|
VARİL
Anadolu’nun taa bağrından kopup
gelmişti. Kolay mı, çocukluğunu, evin yamacından akan
suları serin deresini, itiş kakış oynaştıkları ilk
gözağrısı Güllü’yü ve de onca davarı bırakıp da
İstanbul’a gelmek?..
Köy muhtarı Sülü Ağa, “Köyden bi yol
ayrıldın mı, dönüşü yoktur gayri…” demişti de,
tınmamıştı Ramazan… Ramazan ayının ilk kandil gecesi,
eşeği Kadife, can dostu Hayri ve de yavuklusu Güllü’yle
vedalaşıp gecenin karanlığına karışıvermişti.
Gün ağarırken, İkitelli’de otobüsten
indiği anda kendisini, başka bir dünyaya gelmiş gibi
duyumsadı. O kente; kentliler de, ona yabancı… Köyden
ayrılırken, hiçbir plan, program yapmamıştı. Nerede
yatacak, ne yiyecek, ne içecek, ne yapacaktı? Davar
gütmenin dışında bildiği bir iş de yoktu görünürde.
Davarı da yoktu… Tek güvendiği, beş yıl önce, köyden
kente göçen çocukluk arkadaşı İsmail’di. O, kanına
girmeseydi, İstanbul’a geleceği de yoktu…
Potur’unun cebinden, dört bir yanını düğümlediği küçük
çıkını çıkardı, açtı. Paraların arasından, İsmail’in
adresinin yazılı olduğu buruşuk kâğıt parçasını ayırdı.
İndiği otobüs yazıhanesine seğirtti. Bilet satan genç
kıza, kâğıdı uzattı.
“Bi yol bak bacım neredir burası?..”
Kız, kâğıda kısa bir göz attıktan sonra, eliyle ileriyi
işaret etti:
“Çok yakın… Garajın dışına çık, sağa dön. Yüz metre
sonra ‘Çağla Sokağı’nı sor. Aradığın yer 35 numara.”
Ramazan “Sağol bacım!”, diyerek yola koyuldu. Çok
zorlanmadı, buldu adresi. Kapıyı çaldı. Karşısında
duran, İsmail’e pek benzemiyordu. O’nun saçları dikine
değildi ki! Ayrıca, bıyıksızdı İsmail. Gözlerini
birbirlerine dikmiş bakarlarken, karşısındaki, sinsi
sinsi sırıttı. Ramazan söze girdi:
-
Hemşerim, dedi, İsmail’i aramıştım!
-
Tam karşında, dedi İsmail. Lan çoban, tanımadın mı?
deyince kavuştular
birbirlerine. İçeri girdiler. Hoşbeşten sonra, İsmail,
“Sen şimdi eylen. Ben işe gitçem. Akşama gelirim, uzun
konuşuruz.” dedi, çekip gitti.
İsmail, amelelikle başladığı çalışma yaşamında, önce
duvarcı çıraklığına, sonra kalfalığa yükselmiş, son iki
aydan bu yana da, usta olmuştu. Çabuk kavramıştı. İşin
ucunu bırakmamış, mesleği öğrenmişti. Bununkisi
usta-çırak öğretimiydi. Mektepliler kadar olmasa da,
becerikliydi. Şantiye Şefi yeri geldiğinde, ondan
hoşnutluğunu belirtiyor, hep kendisi gibi doğru,
çalışkan insanlara ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Fırsat
bu fırsattı. Bugün Ramazan’dan söz etmeliydi. Öğle
yemeğini yedikten sonra, Şef’in bürosuna yöneldi. Her
zamanki saygı gösterisiyle karşısına dikildi. Ayaklarını
bitiştirdi, ellerini önünde kavuşturdu, başını hafifçe
sağa sonra öne doğru eğdi, özünden gelmeyen ince,
yalvarırcasına bir sesle:
-
Şef’im, dedi, doğru, çalışkan insanlar aradığınızı
söylemiştiniz. Öyle birisi var…
-
Kim?, diye sordu Şef. Sonra ekledi “İşten anlar mı?”
-
Şef’im, dedi, köylümdür. Doğru, temizdir. Yeni geldi. İş
bilmez ama, tez zamanda
yetişir!
Şef’in, bir görelim demesinden sonra, yine aynı saygıyla
odadan ayrıldı. Eve döndüğünde, Ramazan’a müjdeyi verdi:
- Bak çoban, dedi, yarın Şef’e varacaz.
Ağzından çıkana mukayet ol! Şef, oyuna gelmez.
Ertesi gün, Şef’in karşısına
çıktıklarında, Ramazan, heyecandan tır tır titriyordu.
Şef:
-
Rahat ol koçum, dedi babacanca! Adın ne senin bakıyım?..
-
Ramazan!..
-
Duvarcılık yapabilecek misin?
-
!..
