05.09.2007, 4.Kuşadası Öykü ve Şiir Günleri, Mehmet Aslan Güven'le

 
   
 

NE DERSİNİZ, HAKSIZ MI ATAÇ?

 

Bugün onun 111’inci doğum günü…

Biliyorum, pek çok kişi için Ataç adı belki de hiçbir şey ifade etmeyecek. Ama o edebiyatımızın önemli isimlerinden birisidir.

Asıl adı Ali Nurullah Ata olan Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898’de İstanbul Beylerbeyi’nde doğdu. Mekteb-i Sultani’de öğrenim gördü. Öğrenimini tamamlamak ve Fransızca öğrenmek için İsviçre’ye gitti. 1919’da Türkiye’ye döndü. Sınava girerek Darülfünun öğretmeni oldu. İstanbul’da Nişantaşı, Vefa, Üsküdar liseleri ile Adana Lisesi’nde Fransızca dersleri verdi. Ankara Orta Öğretim Mektebi, İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu, Gazi Terbiye Enstitüsü, Ankara Atatürk Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Cumhurbaşkanlığı çevirmeni oldu. Emekliye ayrılana dek bu görevi sürdürdü. 1957’de, 61 yaşında Ankara'da yaşamını yitirdi.

Ataç, Edebiyatımızda deneme türünde ürün veren ilk yazar ve eleştirmendir. Yazmaya Yahya Kemal Beyatlı’nın yönettiği Dergâh dergisinde yayınlanan şiir ve yazılarıyla başladı. Daha sonra yalnızca deneme ve eleştiri türünde ürünler verdi, çeviriler yaptı. Eski Türk edebiyatı ile çağdaş Batı edebiyatını inceledi. Yeni bir kültür, edebiyat ve dil arayışı içinde oldu.

Çok fazla eser verdiği söylenemez Ataç’ın… Saysak, 11’dir sayıları. Günlerin Getirdiği (1946) yayımlanan ilk eseridir. Onu, Sözden Söze (1952), Karalama Defteri (1953), Ararken (1954), Diyelim (1954) ve Söz Arasında (1957) izler. Okuruma Mektuplar (1958), Prospero ile Caliban (1961), Söyleşiler (1964), Günce I -II (1972) ile Dergilerde (1980) ölümünden sonra yayımlanan eserleridir.

Ataç denemelerinde, Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde yeni sanat, kültür, ahlak ve yaşam biçiminin nasıl olması gerektiği konularını ele aldı. Laiklik, akılcılık, bireycilik gibi Rönesans ve Aydınlanma Çağı’nın ilkelerini Türk düşün yaşamına yerleştirmeye çalıştı. Türk aydınının özgür düşünceye ve yeniliklere açık olması, topluma öncülük etmesi gerektiğini savundu.

Kuşkusuz Ataç’tan önce de eleştiri örnekleri vardı. Ama eleştirinin Türk edebiyatında bir tür olarak ele alınması ve bir eleştiri geleneğinin kurulması onunla başlar. Ataç eleştirilerinde Türk edebiyatının geçmişini değerlendirdi. Edebiyatta yenileşmenin öncülüğünü yaptı ve özellikle Türk şiirinin sorunlarına eğildi. Yahya Kemal, Nâzım Hikmet ve Orhan Veli’nin yeni çığırlar açan şairler olduğunu söyleyen ilk eleştirmendir Ataç… Ortaya çıktığında tepkiyle karşılanan Garip Akımı’nın savunmasını üstlenen Ataç’dır. Bu akımın pek çok şairini tanıtan da Ataç’dır.

Ataç, dili bir uygarlık sorunu olarak ele aldı ve dilde özleşmeyi savundu. Bu amaçla gerek Osmanlıca sözcükler, gerek dilimize yerleşmiş yabancı sözcükler yerine birçok yeni sözcük türetti. Devrik cümle kullanarak kendine özgü bir anlatım biçimi oluşturdu ve dilimize yeni anlatım olanakları kazandırdı.

Bu yönüyle çok eleştirildi Ataç… Özellikle Attilâ İlhan ve Halit Fahri Ozansoy, yazılarında arı Türkçe kullandığı için acımasızca eleştirdi Ataç’ı.

