İSMET İNÖNÜ 125 YAŞINDA
İçinde bulunduğumuz Eylül ayı
destanların ve kahramanlıkların zaferle taçlandığı
aydır. 26 Ağustosta başlayan yürüyüş zafer’e yürüyüştür.
9 Eylül, zaferin İzmir’e vardığı gündür. Bu yıl olduğu
gibi her yıl bu günleri coşku içinde kutlarız.
Ama bu yıl Eylül ayının bir başka önemli özelliği daha
vardır: 2009 yılının Eylül ayında İsmet İnönü 125
yaşındadır.
İnönü, bütün ömrünü ulusunun hizmetine
adamış değerli bir devlet adamıdır. Kurtuluş Savaşı’mız
öncesi ve sonrasında Mustafa Kemal Atatürk’ün çalışma
arkadaşı olarak onun her zaman en yakınında bulunmuştur.
Ulusumuza hizmeti yadsınamaz.
Bu yazımızda İsmet İnönü’yü sizlere, önemli gördüğü kimi
olayları kendi anlatımıyla daha yakından tanıtmayı
amaçladık.
“1884’de İzmir’de doğmuşum. Bir adliye memuru olan
babam, Sivas’a sorgu hâkimi olarak tayin olunmuş…
Çocukluk devri olarak Sivas’ı hatırlarım… Babam iyi
satranç oynardı. Ben belki on yaşından beri satranç
taşlarını tanırım. Pek küçük yaştan beri atla
tanışıklığım ve alışkanlığım vardır… Ben futbolu binbaşı
olarak oynadım. Malatya’yı ilk görüşümde günlerce geniş
kayısı bahçelerinde koşup eğlendik… Harbiye’deki öğrenci
hayatı ilk günlerin yadırgamalarını takiben bütün ömür
devam eden sıcak sınıf arkadaşlığı ruhu ile son bulurdu…
Bizim kuşak açık ve kapalı edebi eserlere ve hareketlere
düşkündü. İstanbul ve İzmir’de yasak olan bütün edebi
eserleri taşbasması olarak köşe başlarından satın
alırdık. İstediklerimizi İstanbul’da Tünel başında
satılan eski kitaplar arasında çok zaman bulurduk… İzmir
bu suretle onüç ile yirmi iki yaşlarında benim başlıca
sevgilim olmuştur. Onaltı yıl sonra büsbütün başka
koşullar içinde İzmir’e girdiğim zaman, türlü duygularım
arasında sevgiliye kavuşmak heyecanı yer alıyordu.”
“Dil öğrenmeyi büyük bir ihtiyaç olarak duyardık.
Fransızcamı ilerletmiştim. Almanca öğrenmeye
çalışıyordum. (Hafta tatili) Cuma geceleri Fuat’ın
Taşkasap’taki evine giderdim. Goltz Paşa’nın “Millet-i
Müsellaha” adlı kitabını Almanca’dan Türkçe’ye
çevirirdik. Bir zaman sonra Fransızca kitaplar okumaya
ve okuduğumuz parçalar üzerinde münakaşa etmeye geçtik.
Bunlar sosyolojiye, felsefe, siyasete ait kitaplardı…
Bir insan ömrüne sığan değişmeler hayret vericidir. Ben
Harbiye’ye girdiğim zaman dumanlı barut kullanılmakta
idi. Dumansız barutun çıkacağından söz edilirdi… Biz
topumuzu atla birlikte öğrendik Şimdi atı topçu içinde
arayıp bulamıyoruz. Bugün artık atlı topçulardan hiçbir
orduda söz edilmemektedir.”
“Geceleri bölüğümüzün neferlerine okuyup yazma
öğretiyordum. Birçok mektepli yüzbaşılar da böyle
yapıyordu… Subay arkadaşlarımızın çoğu aile sahibiydiler
ve akşamları atları ile evlerine giderlerdi. Bekâr
subaylar haftada bir iki defa gazinoya gider, müzikli
bir yemek yerdik. Birbirimize bol ikram ederdik ve
herkes kendi masrafını vererek bir yıkım olmadan neşe
ile çıkardık.”
“Sultan Hamit devrinin hastalık arızaları Edirne’de
vardı. Hafiye denen şeyi herkes biliyor ve sakınıyordu.
Subaylar, ordu içinde her rütbenin değerli insanlarını
tanıyorlar ve sayıyorlardı… 2. Ordunun genellikle bir
müzmin derdi vardı. Maaşlar iki ayda bir verilirdi.