-
Anlarmısın maladan falan?
-
!..
-
İsmail kefil oldu neyse! Birkaç gün sonra görüşürüz.
İsmail’e döndü;
-
Arkadaşını yetiştir bakalım!..Sonra görüşürüz…
İsmail, başıyla ‘peki’ işareti yaptıktan sonra,
Ramazan’ın arkasından iteledi, dışarı
çıktılar.
Ramazan, Şef’in dediği gibi, birkaç günde değil, fakat
40 günde öğrendi işi. O arada, yarım yevmiye verdiler
Ramazan’a. Şef onayladıktan sonra da, aylığa bağladılar.
Artık, bir mesleği vardı Ramazan’ın. Arkadaşları ve en
başta Şef’i tarafından seviliyordu. Kısa zamanda
vazgeçilemez olmuştu. Derken, bir gün, başına öyle bir
iş geldi ki, belki de, o meslekte kimsenin başına
gelmemiş, kendisi de, bu yaşına kadar, böyle bir şey
yaşamamıştı. Şef’i başından geçenlere inanmamış,
anlattıklarını yeterli görmemiş, bir de, yazılı
bildirmesini istemişti.
Ramazan, hastanede canıyla didişirken, nereden çıkmıştı
bu yazılı ifade?.. Sonra, nasıl yazacaktı? Okuma
yazması, durumu kurtarmazdı! Ziyaret saatinde, hastaneye
gelen İsmail’e sordu:
-
Ne yapacaz?
İsmail, “Hele hastaneden çık da, bi yolunu buluruz.”
dedi.
Üst üste ameliyatlar geçiren Ramazan, yaklaşık bir ay
sonra, başı sarılı, koltuk değnekleriyle hastaneden
ayrıldı. Ertesi gün de, pansumancı Yasin’in kayınçosu
Çankırılı arzuhalci Hüsnü Ağa’nın karşısına dikeldi.
“Beni Yasin yolladı dedi, derdim var. Bi yol dinle de,
yazıver amca.” Başından geçenleri soluksuz anlattı.
Ak saçlı, yaşlı, deneyimli arzuhalci, duyduklarına
inanmamışçasına ve kabahat savarcasına, “Kime yazcaz?”
diye sordu. “Şantiye Şef’ine” karşılığını aldıktan
sonra, daktilosunu takırdatmaya başladı:
“Sayın Şantiye Şef’im;
İş kazası tutanağına planlama hatası
deyivermiştim. Bunu yeterli görmeyerek ayrıntılı
anlatmamı istemişsiniz. Hastanede yatmama neden olan
olaylar, aynen aşağıda anlattığım gibi olmuştur:
Bildiğiniz gibi, ben, yanınızda yetişen
bir duvar ustasıyım. İnşaatın altıncı katındaki işimi
bitirdiğim zaman, biraz tuğla artmıştı. Yaklaşık 250
kilo kadar olduğunu tahmin ettiğim tuğlaları, aşağıya
indirmek gerekiyordu.
Aşağı indim, bir varil buldum, ona
sağlam bir ip bağladım, altıncı kata çıktım. İpi, bir
çıkrıktan geçirip ucunu aşağıya saldım. Tekrar aşağıya
indim ve ipi çekerek, varili altıncı kata çıkardım. İpin
ucunu sağlam bir yere bağlayıp tekrar yukarı çıktım.
Bütün tuğlaları varile doldurdum. Aşağı indim,
bağladığım ipin ucunu çözdüm. İpi çözmemle birlikte,
birden, kendimi havada buldum... Nasıl bulmayayım? Ben
yaklaşık 70 kiloyum! 250 kiloluk varil süratle aşağıya
düşerken beni yukarı çekti. Heyecandan ve şaşkınlıktan,
ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında, dolu
varille çarpıştık. Sağ iki kaburgamın bu sırada
kırıldığını sanıyorum. Tam yukarı çıkınca, iki parmağım,
iple beraber çıkrığa sıkıştı. Parmaklarım da, bu sırada
kırıldı. Bu esnada, yere çarpan varilin dibi çıktı ve
tuğlalar etrafa saçıldı... Varil hafifleyince, bu sefer,
ben, aşağı inmeye, varil yukarı çıkmaya başladı ve yolun
yarısında, yine çarpıştık. Sol bacağımın kaval kemiği
de, bu sırada kırıldı. Can havli ile ipi bırakmayı akıl
ettim... Başımı yukarı kaldırdığımda, boş varilin
süratle üzerime geldiğini gördüm. Kafatasımın da, böyle
çatladığını sanıyorum.
Bayılmışım, gözümü hastanede açtım.
Cenab-ı Hak’tan, tüm kullarını, böyle görünmez
kazalardan korumasını diler, hürmetle ellerinizden
öperim.
Duvarcı ustanız Ramazan...” |