Nursel Duruel ile Söke Edebiyat Günlerinde,
Ekim 2009

 
   
 

VARİL

                Anadolu’nun taa bağrından kopup gelmişti. Kolay mı, çocukluğunu, evin yamacından akan suları serin deresini, itiş kakış oynaştıkları ilk gözağrısı Güllü’yü ve de onca davarı bırakıp da İstanbul’a gelmek?..

                Köy muhtarı Sülü Ağa, “Köyden bi yol ayrıldın mı, dönüşü yoktur gayri…” demişti de, tınmamıştı Ramazan… Ramazan ayının ilk kandil gecesi, eşeği Kadife, can dostu Hayri ve de yavuklusu Güllü’yle vedalaşıp gecenin karanlığına karışıvermişti.

                 Gün ağarırken, İkitelli’de otobüsten indiği anda kendisini, başka bir dünyaya gelmiş gibi duyumsadı. O kente; kentliler de, ona yabancı… Köyden ayrılırken, hiçbir plan, program yapmamıştı. Nerede yatacak, ne yiyecek, ne içecek, ne yapacaktı? Davar gütmenin dışında bildiği bir iş de yoktu görünürde. Davarı da yoktu… Tek güvendiği, beş yıl önce, köyden kente göçen çocukluk arkadaşı İsmail’di. O, kanına girmeseydi, İstanbul’a geleceği de yoktu…

Potur’unun cebinden, dört bir yanını düğümlediği küçük çıkını çıkardı, açtı. Paraların arasından, İsmail’in adresinin yazılı olduğu buruşuk kâğıt parçasını ayırdı. İndiği otobüs yazıhanesine seğirtti. Bilet satan genç kıza, kâğıdı uzattı.

“Bi yol bak bacım neredir burası?..”

Kız, kâğıda kısa bir göz attıktan sonra, eliyle ileriyi işaret etti:

“Çok yakın… Garajın dışına çık, sağa dön. Yüz metre sonra ‘Çağla Sokağı’nı sor. Aradığın yer 35 numara.”

Ramazan “Sağol bacım!”, diyerek yola koyuldu. Çok zorlanmadı, buldu adresi. Kapıyı çaldı. Karşısında duran, İsmail’e pek benzemiyordu. O’nun saçları dikine değildi ki! Ayrıca, bıyıksızdı İsmail. Gözlerini birbirlerine dikmiş bakarlarken, karşısındaki, sinsi sinsi sırıttı. Ramazan söze girdi:

-          Hemşerim, dedi, İsmail’i aramıştım!

-          Tam karşında, dedi İsmail. Lan çoban, tanımadın mı? deyince kavuştular

birbirlerine. İçeri girdiler. Hoşbeşten sonra, İsmail, “Sen şimdi eylen. Ben işe gitçem. Akşama gelirim, uzun konuşuruz.” dedi, çekip gitti.

İsmail, amelelikle başladığı çalışma yaşamında, önce duvarcı çıraklığına, sonra kalfalığa yükselmiş, son iki aydan bu yana da, usta olmuştu. Çabuk kavramıştı. İşin ucunu bırakmamış, mesleği öğrenmişti. Bununkisi usta-çırak öğretimiydi. Mektepliler kadar olmasa da, becerikliydi. Şantiye Şefi yeri geldiğinde, ondan hoşnutluğunu belirtiyor, hep kendisi gibi doğru, çalışkan insanlara ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Fırsat bu fırsattı. Bugün Ramazan’dan söz etmeliydi. Öğle yemeğini yedikten sonra, Şef’in bürosuna yöneldi. Her zamanki saygı gösterisiyle karşısına dikildi. Ayaklarını bitiştirdi, ellerini önünde kavuşturdu, başını hafifçe sağa sonra öne doğru eğdi, özünden gelmeyen ince, yalvarırcasına bir sesle:

-          Şef’im, dedi, doğru, çalışkan insanlar aradığınızı söylemiştiniz. Öyle birisi var…

-          Kim?, diye sordu Şef. Sonra ekledi “İşten anlar mı?”

-          Şef’im, dedi, köylümdür. Doğru, temizdir. Yeni geldi. İş bilmez ama, tez zamanda

yetişir!

Şef’in, bir görelim demesinden sonra, yine aynı saygıyla odadan ayrıldı. Eve döndüğünde, Ramazan’a müjdeyi verdi:

                - Bak çoban, dedi, yarın Şef’e varacaz. Ağzından çıkana mukayet ol! Şef, oyuna gelmez.

                Ertesi gün, Şef’in karşısına çıktıklarında, Ramazan, heyecandan tır tır titriyordu. Şef:

-          Rahat ol koçum, dedi babacanca! Adın ne senin bakıyım?..

-          Ramazan!..