Tayın bedelleri levazım müteahhitlerine kırdırılarak
alınabilirdi. Geçim sıkıntısı subaylar arasında
şiddetliydi. Subaşlarında bulunanların ve ordu
kumandanına ya da saraya mensup olanların her ay maaş ve
tayın bedeli alarak ferah yaşamaları her subayı kaynar
hale getiriyor, ruh inzibatını temeline kadar
sarsıyordu…
İlk günlerde Edirne bana donuk, ilkel bir şehir, büyük
bir harabe gibi geldi. Zamanla alıştım, sevdim. Güzel
Edirne’ye her gidişimde gençliğimin köşelerini bir defa
arar ve gözlerimle severim.”
“Ben batı musikisi zevkine Yemen’de alıştım. Hükümet bir
aralık sahilden Sana’ya bir demiryolu yaptırmak hevesine
düşmüş, bir Fransız şirketine keşif görevi vermişti. Biz
bunu Yemen’e vardığımız zaman orada Fransız şirketinin
beklemesinden öğrendik. Sonunda Fransızlar ülkelerine
dönerlerken eşyalarını satmışlar. Bunlar arasında bir
gramofon makinesi, pek çok plakları ile Hudeyde
Kumandanı tarafından satın alınarak Ordu karargâhına
gönderilmişti. Yemen’de müzik gereksinimine karşı derin
hasret içindeydik. Gramofon bize bulunmaz bir nimet
geldi. Akşamüzeri karargâhtan yattığımız eve geldiğimiz
zaman hep beraber gramofon başına koşardık. Senfoni,
arkasından opera parçası, serenat…”
“Hergün bir Balkan Savaşı çıkacak diye ateş üzerinde
durduğumuz bir zamanda Yemen’e 36 taburdan oluşan bir
ordu gönderildi. Hastalıktan, iklimden ve çarpışmalardan
dolayı hemen hemen tamamı eriyen bu kuvvet, Balkan
Savaşı ordularından hangisine eklenmiş olsaydı savaşı
kaybetmezdik ve ordu savaştan zaferle çıkardı. Bizim
durumlarımız ve rütbelerimiz devletin her işi için
hizmete hazır olmayı doğal olarak gerektirir.”
“31 Mart faciası Osmanlı tarihinin en büyük irtica
hareketlerinden biridir. Benzerleri gibi din ve şeriat
adına ve siyasi, askeri iyileştirmelere karşı
yapılmıştır. Ancak bütün tahriklerin halife ve din adına
ve padişah hesabına yapıldığına inanılıyordu. 31 Mart
isyanının askeri ve siyasi hayatımızdaki tahripleri
derindi. 31 Mart’ı her anımsadığım zaman bir büyük
binanın yıkıldığını görürüm. Bu facia yeni kurulan,
büyük ümitlerle dolu Meşrutiyet yönetimini hemen sekiz
ay sonra ters yöne yöneltmeye sebep olmuştur.”
“İmparatorluğun çöküşü içinde görev yapmaya çırpınırken,
hesapsız şehitler ve felakete uğrayanlar arasında
yaşayarak çıkmak gibi bir umulmadık olay başımdan
geçti.”
“Kurtuluş savaşında da Büyük Taarruz’dan önce
karşımızdaki düşman ordusunda salgın vardı. Biz
ilerlemeye başlamadan önce o günkü çok sınırlı
araçlarımız içinde bile bütün orduyu koleraya karşı
aşılamak olanağı bulmuş ve İzmir’e kadar hiçbir
bulaşmadan etkilenmeden kuşkulu bölgeleri geçmiştik.”
“Milli Mücadele, ben otuzsekiz yaşındayken zaferle
bitmiştir. Bu devirden, amansız ve kudretli düşmanlar
karşısında kendi memleketimizi temsil yetkisi iddia
edenlerin fermanını boynumuzda taşıyarak çıkabildik. (…)
Yepyeni bir Türkiye’nin her alanda temellerini atmak,
elimize geçen emaneti yüzakı ile yeni kuşaklara
devretmek tek amacımız olmuştur.”
“Mutluluğun ve gücün, en yüce devirlerinde taşınabilecek
duyguların en değerlilerine, iktidardan ayrıldıktan
sonra eriştim. Resmi hizmet yolunun en büyük ödülü,
resmi hizmetten ayrıldıktan sonra ulustan sevgi
görmektir. Bu mutluluğa ermiş bir insan olarak iftihar
ederim.”
|