,
denemeciler. Ara sıra eleştirmeye özenenler de
görülüyor. Edebiyatçılarımız var, edebiyat âlemimiz
yok. Edebiyatçılarımız birbirlerini bilmiyor, bilmek
istemiyor, bilmeyi gerekli bulmuyor da onun için. Hepsi
de kendi içlerine büzülmüş, bir kendilerini
düşünüyorlar, gözleri bir kendilerine dikili. Her biri
kendi yazdıklarının okunmasını, önemsenmesini, adının
boyuna anılmasını istiyor. Okuyacaksınız yazılarını, hem
de beğeneceksiniz, öveceksiniz. Beğenmezseniz, ufacık da
olsa bir kusur bulursanız, yandınız, yargıyı
giyiyorsunuz: anlamıyorsunuz edebiyattan, gerçek güzel,
gerçek yeni nedir seçemiyorsunuz. Yahut kıskanıyorsunuz,
sanat dışı kaygılarınız var… Buna bir diyeceğim yok. Her
yazar, kendi elinden çıkanın güzel, kendi
düşündüklerinin doğru olduğuna inanır, güzelliği, o
doğruluğu sezmeyenlerin de anlamadıkları,
anlamayacakları kanısındadır. Ama kendileri için
beklediklerini başkaları için neden yapmıyorlar? Ben
sizin yazdığınızı okuyayım, ilgileneyim size, peki, siz
benim yazdıklarımı neden okumuyorsunuz, siz bana neden
ilgilenmiyorsunuz? Kendimi öne sürmüyorum, benim
yazdıklarımı okusunlar demiyorum, birbirlerinin
yazılarını neden okumuyorlar?”
Ne dersiniz, haksız mı Ataç? |