-          Duvarcılık yapabilecek misin?

-          !..

-          Anlarmısın maladan falan?

-          !..

-          İsmail kefil oldu neyse! Birkaç gün sonra görüşürüz. İsmail’e döndü;

-          Arkadaşını yetiştir bakalım!..Sonra görüşürüz…

İsmail, başıyla ‘peki’ işareti yaptıktan sonra, Ramazan’ın arkasından iteledi, dışarı

çıktılar.

Ramazan, Şef’in dediği gibi, birkaç günde değil, fakat 40 günde öğrendi işi. O arada, yarım yevmiye verdiler Ramazan’a. Şef onayladıktan sonra da, aylığa bağladılar. Artık, bir mesleği vardı Ramazan’ın. Arkadaşları ve en başta Şef’i tarafından seviliyordu. Kısa zamanda vazgeçilemez olmuştu. Derken, bir gün, başına öyle bir iş geldi ki, belki de, o meslekte kimsenin başına gelmemiş, kendisi de, bu yaşına kadar, böyle bir şey yaşamamıştı. Şef’i başından geçenlere inanmamış, anlattıklarını yeterli görmemiş, bir de, yazılı bildirmesini istemişti.

Ramazan, hastanede canıyla didişirken, nereden çıkmıştı bu yazılı ifade?.. Sonra, nasıl yazacaktı? Okuma yazması, durumu kurtarmazdı! Ziyaret saatinde, hastaneye gelen İsmail’e sordu:

-          Ne yapacaz?

İsmail, “Hele hastaneden çık da, bi yolunu buluruz.” dedi.

Üst üste ameliyatlar geçiren Ramazan, yaklaşık bir ay sonra, başı sarılı, koltuk değnekleriyle hastaneden ayrıldı. Ertesi gün de, pansumancı Yasin’in kayınçosu Çankırılı arzuhalci Hüsnü Ağa’nın karşısına dikeldi. “Beni Yasin yolladı dedi, derdim var. Bi yol dinle de, yazıver amca.” Başından geçenleri soluksuz anlattı.

Ak saçlı, yaşlı, deneyimli arzuhalci, duyduklarına inanmamışçasına ve kabahat savarcasına, “Kime yazcaz?” diye sordu. “Şantiye Şef’ine” karşılığını aldıktan sonra, daktilosunu takırdatmaya başladı:

                “Sayın Şantiye Şef’im;

                İş kazası tutanağına planlama hatası deyivermiştim. Bunu yeterli görmeyerek ayrıntılı anlatmamı istemişsiniz. Hastanede yatmama neden olan olaylar, aynen aşağıda anlattığım gibi olmuştur:

                Bildiğiniz gibi, ben, yanınızda yetişen bir duvar ustasıyım. İnşaatın altıncı katındaki işimi bitirdiğim zaman, biraz tuğla artmıştı. Yaklaşık 250 kilo kadar olduğunu tahmin ettiğim tuğlaları, aşağıya indirmek gerekiyordu.

                Aşağı indim, bir varil buldum, ona sağlam bir ip bağladım, altıncı kata çıktım. İpi, bir çıkrıktan geçirip ucunu aşağıya saldım. Tekrar aşağıya indim ve ipi çekerek, varili altıncı kata çıkardım. İpin ucunu sağlam bir yere bağlayıp tekrar yukarı çıktım. Bütün tuğlaları varile doldurdum. Aşağı indim, bağladığım ipin ucunu çözdüm. İpi çözmemle birlikte, birden, kendimi havada buldum... Nasıl bulmayayım? Ben yaklaşık 70 kiloyum! 250 kiloluk varil süratle aşağıya düşerken beni yukarı çekti. Heyecandan ve şaşkınlıktan, ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında, dolu varille çarpıştık. Sağ iki kaburgamın bu sırada kırıldığını sanıyorum. Tam yukarı çıkınca, iki parmağım, iple beraber çıkrığa sıkıştı. Parmaklarım da, bu sırada kırıldı. Bu esnada, yere çarpan varilin dibi çıktı ve tuğlalar etrafa saçıldı... Varil hafifleyince, bu sefer, ben, aşağı inmeye, varil yukarı çıkmaya başladı ve yolun yarısında, yine çarpıştık. Sol bacağımın kaval kemiği de, bu sırada kırıldı. Can havli ile ipi bırakmayı akıl ettim... Başımı yukarı kaldırdığımda, boş varilin süratle üzerime geldiğini gördüm. Kafatasımın da, böyle çatladığını sanıyorum.

                Bayılmışım, gözümü hastanede açtım. Cenab-ı Hak’tan, tüm kullarını, böyle görünmez kazalardan korumasını diler, hürmetle ellerinizden öperim.

                Duvarcı ustanız Ramazan...”