“Deli” denildi onun için… Oysa o, Yazı diliyle konuşma dili arasındaki uçurumu kapatma çabası gütmekten başka bir şey hedeflemiyordu. Bu düşüncesini Diyelim (Varlık Yayınları, 1954) adlı kitabında açıkladı:

“Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.”

Kimileri bir şeye dayanarak, kimileriyse dayanaksız eleştirdiler Ataç’ı. Önce sustu, yanıt vermedi. Sonra bıktı ki olacak gibi değil, açtı ağzını yumdu gözünü:

“Yıllardır yazarım, benden de bir şey kalsın istiyorum. Bir umut... Bu yazıları gönlümce sevecek belki birkaç kişi bulunur umudu. Ölüm başımızda dolaşıyor: Benim de Türk diline, Türk düşünce âlemine hizmet için çalıştığıma tanıklık edecek bir kitap bırakmadan mı gideyim? Biz, yeryüzüne, tanıklık etmeye, insanoğlu için ne işitir, ne görürsek, ne bilirsek onu söylemeye gelmişiz. Doğruyu hiçbir şeye, dünkü düşüncemize bile feda edemeyiz; yoksa yalan söylemiş, dünyaya karşı da kendimize karşı da en büyük, en utanılacak suçu işlemiş oluruz.”

Peyami Safa Ataç’ı eleştirenlere dayanamadı. Bir yazı yazdı: Ataç’ın yazarlığı dışında, özel yaşamı ve düşünce, inanç acunu ile ilgili yazılardan alıntılayarak, genç beyinlere öfke, bilisizlik tohumu eken ey avanak! Önce Ataç’tan bir iki kitap oku”, diye başladı. “Cehalet belden aşağı saldırır, kötüler, yok etmeye çalışır. Karanlığın günü kovalaması boşuna değildir. Ve sen öğrenci, öğrenici ol, kanıcı değil…” diye noktaladı. (Günlerin getirdiği, s.113,can yay.1997)

Ayrıcalıklı bir yazarımızdı Nurullah Ataç. Edebiyatımızı, edebiyatçılarımızı çok iyi gözlemişti. Bugün bile geçerli olan gözlemini mertçe ortaya koydu:

“Bir edebiyat âlemi var mı bizde? Edebiyatçılarımız yok demiyorum, olmaz olur mu? İşte şairler, hikâyeciler, denemeciler. Ara sıra eleştirmeye özenenler de görülüyor. Edebiyatçılarımız var, edebiyat âlemimiz yok. Edebiyatçılarımız birbirlerini bilmiyor, bilmek istemiyor, bilmeyi gerekli bulmuyor da onun için. Hepsi de kendi içlerine büzülmüş, bir kendilerini düşünüyorlar, gözleri bir kendilerine dikili. Her biri kendi yazdıklarının okunmasını, önemsenmesini, adının boyuna anılmasını istiyor. Okuyacaksınız yazılarını, hem de beğeneceksiniz, öveceksiniz. Beğenmezseniz, ufacık da olsa bir kusur bulursanız, yandınız, yargıyı giyiyorsunuz: anlamıyorsunuz edebiyattan, gerçek güzel, gerçek yeni nedir seçemiyorsunuz. Yahut kıskanıyorsunuz, sanat dışı kaygılarınız var… Buna bir diyeceğim yok. Her yazar, kendi elinden çıkanın güzel, kendi düşündüklerinin doğru olduğuna inanır, güzelliği, o doğruluğu sezmeyenlerin de anlamadıkları, anlamayacakları kanısındadır. Ama kendileri için beklediklerini başkaları için neden yapmıyorlar? Ben sizin yazdığınızı okuyayım, ilgileneyim size, peki, siz benim yazdıklarımı neden okumuyorsunuz, siz bana neden ilgilenmiyorsunuz? Kendimi öne sürmüyorum, benim yazdıklarımı okusunlar demiyorum, birbirlerinin yazılarını neden okumuyorlar?”

Ne dersiniz, haksız mı Ataç?